HİZBULLAH VE BİZİM PARTİLER

Son Günlerde-Taşları Bağlayıp Köpekleri Serbest Bırakmak-Deyimiyle Örtüşen Gelişmeler Yaşanıyor.

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

HİZBULLAH VE BİZİM PARTİLER

Son Günlerde  “Taşları Bağlayıp Köpekleri Serbest Bırakmak” Deyimiyle Örtüşen Gelişmeler Yaşanıyor.

 

“HİZBULLAH” (1) VE BİZİM PARTİLER.! Son günlerde  “taşları bağlayıp köpekleri serbest bırakmak” deyimiyle örtüşen gelişmeler yaşanıyor. Yüzlerce kişiyi, Allah rızası için  “domuz bağı” ile bağlayıp canlı canlı toprağa gömerek, üzerine beton atan müteahhit; HİZBULLAH adlı terör örgütünün, militanları serbest bırakılmış! “Hukuk Devleti”de olur böyle şeyler. Doğal olarak kurbanların aileleri tedirgin! Katiller cezaevi önünde “korsan miting” düzenleyip halay çekiyorlar. Örgüte yakın internet sitesinden gözdağı da veriliyor. Caniler devlet ile alay ediyor, kimin umurunda…

Hükümet gelişmelerin bu noktaya doğru geleceğini önceden biliyordu kuşkusuz. Sürpriz olarak yaşanan bir şey yok. Elhamdülillah! Katiller aramızda dolaşınca, insanlardaki tedirginlik de artıyor, hepsi o kadar. Bugünler için can güvenliğini sağlamakta “içeriye düşmek” daha iyi bir seçim. Can Yücel’in dediği gibi: “Biliyorum, biliyorum. İçerisi de bombok, dışarısı da bombok. Ama hiç olmazsa içeride, içeriye düşme korkusu yok.”

Aklına gelen bir şey söylüyor. Halkın yaptığı espriler ise, Nasrettin Hoca’yı aratmıyor bugünlerde. Aziz Nesin’in yazdığı ve Ali Poryazoğlu’nun sahneye koyduğu “Deliler Boşandı” oyunu yaya kalır bu yaşananların yanında. “Orostopontopolis Tımarhanesi”ne kapatıldıktan sonra, hastane yönetimini ele geçiren üşütük; fettan dilber, Madam Arşulaz’ın, rolünü kapmak için kıyasıya bir yarış var! İktidarda bulunanlar Madam Arşulaz’ı aratmıyor maşallah!...  Anlayacağınız Anadolu bir büyük açık hava tiyatrosu gibi. Bir saniyeliğine bile perdeleri kapanmıyor; yirmi dört saat oyun oynanıyor hayatımız üstüne.!

AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ: ”İstenirse ‘bir günde’ dosya bitirilebilir” diyor Yargıtay’da. On binlerce sayfa tutan dosyayı, bir günde bitirmek mümkün galiba! Dosyayı okumadan kararı “onayın” diyor iktidarın sözcüsü. Yargısız infazın en acımasızca olanını öneriyor hükümeti adına. Yeter ki, kendileri kusurlu gösterilmesin. Bence AKP’nin “adalet anlayışını” en güzel özetleyen cümle bu olabilir...

Alt sınırdan uzaklaşma gerekçesini yazmak, oldukça zor olduğundan, ceza mahkemelerinde genellikle alt sınırdan uzaklaşmadan ceza tertip edilir...  Cezaların % 90’ından fazlası 10 yıldan daha azdır kanunlarımızda. Bundan anlaşılıyor ki, pek çok suçtan yapılan yargılamaların uzaması halinde, yargılama sonunda verilecek cezalar da tutuklulukla birlikte çekilmiş olacak! Bir tür “peşin cezalandırmak” yani; adalet işleri “yargısız infaz”larla  yürütülecek anlaşılan!.. Silivri’de yapılanlarla da bunun ilk işaretleri verildi zaten…

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda zarfları daha açılmamış 50 bin dosya var. Bozdağ, eleştirmeye devam ediyor: “Yargıtay Başkanı’nın açıklamaları Yargıtay’ın mazeretlerini sıralamaktan ibaret bir açıklama gibi geldi bana. Yargıtay’da üyeler ve başkanlar bütün dosyaların klasörlerini tek tek açıp okumuyor” diyerek, önceki fikrini tekrar ediyor aslında. Hükümet adına yüksek yargıçları “okumamakla” itham ediliyor. Sanki hükümet üyeleri ile destekçilerinin gözleri şiş olmuş okumaktan! Aslında Bozdağ, dosyaları okumadan karar verin ve bizim eleştirilmemize engel olun diyor. Hükümet adına yapılan bu açıklamadan sonra, Madam Arşulaz rolünü,  ona versek daha adil olacak;  bunu fazlasıyla hak etmiş.!

