ŞİMDİ 68'Lİ OLMA ZAMANI

Şehir Ve Kır Gerillacılığının Hazırlandığı, Kısa Vadede İktidar Olama Anlayışının İç İçe Girdiği Bir Süreçtir Bu...

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

ŞİMDİ 68'Lİ OLMA ZAMANI

 

SELÇUK POLAT-MERSİN

68 döneminin esas olarak iki bölümden oluştuğunu belirtmek zorundayım. Birinci dönem, 1970 sonlarına kadar uzanan kitlesel, barışçıl ve demokratik niteliğin hâkim olduğu ve aynı zamanda Kemalizm’in etkisinin de en fazla olduğu bir evredir.

Yazarlarımızın kafasını karıştıran onları kategorik düşünceye iten şey işte tam da budur. Kemalizm ve demokratiklik, Kemalizm ve kitlesellik vb. olacak şey değil. İkinci dönem, 1970 Ekim-Kasım ayından başlar ve 1973 Mayıs ayında biter. Bu dönemin belirgin özelliği gerillacılıktır.

Şehir Ve Kır Gerillacılığının Hazırlandığı, Kısa Vadede İktidar Olama Anlayışının İç İçe Girdiği Bir Süreçtir Bu...

 

68’lilik Eğer Bir Annenin Çocuğuna Olan Karşılıksız Sevgisi, Bir Çocuğun Hiç Kimsede Bulunmayan Saflığı Ve Ancak Bir Delide Olabilecek Delicesine Cesareti İse, Bilin Ki Bu Ülkenin Sorunlarını Çözebilecek Tek Güç Biziz Veya Bizim Gibi Olabilenlerdir.

Tabii ki geçmişte dördüncü bir özelliğimiz daha vardı. O da bilge olmamamızdı. Sanırım aradan 40 yıl geçti ve biz hâlâ dinci-liberal ve milliyetçilerin etkisindeki insanlarımızı insan temelli, sosyal ve sömürüsüz bir kanala akıtmaktan uzağız. Fakat BİLGEYİZ artık. Şimdi 68’li olma zamanı diyorum. Selçuk Polat-Mersin *Taraf-İstanbul - 27.05.2008

 

RASİM OZAN KÜTAHYALI VE FERHAT KENTEL’E CEVAP

Bu sayfalarda 68 üzerine Rasim Ozan Kütahyalı’ nın yazılarını ve Ferhat Kentel’ in yazısını okuyunca kendime ve yaşadıklarıma karşı bir yabancılaşma sürecine girdiğimi söyleyebilirim.

Bu arkadaşların yazdıkları ile benim yaşadıklarım arasında belli benzeşmeler elbette ki var. Fakat esas olarak ciddi bir uyumsuzluğun olduğunu söylemek zorundayım.

Bu arkadaşlar acaba “özgürlükçü-demokrat, erdem ruhunu” taşıyanlar olarak beni can kulağıyla dinleyebilir ve sonuçta kendileri ile yüzleşebilirler mi.? Eğer bu yaklaşım içinde olabilirlerse salt Ergenekoncu olmakla Ergenekonculuğun yok olamayacağı hatta Ergenekoncuları yargılamak ve hapse atmakla da onlara karşı ciddi bir sonuç alınamayacağı görüşüne yaklaşabilirler. Ki bu yaklaşma 68’i Ergenekonculukla, Türkeş İle (yani faşistlerle) bir ve eşit gören mantıktan kurtulabilmenin de en emin yolu olur diye düşünüyorum.

Bir insanın muhatabını anlamaya çalışması ve kendisi ile yüzleşmeyi becerebilmesi sadece biz 68’liler için değil tüm iddia sahipleri yani özellikle de yazarlarımız için de elzemdir diye düşünüyorum. Okumayanlar için belirtmeliyim ki yazarımız R. O. Kütahyalı, terörü kutsayan anti-demokratik ve despotik olduğumuzu söyleyerek, Sovyet korkusu olmasa Albay Türkeş “Türk anti-emperyalist, tam bağımsızlıkçı, sosyalist hareketinin ebedi Commandente’si olurdu” tespitine yer verebilmiştir. Özetle yazarımız bizim 68’liğimizin Marksist-Leninist etkileşimler sebebiyle de katı, sekter ve anti-insani bir ırkçılığa kayacak bir milliyetçilik olduğu sonucuna varmıştır. Fakat yazarımız çok önemli bir tespit daha yapmıştır:

Castro hayranlığımıza da dikkat çekerek onun despotizmin ve vatanseverliğinin bize ne kadar benzediğinin altını çizmiştir. Üzülerek söylemeliyim ki, bizi sorgulayan ve yargılayanların tanımlarına ne kadar çok benziyor.

