CEMAATİ SARAN KORKU.!

Adamın biri, Televizyon Ekranında Bas bas Bağırıyor: “Genel Kurmay Savcılığı’na İfade Vermeye Git, Sivil Savcılığa Gelme.!

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

CEMAATİ SARAN KORKU.!

Not: Bu yazıda çok tekrar var… Bu defa öyle gerekti.

Slogan ile yetinenler; okumaya hiç başlamasınlar derim

Uyarmadı demeyin.! C.C.

         Adamın biri, televizyon ekranında bas bas bağırıyor: Genel Kurmay Savcılığı’na ifade vermeye git,  sivil savcılığa gelme.! Sanki tutuklanmak için yapıyor bunu.Size göre bu adamın derdi nedir.?

         Adamın biri yargılıyor: ”Devrimci Karargâh Örgütü üyesi olan biri ile konuşmak için ‘özel hat’ almak da ne demek oluyor? Evli bir öğretmenle olan ilişkisine girmek istemiyorum. Polis de girmedi zaten. Bunlar nasıl ilişkiler böyle.?”

         Yenim ediyorum konuşma aynen böyleydi. Televizyonla konuştuğum çok nadirdir, eşim öyle diyor. Biri de o gündü... Ani bir hareketle dönüp, elimi televizyona doğru yukarıdan aşağıya doğru salladım. Çok özür dilerim ama ağzımdan galiz bir küfür de çıktı sanırım… Bu kanallar “Ergenekon Savcılığı”nın basın bürosu ise, yandık ki, ne yandık.!

         Birinci saptama: Bir zaman istihbarat örgütünün başında olan bir kişinin veya diğer elamanlarının görüştüğü kişiler arasında sıra dışı işi ve ilişkileri olan her çeşit insanın bulunması doğal değil mi? Yasa dışı işlerin içinde  ‘imamlar’  aranacak değil herhalde!…  Gizli servisler, sonuç olarak yasa dışı işlere bulaşanları izler… ‘Önleyici kolluk’ denen hizmetler, istihbarat olmazsa, yaşama geçirilemez.!? şeklinde bir cevap verdim, ağzından tükürükler saçarak konuşan gazeteciye. Televizyonla konuşulmaz, o senin sözlerini duyamaz demeyin bana, o masallara artık inanmıyorum ben. İletişim konusunda ‘çağ atladık’ çağ, ne haber? Böyle durumlarda mahkeme kararı olmasa da IMEI numarası üzerinden istediğini dinleyebiliyor bizimkiler.!

Yanılıyorsam eğer,  Hanefi Avcı’ nın yalancısıyım.!  Dayanağı olmayan bir suçlamayı ortaya atıp, sonra da tartışmanın dışına çıkarmak yeni moda bir savunma işte; bu dönem bizde geliştirilmiş. Bunu Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ tan öğrendim. İşe yarayacağına da gayet eminim… Gırgırı bir yana Hükümet, adamları aracılığı ile, Allah’ın günü İmralı’da bu örgütün başı ile görüşmüyor mu.?

Öcalan’ın son beyanını bir kez daha okuyalım:”31 Ekim’e kadar çözüm için gelinmezse kellem de gitse karışmayacağım!” Başka bir açıklamaya ihtiyaç var mı?.. Seçmeni daha fazla ahmak yerine koymayalım lütfen.! Reklam arası verildi; program devam edecek; bir yere ayrılmayın lütfen.!

         İkinci Saptama: Önemli olan konuşmanın içeriğidir. İçeriği belli olmadıkça tahminlere dayalı olarak bir görüşmede ne konuşulduğu belirlenemez dedim. Bu sefer de oğlum araya girdi: Baba telefonun benim odamda şarja takılı, annem, şu anda mutfakta, ablam kitap okuyor odasında, benimle konuşmadığın da kesin… Yoksa televizyona mı cevap veriyorsun hala.!” diyerek, gözlerini gözlerime odakladı… 

Yemin ederim, bu defa da onun adına utandım.!  Eşek kadar adamsın, ilk defa beni bu durumda görüyorsun, görmezden gelemez misin.? Dayı tarafına mı çektin yoksa “ diyecektim, neme lazım bu defa da bir şey demedim.!