Adalet Bakanı: “UYAP’tan 980 tahliye dosyası olduğunu biliyorduk” demiş. Mahkemeleri kontrol altında tutmak ayrı bir ayıp, onu geçelim şimdilik. Önceleri Yargıtay’ın üye sayısını 250’den 150’ye, daire sayısını da 32’den 20’ye düşürmek isteyen hükümet, yeni HSYK’nın ardından, bu kez üye ve daire sayısını artırmak istiyor. Acaba neden.?

Halen Yargıtay’da 20 üyelik de boş duruyor. “Tıkanıklık yüksek yargıda, müdahale şart” sloganıyla ortaya çıkan hükümetin, “yargıya ele geçirmek” hesabı içinde olduğu son derece açık. AKP döneminde göreve başlayan hâkim ve savcıların çoğu, “yandaş” olmasına karşın, meslekte kıdemleri yeterli olmadığı için, yüksek mahkemeye kadar gelememişler. AKP’nin bütün derdi, iktidardan düşmeden, bunları da önemli mevkilere getirebilmek! Yargıda tıkanıklığı aşabilecek olan ve gerçek anlamda “yargı reformu” sayılan “İstinaf Mahkemeleri” ni yasaya rağmen, çalıştırılmaya başlamamış olmanın bir açıklaması olmalı. Adalet Bakanlığı parasal bir sorunları olmadığını defalarca vurgulamıştı. Peki, bu gecikme nedendir o zaman?  Her zamanki gibi yanıt yok.!

2005 yılında dosya sayısı 724 bin iken, 2010 yılında bu sayı 1 milyon 869 bine yükselmiş. Neredeyse herkes birileriyle davalı... Nedense davaların çoğunda, Başbakan davacıdır, o da biraz tuhaf değil mi?.. Başbakan vatandaşları dava eder mi.?

TCK’ nun mantığına göre, tutukluluktaki uzatma süreleri, temel alınan sürenin yarısı kadar belirlenmiştir. 102 maddenin 1. fıkrasında, ağır ceza mahkemelerinin görevine girmeyen işlerde, tutukluluk süresi en çok bir yıl olarak belirlenmiştir. Ancak bu süre zorun hallerde, gerekçe gösterilerek altı ay ( temel sürenin yarısı) kadar uzatılabilir. Aynı şekilde 2. fıkrada, ağır ceza mahkemelerinde temel tutukluluk süresi iki yıl olarak belirlenmiş. Bu süre de zorunlu hallerde gerekçe gösterilerek (temel sürenin yarısı) bir yıl kadar uzatılabilecektir. Böylece toplam tutukluluk süresi 3 yıl eder. Doğru yorum ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kabul ettiği “makul süreye” uygun olan bu yorumdur. Zaten uzatma süresinin asıl süreden fazla olduğunu düşünmek, mantığa ters düşer. Futbol maçları düşünün, takımlar 90 dakika oynayıp berabere kaldılar; uzatma süresini 120 dakika olarak koydunuz. 90 dakikadan sonra 120 dakika oyun oynanır mı.? Şimdi de tutukluğu göz önüne getirin ve tutuklu olan sizsiniz diye düşünün. Bu olay için “duygudaşlık” yapın bir kere. Böyle bir yasayı adil kabul edebilir misiniz? Yasayı yapanın eline sağlık der misiniz.?

İşin doğrusu yukarıda anlatıldığı gibidir. Gerisinin çağdaş hukukla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Ne var ki, hükümet tutukluluk süresi 2 artı 3 olacak şekilde anlaşılması için 102’nci maddinin 2’nci fıkrası bilerek, çok kötü bir şekilde kaleme almıştır. Bu da ayrı bir gerçektir. Amaç bu şekilde elde edilecek olan 5 yıllık süreyi, Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemelerinde (2 kat) 10 yıl olarak uygulayabilmekti! Bu “adalet” anlayışına ben her zaman hayran olmuşum!.. Muhalifleri 10 yıllığına tık içeriye.!

Bu arada “Hizbullah Davası” sanıkları da tahliye edilecekmiş, kimin umurunda? Hükümetin bütün derdi, “Ergenekon Mahkemeleri”nde tutuklanan şüphelilerledir… Bu durumu öngören hükümet, bu şekilde fiili bir durum da yaratarak  “af kanunu”  çıkarmak için kamuoyunu hazırlıyor. Bunu da göz ardı edemeyiz. Olası iktidar değişikliğinde, dokunulmazlıklar nedeniyle bekleyenlerden başka, bu beylerin görülecek daha çok davaları olacak. Bu fırsattan yararlanarak,  onlardan da kurtulmanın hesabını yapıyorlar.! Olası “af” kanunundan APO yararlanacak mı.? Onu bilemem. Üniversiteye dönüşü sağlanan Apo’nun, siyasete dönüşüne halk henüz hazır değil galiba. Ona da zaman içinde hazmede hazmede alışacaklar. Bu halk neleri hazmetmedi ki.!