Diğer yazarımız F. Kentel ise bizim erkeksi ve şiddet yanlısı özelliğimize dikkat çekerek, buna uymayan ve karşı çıkanları nasıl pasifist ve kadınsı yaptığımızı tespit etmiş. Ve daha da ötesi bizim yeni kuşağı anlamadığımızı ve onları apolitik diyerek küçümsediğimizi, fakat aynı zamanda da yeni kuşak içinde “eski ikonları yücelten birilerini” bulduğumuzda mutlu olan ve fikirlerimizin hâlâ geçerli olduğunu sanan paranoyaklar olduğumuz sonucuna varmıştır. Ama ilginçtir yazısının sonunda “daha fazla 68” tespitine yer vererek ve “iktidara karşı bütün çoğunluğuyla direniş” diyerek Kütahyalı ile uzlaşmaz bir noktada düşüncesini bağlaması sevindirici olmuştur.

68’İN ÖZELLİKLERİ 

68’in görmezlikten gelinen birçok özelliği var. Bunları örneklerle ortaya koymak istiyorum.

68’li yıllarda gözümüzü açtığımızda bize kadar ulaşan dört önemli birikim ve akımla yüz yüzeydik. Bunlar sırasıyla:

1-) TKP’den unsurları, özgürlükçü sol kesimleri ve işçi sınıfının sendikal birikimini de içine alarak partileşmiş olan TİP.

2-) Mihri Belli, TİP’in son Malatya kongresinde “solcu” olduğu gerekçesi ile partiden uzaklaştırılan isim. TKP’nin yurtiçi büro sekreterliğini yürüten ve MDD tezini ortaya atan kişi.

3-) Dr. Hikmet Kıvılcımlı, en uzun cezaevinde yatan ve en fazla araştırma ve inceleme yapan devrimci aydın.

4-) 27 Mayıs darbesinin ve 1961 Anayasası’nın nispi özgürlük ortamında gelişen ve anti-komünist olmayan Atatürkçü gençlik

Başlangıçta çoğumuz için TİP vardı. Dolayısıyla çoğumuz Atatürkçü olmadan önce sosyalist olarak kendimizi ifade ediyorduk. Fakat bu oturmamış kimlik, TİP yönetiminin gençliği öğrenci hareketlerinden alıkoymasıyla birlikte hızla MDD (Milli Demokratik Devrim)’ci kimliğe bürünmüştür. Burada da esas olan Kemalizm değildir. Kemalizm’i Leninist devrim yolunda müttefik olarak gören bir tespit vardır.

Tam burada 68 döneminin esas olarak iki bölümden oluştuğunu belirtmek zorundayım.

BİRİNCİ DÖNEM; 1970 sonlarına kadar uzanan kitlesel, barışçıl ve demokratik niteliğin hâkim olduğu ve aynı zamanda Kemalizm’in etkisinin de en fazla olduğu bir evredir.

Yazarlarımızın kafasını karıştıran onları kategorik düşünceye iten şey işte tam da budur. Kemalizm ve demokratiklik, Kemalizm ve kitlesellik vb. olacak şey değil. Çünkü bu dönemde biz tüm üniversitelerde çoğunluktaydık. Çünkü tüm öğrenci dernek seçimlerini ezici çoğunlukla sosyalistler olarak almış veya alıyorduk. Sadece çoğunluğu temsil ediyor değildik. Daha da önemlisi bunu demokratik bir mekanizma ile tamamlıyorduk.