         Bu “F Tipi Basın” bir taraftan, Hanefi Avcı’yı küçümseyerek onu, “TSK’nin yönlendirdiği” inancını yaymaya çalışıyor, diğer taraftan başka bir ‘korkusunu’ da dile getirerek, kendini ele veriyor: Şimdi bunlar Askeri Mahkemede öyle bir dava açacaklar ki, bu davanın içinde bütün hükümet üyeleri ve yandaşlar şüpheli olarak yer alacak. Hanefi Avcı yazdığı kitapla ve Genel Kurmay Savcılığına verdiği ifade ile böyle bir süreci başlatacak.! Söylenen kelimesi kelimesine böyle değildi tabii… Ama bu olasılık akıllarından çıkmıyor; kim ne söylerse söylesin yüreklerine bir korku salınmış;  her hallerinden belli oluyor…

         Bazen diyorum ki, kendimi Namibyalı bir gazeteci olarak tanıtıp,  bir iki satır da öyle karalayayım. Zira, bu ülkede dört dörtlük bir tarafsızlığı başka türlü sağlamak olanaksız: “Şu ‘Ergenekon Savcılığı’nın işine bakı;, adeta propaganda aracına dönüştürülmüş. İlk işi, ele aldığı dosyalardaki en gizli bilgilerini Şamil Tayyar’a vermek sanki!.. Savcılığın ‘kamuoyu oluşturmak’ gibi bir derdi olabilir mi?!  Olmaması lazım!.. Anglosakson hukukunda böyle bir başlık hiç görmedim... Galiba Türkiye burası!”...

         ‘Kafes Davası’  ismi verilen davada,  davanın omurgasını oluşturan kanıtların neredeyse tamamı düzmece çıktı! ABD’den gelen raporlar Avcı’nın iddialarını doğrular nitelikte… Bu davanın en önemli kanıtı olan CD’lere eklemeler yapılmış, hem de son derece acemice ve aceleyle!.. Türkiye’nin en az okunan fakat, çizgisinden en küçük bir sapma olmayan gazetesi Cumhuriyet, bu haberi yazmış. Hükümetten ‘çıt’ çıkmadı yine…  Diğer iki CD de bilirkişiden yeni gelmiş. İkisinin de içinde iddia edilen örgütle ilgili bir şey yokmuş!.. İçerik pornoymuş… Bak sen şu işe! Allah’tan onlar da yurtdışına incelemeye gönderilerek, ‘montaj’ oldukları rapora bağlanmadı; yoksa rezil olduğumuzun resmiydi. Böylesi çok daha  iyi!..

         Öte yandan Avcı hakkında “Hükümeti aşağılama ve küçük düşürme” suçlarından soruşturma başlatılmış! Güler misin, ağlar mısın? Avcı’nın iddialarını gören bir tek kamu görevlisi kalmadı memlekette;  Avcı’nın şikayeti yapılmamış  var sayılabilir mi?..

         Kızım uyarıyor: “Baba kanal değiştir kanaaa.l!”  “Ayak değiştir”iyoruuum.!

         Geldiğimiz yerde, Bekir Bozdağ ‘türban’ için :”Türkiye bu sorunu çözer” diyor. Kılıçdaroğlu’nun meydanlarda çözeceğini söylediği tek konu bu değildi elbette. Dokunulmazlıklar vardı, YÖK var; 12 Eylül’ün getirdiği diğer antidemokratik hükümler ve kurumlar vardı. “Hepsini masaya yatıralım“diyordu. “Mecliste sahte fatura düzenlemekten sanık milletvekili istemiyorum ben”... Hepsini birden masaya yatırmayı öneriyordu Kılıçdaroğlu… Ama hükümet bir tek ‘türban’ı duydu!.. AKP’nin aklı evvel kurmayları, bunların içinden sadece ‘türban’ı seçerek, CHP’yi köşeye sıkıştırabileceğinin hesabını yapıyorlardı… Nitekim öyle de oldu;pırıl pırıl üniversiteli genç kızlar, piyon  olarak ileri  sürülerek genel başkana ne biçim saldırdılar!... Utancımdan yerin dibine girdim.!

         Allah’tan koltuğun üstüne düşen uzaktan kumandayı bu defa eşim kaptı da aileyi topyekûn çıldırmaktan kurtardı...

         Güya kanal değiştiriyoruz ailece; dizi bulana kadar kumanda mutfak müdüründe!

         BOP eş başkanlığından medeniyetler ittifakı eş başkanlığına terfi ettirilen Erdoğan ve adamları, çok şükür yeni kanalda yok! Burada reklamların Ağa’sı var! Ekranın sağ alt tarafında bir sayaç, “programa” kaç dakika kaldığını bildiriyor… Jöle sürülmüş saçlarıyla 20-30 yaş arasındaki delikanlılar CHP’yi yatıracaklar masaya.!

         O da ne.?.! Aynı yerde kayan yazılar var:FLAŞ FLAŞ FLAŞ.! Az sonra.!  “Kafes Eylem Planı” sanığı Levent Bektaş’ın evinden ve işyerinden alınan CD ve DVD’ler ABD’de görev yapan yüksek lisanslı bir polis, Yalkın Demirkaya tarafından incelenmiş. Sonuç: Kanıtlar masa başında  üretilmiş.!.! “Olamaaaaaaaaaaaaaaz!..” diye bağıranların sesi bizim eve kadar geliyor!..

         Demokratik bir ülkede böyle bir skandal, İçişleri bakanını değil, bütün hükümeti düşürür.!

         Bu kaostan yararlanarak kumandayı yine elime geçirdim. Doğru kendi kanalıma (S)’ye geçtim.  Haberleri sunan genç adam: “Avcı son mektubunda, tek irtibatlı olduğu kişi Necdet Kılıç’ın da Devrimci Karargâh Örgütü ile bir ilişkisi yok. O da benden dolayı örgüte dahil edilmiş” demiş… “F Tipi Polis”i asıl kızdıran, teknik takibin bir süre “akamete uğraması”… Bu ifade ise, Şamil Tayyar’a aittir.  Ben de onun yalancısıyım!.. Hakkını yemeyelim; aslında bu savunmanın patenti Başbakan yardımcısı Arınç’a aittir?  Aksini ileri sürenlere, “Arınç’a Suikast Planı”  davasını hatırlatırım. Hani, adres yazılı kağıtları yakalatmamak için, yutmaya çalışan subay vardı ya, ondan söz ediyorum. Polisin kağıt şüphelinin kalın bağırsağına inmeden parmağını yemek borusundan sokarak onu geri çıkartma başarısı henüz ödüllendirilmedi. O olay nedeniyle şüpheli olarak tutuklanan subaylar şimdi neredeler acaba?.. Bu soruya da cevap aramayın. Öyle az konuşup da, çok şey ima edenler, “bir buçuk saat sonra” kendilerini Silivri’de bulabilirler.!. Ona göre… Bu bir tehdit değil.!

         Arkadaş bu ‘şeyh’ Şamil, bu kadar ayrıntıyı nereden biliyor? Şamil devletin gizli bilgilerini bilmesi gereken adamlardan daha önemli biri mi acaba?  Ben bu soruların yanıtını beklerken, kumandayı kızım aldı elimden. Neyse ki ‘zap’ lanan kanalda yine Şamil vardı da, bir şey demedim...  Şamil burada ‘yeni bir yöntem’den söz ediyordu. Şu ana kadar hiçbir soruşturmada kullanılmamış olan yepyeni bir yöntem var.! Bu yöntem, bir tek Avcı’da denenmişmiş. “Yandaş Medya” ile “F Tipi Polis”  bu dönem  emniyetin ‘Kanıt Üretme Birimi’ gibi ele ele vermiş, kanıt üretiyorlar.!.? Hafizenallah, bunlar birine kafayı takmasınlar, kurtulması imkansızdır, onun işi bitmiştir.!

         Tam zamanında elektrikler kesilmiş, az kalsın hakaret suçunu işleyecektim ki, jeneratör devreye girmiş,  mecburen devam ediyoruz:

         Tansiyonum yükseldi galiba, kanal değiştiriyorum.!

         Aynı adamlar bu kanalda da canlı yayında.! Evet, ‘canlı’ yazıyor ekranın sağ tarafında. Söze başlayan ‘F Tipi’ her gazeteci: Özel hayatı beni ilgilendirmiyor diyor ama, her biri Avcı’nın özel hayatı üzerinde, ayrıca ve özel olarak duruyor nasılsa. Yapılan işin adı: ‘Özel hayatı bizi ilgilendirmez’ olarak konulmuş bu kanalda! Örneğin, Samanyolu TV’de Avcı’nın özel hayatına ilişkin : “Evli bir kadınla yasak aşk yaşıyordu” denildiğini kulaklarımla duydum o programda.  Kadın biz “fikir arkadaşıyız” diye diretiyor nafile, duyan kim! Kısaca nikahlı eşinden daha fazla Avcı’nın özel hayatını irdeliyorlardı o gece. Avcı’nın eşinden beklenen tepkiler gelmeyince, senaryonun magazin boyutunu aksattılar sanırım... Hanefi müdürü, özel hayatı üzerinden yıpratmak için, sanki ağız birliği etmişler.  

         “Susma hakkını” kullanması şüphelinin suçluluğuna ‘karine’ gösteriliyor!.. Hanefi Avcı sustukça yandaş ‘F Tipi’ gazeteciler kuduruyordu.!