Bu da Forum’lardı. Bunlar bizim tüm öğrenci sorunlarını tartıştığımız ve oylama yaptığımız ve sonucuna herkesin uyduğu demokratik ve kitlesel aygıtlardı. Üniversitelerdeki bu yönetimimiz elbette ki hâkim sınıfların saldırılarına uğramıştır. Dergilerimizi satarken, gösterilerimizi yaparken polis desteğinde sopa ve silahlarla saldırılara uğramamıza, dinci ve faşist milis güçlerce öldürülüp korkutulmamıza rağmen barışçıl kimliğimizden taviz vermemişizdir.

Yoksa 1969’lardan itibaren başlattığımız ve 1970 yazında doruğa çıkan işçi ve köylü arasındaki çalışmalarımızı nasıl izah edebiliriz. Gerçekten o dönemde Sovyetler olmasaydı Türkeş gibi ABD’de özel eğitilmiş kişilerin bize komutanlık yapması Kütahyalı’nın söylediği gibi mümkün müydü.? Biz 1970 sonuna kadar ülkede ayak basılmamış hiçbir köy bırakmamışken hem de toprak ağalarının adamları olan ülkücülerin ölüm tehditlerine, öldürme ve linç girişimlerine rağmen bu tespit yapılabilir mi.?

Yazarlarımıza sormak gerekir. Kitlesel, barışçıl ve demokratik haklarımıza karşı haince ve polis desteğinde orantısız güç ve hukuksuzluk kullanılarak saldırıldığında canımızı, kitleyi ve demokratik kazanımlarımızı nasıl koruyacaktık.? Hem de 20’li yaşlardaki gençler olarak. Bizim bu öz savunma refleksimiz silaha taptığımız ve onu kutsadığımızdan değildir, “xenophobic, hatta ırkçı eğilimlere kayabilecek” bir milliyetçiliğimizden de kaynaklanmıyor. Geçmişi yaşamadığınız ne kadar belli. Sizi suçlamıyorum ama geçmişi incelemediğiniz o kadar açık ki.

İKİNCİ DÖNEM; 1970 Ekim-Kasım ayından başlar ve 1973 Mayıs ayında biter. Bu dönemin belirgin özelliği gerillacılıktır. ?ehir ve kır gerillacılığının hazırlandığı, kısa vadede iktidar olama anlayışının iç içe girdiği bir süreçtir bu. Başlangıçta asker ilişkileri olsa da bu döneme damgasını vuran üç örgütlenmede şu gelişmeler olmuştur.

THKO’nun kurulma öncesi Deniz, İstanbul’daki arkadaş grubuyla tamamen kopmuştur. O günlerde Deniz’in örgütlenme önerisine karşı çıkanlar ve Atatürkçü düşünceyi o gün ve bugün de hâlâ savunan İstanbul’daki yoldaşlarıdır. Dolayısıyla Deniz bu Kemalist kadrolardan koparak Ankara’ya ODTÜ’deki sosyalist kadroların yanına gelmiştir.

Mısır patlatır gibi sağa sola bomba atma bilgisi Hasan Cemal ve benzer konumdaki kişilerin yetersiz ilişkilerinden dolayı ortaya koydukları görüşlerden başka bir şey değildir. Ve dönemi tarif edebilecek bir özelliği yoktur. Eğer bu konuda bilgi sahibi olmak isterseniz benim kitapta daha çarpıcı ve sarsıcı bilgiler var. Uzağa gitmenize gerek yok. Bu konumdakilerin yaptığı körün fili tarif etmesine benzer.

THKP-C’ye gelirsek burada daha şaşırtıcı bilgiler vardır. Mahir Çayan’ın özel ilişkisinden dolayı bu örgütlenme Hava Kuvvetleri içinde oldukça etkindir. THKP-C yönetimi ve kadroları temel hedeflerinin devrim olduğu bilinci ile hareket eden ve bunun için bir hazırlık dönemi geçirmek gerektiğine inanan insanlardan oluşuyordu. Sadece askerlerle değil işçiler, köylüler, aydınlar vb. arasında örgütlenen bir anlayışı savunuyorlardı.