         Soruşturmayı yürüten savcıların ‘F Tipi’ gazetecilere ihtiyacı mı var? Hepsi de dosyanın en mahrem yerlerine kadar girmişler. Gizli bir tek şey kalmamış dosyada.  Avcı susma hakkını kullansa da,  artık dosya konuşuyor; bundan sonra Şamil ile Emre’yi susturmak  mümkün değil.!

         Sorsalar soruşturma gizli yürütülüyor.  Soruşturmayı yürüten savcılar, dosyadaki bilgilerin dışarıya nasıl sızdığını güya bilmiyorlarmış!.. Bu kudretli savcılar, soruşturmayı yürütün polisler ile kendi katiplerine hakim olamıyorlarmış.! Duy da inanma!.. Demek ki, soruşturmayı yürüten savcılar ile polis, kamuoyunun desteğine şiddetle ihtiyaç duyuyor. Sorun da burada sıkışmış zaten. Her olaydan sonra belli gazetecilerin, ellerinde soruşturma evrakı, kanal kanal dolaşmalarının başka ne anlamı olabilir.? Savcılık, kamuoyu desteğine ihtiyaç duyuyorsa, soruşturmayı objektif ve adil olarak yürütemiyor demektir. Ya da, soruşturma da “en baş” savcısının isteğine uygun olarak,  ele geçirilmiş kanıtların çok üstünde iddialarda bulunuluyor! Demokratik bir ülkede,  bu kadar  siyasallaşmış  bir savcılığın yeri olamaz.! Yargının siyasallaşması, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını bu örnekteki gibi yok eder gider.!

         Suçluluğu henüz mahkeme karı ile sabit olmamış bir adamı, halkın vicdanında “suçlu” olarak ilan eden bu adamların, adalet ağacını içten kemiren kurtlardan ne farkı var.?

         Yaptıklarından pişman olup olmadıklarını bilemem ama, gerçek adaletten fena halde korkuyorlar,  bu her hallerinden bellidir…

         En Tehlikeli Bölüm:

         Yerinizde olsam bu bölümü atlayıp sonuç kısmını okurdum, ne yazık ki, yerinizde değilim…

         Sivil savcılığın ‘ifade için gelme’ talimatına uymayarak, Askeri Savcılığa gidip ifade veren Avcı, yürütülmekte olan mahiyeti bilinmeyen bir soruşturmada tanık olarak ifade verip, Ergenekon Davası’nın ‘en baş’ savcısından başlayarak, bu komplo içinde yer alan en aşağılardaki memurlara kadar, tamamının aleyhinde kanıtları mı verdi acaba? İster misiniz hükümeti de içine alacak genişlikte ve Askeri Mahkemelerin görev alanı içinde yeni bir soruşturma başlatılsın! Örneğin, ‘Cemaat’ in en önemli adamları, bir sabaha karşı, bu soruşturma nedeniyle tutuklansın! Buna engel olunabilir mi kimse? Adli yargı varken, askeri yargı, aniden devreye sokulabilir mi? Yok daha neler!..  Ben de Emre gibi düşünüyorum: Olabilir, neden olmasın!?.. Bu olasılık akla bayağı da yatkın duruyor!.. 250. maddeye göre yetkili savcılıklar, asker kişileri görevleri sırasında işledikleri ileri sürülen suçları nedeniyle tutuklamadılar mı? Bu tutuklamaların hukuka aykırı olduğu konusunda neredeyse görüş birliği var. Sonuç değişti mi? Hayır. Aynı hukuka aykırılığı bu defa askeri savcılıklar yapsa ne olur sanki? Yine hep bir ağızdan, biz hukukun üstünlüğünü savunanlar, bütün bu yapılanların hukuka aykırı olduğu konusunda ağız birliği edeceğiz kuşkusuz. Tıpkı şimdiki gibi… Başka ne yapabiliriz ki?!.. Tutuklamaları gerçekleştirebilmek için askeri savcılığa ‘adli kolluk’ da lazım, onu nasıl halledecekler? İster misiniz, ‘ihtiyaca binaen’ inzibatları çoğaltarak, onlardan bir dönem adli kolluk olarak yararlansınlar… Olur vallahi Emre yerden göğe kadar haklı.!

         Böyle bir eylemin adı, darbe değil de nedir? O halde hep bir ağızdan “askerler darbe yapacaklar” diye bağırmak gerekmez mi? Hani darbeler dönemi kapanmıştı!.. Belki ne halt yediklerinin farkına vararak dururlar.! AB ve ABD onları durdurabilir mi? Cevabı ‘evet’ olanlar yatabilirsiniz, vakit bayağı geç oldu.!

         “Hayır, durduramaz” diyenler kalsın…

         Yıllar sonra hukuk fakültelerinde tartışılsın: Sivillerin hukuka aykırı uygulamalarına karşı, askerlerin hukuka aykırı eylemleri savunulabilir mi? İlla da bir tarafı tutmak mı lazım.? “Bertaraf” olan var mı? Ben şimdiden cevap veriyorum bu soruya: Savunulamaz.! Hiçbir şekilde kötü bir eylem, bir başka kötü eylemle karşılaştırılarak, daha az kötü olan ‘meşru’ kabul edilemez.!

         İyi ki, zamanında ‘kozmik odalara’ girildi.! Yoksa, Şamil ile arkadaşlarının bu gece gözüne uyku girmezdi.!

         Bu benimki, sadece bir kurgu…  Korkulması gereken askeri darbe değil bundan böyle, sivil karşıdevrimdir... Aç bırakılmış ve ihmal edilmiş halktan korkmak gerekir. % 42’ ye 8 daha ekledi mi ki,  bu mümkündür; o zaman da siz yandınız ki, ne yandınız! Bugünkü itibarınız sıfırlanır.! ‘Darbe’ seçeneğini hızlı geçelim dilerseniz. Bu konu ile ilgili ifadeye bile çağrılmayı, bu soğuk günlerde nafile bir iş kabul ederim. Buna rağmen, nafile gibi gözüken bir iş,  gün gelir ülkelerin kaderini değiştirebilir. Yemin ederim, böyle uzak bir ihtimali bir tek Emre ile ben düşünüyor değilim. Yandaş basın, o gece bu korkusunu Hanefi Avcı’yı kamuoyunda mahkum ederken  ağzından kaçırıvermişti.!  Yoksa benim de asla aklıma gelmezdi. Bu konu sadece onların mı, yoksa patronlarının da korkusu onu bilmiyorum. Bu sorunun cevabını ise,  çok merak ediyorum. O günden sonra, ağızlarından kaçırabilirler beklentisi ile bütün programlarını izliyorum.!

         Üçüncü saptamam ise çok da tehlikeli; sanki uyurken üstüm açılmıştı:

         Kılıçlar tam olarak kınlarından çıkartılmışlar… Şayak kalpaklı adam hala görünürlerde yok!.. Askeri ve sivil savcılıklar tam gün çalışıyor. Cezaevlerinde adli suçlardan tutuklu olanlar, yaklaşan bayram nedeniyle izinli olarak evlerine gönderilmiş. İzin kâğıtlarında dönüş tarihleri de açık. Başgardiyan avludan yemekhaneye doğru bağırıyor:”Yeni tutuklamalar vaaaar!” Bir taraftan inzibatlar polisleri tutukluyor, diğer taraftan polisler yakaladıkları subayları!!… AB ve ABD’nin en sosyal demokratları, ‘arabuluculuk’ için Ankara’ya geliyor. Otellerde yer yok.! Savarona’ nın yurt dışı edilen Nataşa’ları da yolda, geri dönüyorlar… Turizmciler,  boş evleri “pansiyon” olarak kiralamak için nereden izin alacağını saptamaya çalışıyor. Bu fırsat  kaçırılacak gibi değil?.. Ankara kaynıyor!..

         Mahkemelerde yürütülecek olan bu savaşın galibinin hangi taraf olacağını kim bilebilir.? Horoz dövüşlerinin yanında, bahisler de oynanıyor.!

         Bu olmayacak şeyi ‘olabilir’ bir olasılık haline getirenler ‘Cemaat’ adına kanallara doluşan gazeteciler…  Akıllarından çıkmıyor bir türlü. Kendilerini tutamayıp, kameraların önünde konuşmamaları gereken bu korkularını, ağızlarından  kaçırdılar bir kere!.. Bu dediklerinden ne onların geri döndüğünü duyarım, ne de yazmaktan vazgeçerim bundan böyle.!

         Üstü biraz örtülü söylense de, anlayan anlamıştır korkulanı… Bu uzak ihtimal bile çıldırtıyor bu bayanları ve beyleri; uykusuz bırakıyor hepsini geceleri.! “Nereye güveniyor bu birinci Cumhuriyetin bekçileri.?” dediklerini duyar gibiyim.!