Asker ilişkilerinin yaygınlığına rağmen bu örgüt özellikle işçiler arasında çalışmaya özel bir önem vermiştir. 256 kişilik THKP-C davasına ve ek İşçi Davası’na bakarsanız bu örgütlenmenin yüzde 50’si işçi ve çalışanlara dayanmaktadır. Tüm bu çalışmalar cuntacılık anlayışının inkârından başka bir şey değildir. Ve zaten örgüt en büyük darbeyi cuntacılardan yemiştir.

Burada şu kadarını söyleyebilirim ki subaylarımızın çoğu devrim için bu örgütü benimsemiş de olsa elbette ki birçok subay arkadaş kısa vadede iktidar olama anlayışından dolayı saflarımıza gelmişlerdir. Katılır veya katılmayız ama bir şeyi çok yönlü ele alamazsanız bizlerin ölümlerini, hapishanelere tıkılmamızı ve işkencelerden geçirilmemizi doğaldır ki milliyetçi kalıplar içinde izah etme gafletine düşersiniz.

TİKKO hareketi ise Kemalizm’e açıktan karşı çıkan bir örgüt olarak zaten yazarlarımızı tümden tekzip etmektedir. Tabiî ki silaha sarılması, kırlardan şehirleri çevirme teorisini savunması yazarlarımızın kabul edeceği şeyler elbette ki değil. Zaten konu da bu değil. Marksizm’i yanlış yorumlayıp, yanlış tespitler yapan genç insanlar silaha sarılmışlarsa onların milliyetçi, ırkçı ve Kemalist olmalarının bir izahı olabilir mi? El insaf! Olsa olsa onlara terörist diyebilirsiniz. Zaten dolaylı olarak söylenenler de bu.

Yazarlarımızdan Kütahyalı elbette ki bugünkü ulusalcı ve kızılelma taraftarı milliyetçilerin 68’i ve Deniz’i ön plana çıkarmasından ve bunlara katılan sapkın solculardan ürkmüştür.

Ama doğal olmayan, 68 direnişimizi ulusalcı ve faşist unsurlarla bir ve eşit tutmuş olmasıdır. Bunun nedeni de çok açık: kapitalizm ve liberalizme inanıyor olmasıdır. Öyle olmasa sağlık ve eğitim alanında dünyada bir numara olan ve tüm insanlık için özellikle de Afrika’daki yoksul halklar için kendini feda eden Kübalı doktor, eğitmen ve subayların bu çabaları, kazanımları ve hayatlarını verişleri görmemezlikten gelinebilir mi? 68’in devrimci içeriğini boşalttığınızda tam da yazarlarımızın tarif ettiği şey kalır ortada.

68’lilik eğer bir annenin çocuğuna olan KARŞILIKSIZ SEVGİSİ, bir çocuğun hiç kimsede bulunmayan SAFLIĞI ve ancak bir delide olabilecek DELİCESİNE CESARETİ ise, bilin ki bu ülkenin sorunlarını çözebilecek tek güç biziz veya bizim gibi olabilenlerdir.

Tabiî ki geçmişte dördüncü bir özelliğimiz daha vardı. O da BİLGE OLMAMAMIZDI. Sanırım aradan 40 yıl geçti ve biz hâlâ dinci-liberal ve milliyetçilerin etkisindeki insanlarımızı insan temelli, sosyal ve sömürüsüz bir kanala akıtmaktan uzağız. Fakat BİLGEYİZ artık. Şimdi 68’li olma zamanı diyorum.

Selçuk Polat * Mersin 68’liler Derneği Başkanı - 27.05.2008

selcuk-sahin-polat@hotmail.com

 

DENİZ GEZMİŞ

 

http://www.medyagunebakis.com/ - http://www.tdfajans.com/

TDFAJANSToplum Dinamikleri Fikir Ajansı

Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda;

Düşünce Üretimi, Paylaşımı ve Toplum Yararına kullanımı.

 

 

Diğer Haberler

TrabzonSporKlübü

Nasa

Kentim_İstanbul

Doga_İcin_Sanat

ABD_USA

Department_State

TelerehberCom

Google_Blog

Kemencemin_Sesi

Kafkas_Music

Horon_Hause

Vakıf_Ay

Dogal Hayatı_Koruma

Seffaflık_Dernegi

Telerehber

Sosyal_Medya

E-Devlet

Türkiye Cumhuriyeti

BACK TO TOP