         Gördüğünüz gibi, dili uzayan herkesi içeri alabiliyorlar, ama susturamıyorlar bir türlü.! En son Mustafa Özbek’in tahliyesi üzerine Arınç’ın verdiği gözdağı, bile yeterince etkili olamıyor.! Sen hey ‘yandaş gazeteci’ gel de rahat uyu bakalım.! Hiç beklenmedik bir Cuma günü sabahın 04.00’ünde sıcak yatağından alınarak bir bilinmez yolculuğa çıkmayı aklından çıkaramıyor? Gece uykudan uyanıp pasaport kontrolü yapmak da neyin nesi? Burası Türkiye, böyle bir şey olamaz demeyin sakın.! Yerine göre hükümetin de kafa tuttuğu AB ve ABD’ye, o kadar da güvenmeyin. Bir anda sırtlarından attılar mı sizi yere,  kristal gibi parçalanırsınız! Sizin ‘demokrasiye karşı saldırı var!’ çığlıklarınızı birkaç yıllık gecikmeyle duyabilirler. O kadar zaman içinde olanlar olur Türkiye’ye.! Burası Türkiye ve koynuna girdiğiniz ortağınız bir boz ayı olduğunu unutmayın.! Veya yerine göre hükümetinizin  rest çektiği o emperyalistlere, askerler de birkaç yıllığına neden rest çekemesinler?!.. Peki sizler, o birkaç sene içerisinde, bu dönemde boşuna yere tutuklanan insanlar gibi direnebilecek misiniz Silivri’de? Direnmek için bir değere inanmak lazım değil mi?.. Sizde öyle bir inanç var mı? Hiç kendinizi test ettiniz mi? “Evet var” diyenler, 12 Martta ve 12 Eylül’de nerelerdeydiniz.? Bu soruya da müsait bir zamanda cevap verin lütfen.!     

Korku filmi bitti.! Diğerleri de gelebilir içeriye:

         Avcı ‘saf’ adam… Nasıl istihbaratın başına getirilmiş, anlamak mümkün değil. Kitabını yazdıktan sonra, kendi isteği ile merkeze alınmak istemiş, olacakları iyi tahmin ediyor!.. Haftalar önce Emniyet Müdürlüğü’ndeki odasını da toplamış, oldukça tertipli, ne diyelim. Nasıl oluyorsa aramalarda, Ankara’dan gelen ekipler Eskişehir Emniyet Müdürlüğü ekiplerini ‘by-pass’ ederek, haftalar önce toplamış odada dinleme kasetlerini bulmuşlar. Eskişehir’deki memurlar arama yapmayı beceremezler! Beceriksiz polisler onlar. Bence de oldukça inandırıcı bir arama yapılmış.! Çok konuşan herkesin evi her an aranabilir, demek isteniyor. Verilmek istenen mesaj bu olsa gerekir.! Sonunda dinleme kayıtları da mezada düşmüş.! Bende bile birkaç tane ikinci el ‘tape’ var.! İsteyene ucuz fiyata verebilirim...

         Asıl ilginç olan kimlerin dinlendiğini savcılığın açıklamış olması. Dinlenenlerin şikayetçi olmaları da sağlanmış maşallah.! Bu bir ilktir, ilk… Bu durumu kutlamamız gerekiyor. Savcılık yasa dışı dinlenenleri çağırıyor ve şikayetçi olmalarını sağlıyor!.. Ne güzel işte, ‘hukuk devleti’ dediğin böyle olur.!

         Son günlerin ‘güzellemeleri’dir bütün bunlar! Hep iç karartacak şeyler yazacak değiliz ya… Demek ki, o kadar şeyi akıl edememiş ünlü istihbaratçı Hanefi Avcı. Hükümeti allak bullak eden açıklamaları kanıtları ile ortaya koyacak kadar  zeki ama,  yasa dışı yaptığı dinleme kayıtlarını odasından saklayacak kadar da aptal.!  Ona aptal dediğim için umarım bana karşı bir dava açmaz.! Bu aralar işler pek iyi değil.! Başka bir yanıyla baktığımızda ele geçirilen dinleme kayıtları Emniyet Müdürlüğü’nde değil miydi? Orası Avcı’ nın evi değil ki.! Devletin dairesi.! Devlet daireleri ne zamandan beri aranmaya başlamış.? Avcı’nın iddia ettiği yasadışı dinlemeleri yapan birimler aranmış mı.?

         Ne kadar inandırıcı bir arama, öyle değil mi.? Belki de bu  dinlemeleri “F Tipi” polisler yapmıştır.!.? Olamaz mı yani? Dinleme kayıtlarının üzerinde, ‘bunları hazırlayan Hanefi Avcı’dır’ mı yazıyordu.? Dinlemeleri yapan memurlar,  bu konuda ifade verdiler mi? Belki de dinlemeler yasaldır. Hiçbir araştırma yapılmadan kamuoyuna, peşinen açıklama yapmak da neyin nesidir? Avcı’yı halkın vicdanında mahkum etmeye ihtiyaç mı duyuyor iddia makamı.? Öyleyse eğer,  buna ‘yargısız infaz’ denir..

         Yargılamalar mahkemelerin dışına taşırılıp, Fetullah’ın televizyon kanallarına kadar gelecek bu kesin.! Nasılsa oralarda atış serbesttir. Basın hürmüş; haber kaynaklarını gizli tutma hakkı varmış; bütün bunlar yalan haber yapma hakkını verir mi.?  İşkembeden atan atana… “Atma Recep din kardeşiyiz biz.!”

          İnşallah böyle olur gelişmeler. Yargılamalar da aramalar gibi canlı yayınla verilirler. O zaman halk “juri” görevi yapar.  Yiyorsa savcılar, panellerdeki gibi karşı fikirde olanlar ile tartışabilsinler halkın önünde; savunma için dilediği kadar söz alabilsin sanıklar… En azından bundan sonraki yargılamalar adil olsun; halk televizyonlardan duruşmaları izleyebilsin.! Karanlık odalarda işler bitirilmesin. Bundan neden kaçar hükümet, anlamak mümkün değil.!

         En büyük davaların ‘en baş’ savcısı bu teklifime ne der acaba.?

         Dördüncü saptama: Okuyucuyu korkutmak için geç kalınmıştır…

         Avcı “sahte evrak ve rapor” tanzim eden ve ettiren emniyet müdürlerini isim vererek müfettişlere bildirmiş. Bizim üzeride duracağımız asıl nokta burasıydı boşuna yere ‘polemiğe’ girdik... Emniyet müdürleri sahte evrak ve rapor düzenleyebilir mi? Bu haberi duyup da korkmamak mümkün mü acaba?.. Bu demektir ki, bazı kendine güvenen güçler, diledikleri kişileri alıp, faili meçhul kalmış ne kadar olay varsa, onların üzerlerine yıkabilirler. İşkence yokmuş artık.! Korkmayın… Bir de olsaydı, yanmıştık vallahi.!

Resmi evraktan daha kuvvetli kanıt olabilir mi? Bütün mahkemeler aksi kanıtlanana kadar, resmi belgelere itibar etmek zorundadır. Elinde hiçbir araştırma olanağı bulunmayan tutuklu bir vatandaş, hakkında tanzim edilmiş sahte emniyet raporlarını nasıl çürütebilir.? Bir de gizli tanıklar varsa, yandığının resmidir… Uyduruyor değilim bunları, geçmişte yaşanmış deneylerden aklımda kalanlardır bunlar…

         Beşinci saptama: Tehdit değildir;

         Şikâyet edilen kamu görevlileri hakkında işlem yapılmamış olması, tamamen hukuk dışı bir tutumdur. Daha önce başlatılan soruşturmaların (şaibe altında kalarak) akamete uğrayacağı şeklindeki bir savunmanın hiçbir koşulda geçerliliği olamaz. Bu memlekette başka savcı mı yok canım. O soruşturmaları da onlar yürütsünler. Bunu kabul edemeyen bir hükümet, yasa dışı işlere bulaşanlarla fikir ve eylem birliği içindedir ve  suç ortağıdır.! Çünkü hayatın olağan akışı diye bir şey var: Bir hükümet daha önce yasa dışı işler yaptırdığı kişiler hakkında, öyle kolay soruşturma başlatamaz! Bunu tarihteki örneklerinden biliyoruz. Büyük olasılıkla, hükümetin ‘açıkları’ da ‘Cemaat’in elinde ve birkaç yerlerde saklıdır.! Bu nedenle diledikleri anda ‘en baş’ savcıyı da sanık sandalyesine oturtabilirler.! Böyle bir sonucu göze alarak,  gereğini yapabilmek için çiğ yememiş olmak gerekir.!

         Bağırıp çağırmakla bu işler geçiştirilemez.!  Hodri meydan… Ben Bülent Arınç’ın yalancısıyım.!

         Bütün bu hukuk dışı olgular karşısında, hükümetin yaptığı savunmaya bakın: Tutuklamayı isteyen savcıdır,  tutuklama kararı veren ise hakim.!”  Yok yahu.! Ne önemli açıklama yapıldı değil mi.? Dilerseniz, bu savunmayı,  Avcı’nın iddiası ile birlikte değerlendirelim.

Ne diyordu İstihbaratçı Avcı: Son 6-7 yıl içinde hakim ve savcılığa alınanlar değiştirilmedikçe bu işler düzelmez.! Bu iddiaya ne diyorsunuz dendiğinde ise; “Konu yargıya intikal etmiştir, bu konuda konuşmak yargıyı etkilemek anlamına gelebilir...  diyerek susmuştu hükümet.!

         Artık hükümetin ne diyeceğini bilmeyen kalmadı. Asıl hükümet adına konuşan ‘yandaş medya’ ne diyor, onları dinleyelim: “Evli bir kadınla yasak aşk yaşıyordu.!” 

         Öyleyse bu ‘yandaş medya’ benim soruma da cevap versin bakalım: Basına yansıdığına göre; Suat Bey’in kayınpederi Başbakanlık danışmanı beyefendi, hâlihazırda 3 eşlidir.(**) Hazret inşallah sünneti yerine getirmek için diye söze girip: “Benim niyetim dördüncüye kadar gitmektir demişti...  Bu durumda her bir eşi ile olan ilişkisine, diğer eşleri açısından bakıldığında, o eş için “evli bir adamla yaşıyor” denebilir.!.? İş Hanefi Avcı’ya gelince, her biri ahlak zabıtası kesilenler; buna ne diyecekler bakalım? Damadın düzgün Türkçesiyle açıklama yapması gerekmiyor şimdi. Twiter’dan iki satır yazsa yeter.!

        

Sonuçta Avcı da onların eski bir arkadaşı. Belki o da 4 evliliğe karşı değildir! O da sünneti yerine getirmek için Kezban öğretmene imam nikâhı kıymış olabilir! Bu durumda hangi biri, ötekini eleştirebilir.? Bunu neden anlattığımı söylemeden geçmeyeyim isterseniz. Kötü bir olayı bir başka kötü olay ile açıklamak değildir niyetim. Benim derdim, Avcı’ yı yargısız infaz edenlerin, ‘çifte standartlı’ beyinlerinin MR’ ını çekip, ellerine vermektir. Onlar için röntgen yeterli değildir. Kafalarının içinde objektif ve adil hiç bir şey olmadığını kendileri de görebilirler.!

         Oğlan:Baba bu hafta Şili’deki maden kazasını yaz; Zonguldak’taki ile de karşılaştırma yapma; bizdeki kaza için “kaderdi” deyip geçersin; Şili’deki madende Bolivyalı bir işçiyi devlet başkanları Evo Morales gelip izlemiş; sana ne; fazla detaya girme. Kafes Eylem Planı neyine gerek, anlattıklarına sanki inanmıyor musun.?” dedi, ailenin diğer üyeleri başları ile tasdik ettiler bu saçma fikri.! İnanmaz olur muyum, elbette inanıyorum, inandığım için yazıyorum çocuklar, olur mu öyle şey.! diye cevap verdim.  Oğlum kafasını sağa sola sallayarak, elimdeki kumandayı almaya çalıştı. Artık kumandada bende değildi; hükümet gibi olmuştum; sadece bağırıp çağırıyorum.!.?

         Kısa süreli bir suskunluktan sonra:  Korkmuyor musun baba?” diye sordu biri. Tereddütsüz bir şekilde: “Korkmaz olur muyum hiç, korkuyorum hem de ne biçim.!” diye yanıtladım o korku saçan soruyu. “Ne kadar korkuyorsun?” soran olmadı. Bu soruyu da sorulmadan “herkesten daha çok” diye yanıtladım. O anda 16. yüzyılda Katolik kilisesinin kara listeye aldığı Portekizli Antonio Ferreira’ nın sözleri geldi aklıma. Yüksek sesle: “Korkuyla yazıyorum, korkuyla konuşuyorum; korkuyla sesleniyorum kendime; endişe etmekten korkuyorum; dilimi tutmaktan korkuyorum”(**) diyerek salondan uzaklaştım.!

İçime doğduğu için söyleyeyim bari: Ben de korkuyorum ama, onlar benden daha çok korkuyorlar!..”

 

Av. Cemil Can

 

DİPNOTLAR:

(*)http://www.odatv.com/n.php?n=basbakanin-uc-esli-danismani-kim--0408101200

(**) Bu kıssadan hisseyi Emekli Tarih Profesörü Salih Özbahar’ın Cumhuriyet’te 13.10.2010 tarihinde yayınlanan bir yazısından öğrendim.

 

 

 

 

Diğer Haberler

TrabzonSporKlübü

Nasa

Kentim_İstanbul

Doga_İcin_Sanat

ABD_USA

Department_State

TelerehberCom

Google_Blog

Kemencemin_Sesi

Kafkas_Music

Horon_Hause

Vakıf_Ay

Dogal Hayatı_Koruma

Seffaflık_Dernegi

Telerehber

Sosyal_Medya

E-Devlet

Türkiye Cumhuriyeti

BACK TO TOP