26 Ekim’de Yargıtay’a gelen “Hizbullah Davası”  84 klasör, 40 bin sayfa belgeden oluşuyor. Ocak ayı başında da duruşma için gün verilmiş. 5 yıl Adli Tıp’ta bekletilen 40 bin sayfalık dosyayı, hükümet 2 ayda okuyun diyor? Hükümet belge okumayı üfürükçülük sanıyor galiba! Hayatında hiç kitap okumadığı belli olan Bekir Bozdağ, bu işin “bir günde” olabileceğini söylüyor. Aynı şekilde okumakla arası hoş olmayan pek çok kişi, bu yalana inanıyor. Çünkü hepsinin ortak yanları; okumamak.!

Ülkemizi “okumaya yabancı” olanlar yönetiyor! Ne yazık ki, kitap okumaktan ve okuyandan nefret eden bir seçmen “profilimiz” var. Bu kesimin duygularına tercüman olan, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın, okur yazar olanlara karşı yönelttiği: Değişime karşı çıkan, çağın nabzını tutamayan statükonun kibirli mensupları…" şeklindeki haksız ve yersiz suçlamaları da bu nedenle garipsenmiyor.!

Bilmediği halde sorulan adresi “ıkınarak” tarif etmeye çabalayan insan tipi, bir tek bizde var.  Adamı boşuna yere ne diye dolandırırsın be adam! “Bilmiyorum” deyip çıkabilirdin işin içinden! Bizim insanımız bu, her şeyi bilmek zorunda hissediyor. “Bilmiyorum” diyemez bir türlü. Öğrenmekte öğrenmez mübarek. Hiçbir temel bilgisi olmadığı halde, her konuya maydanoz olması, bu nedenle değil mi zaten.?

Sayısal üstünlüğü tartışmasız olarak kabul edilen ve  “bizden” olarak tarif edilen bu seçmen kitlesi, ilk önce sağlam bir fikir sahibi olduğuna inandırılır. Sonrası kolay arkadan gelir zaten. İnandığı “sapkın fikirler” etkileyici bir erkek sesi ile azarlama tonunda tekrar edilince, bunların ne kadar da “isabetli” olduğuna inanarak, kendilerini “ulema”dan sayabilirler. Ne de olsa pek çok insanın, yıllarca okuyarak öğrendiği şeyleri, onlar doğuştan biliyorlardır. Şu Tanrı vergisi özelliğe bakar mısınız.? En son aşamada sıra, herkesin bilebileceği ve halen savunulmakta olan o “eski” fikirlerin karşıtını savunmaya (!) gelir! Onu savunurlar ölesiye.!

Ne yazık ki, bizim insan malzememiz böyledir. “İnsan Kaynakları” birimine bu şekilde rapor ediyorum. Kör kütük cahil olan bu ezici çoğunluğu örgütledin mi, dünyanın en tehlikeli silahı, artık senin elindedir! Nükleer silahları boş verin siz. Yürek dediğiniz en güçlü silah insanda bulunur. Cahil ve inanmış bir insanın, yüreği havadaki füzeyi bile vurur. Füze kalkanına gerek duyulmaz. Adam Allah rızası için oturur füzenin üzerine, onu olduğu yerde imha edebilir!.. En tehlikeli ve tükenmez silah elinizdedir ha gayret. Dilediğinize “one minute” deyip efelenebilirsiniz.!

Körler ile sağırlar; ancak bu şekilde birbirini ağırlayabilirler.! Biraz da iktidar nimetlerinden dağıttınız mı, yemeyin de yanında yatın.! 20 yıl iktidarda kalacağınızı garanti ederim. Bir örnek mi vermemi istediniz? Buyurun veriyorum: Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Gökçek’in durumu bu anlattıklarıma tıpa tıp uyuyor. Başkanın 20 yıldır dişe dokunur bir icraatı var mı? Her seçim döneminde kendisini Yavuz Döneminin İstanbul Şehremini (2) ile karşılaştırır; biraz kömür, biraz bulgur, birkaç paket de makarna dağıtarak, Ankaralıların oylarını alır.! Ankaralılar bu durumdan şikayetçi mi.? Hayır! Erdoğan da aynı yolda ilerlemiyor mu.?

Yolumuz uzun,  “durmak yok yola devam” başka bir anlama mı geliyor sandınız.?

Bir tek Allah’ın önünde kul, yasaların önünde yurttaş olarak eşit olan bireyler, biliyorsunuz ki, bilgi ve diğer hususlar bakımından asla eşit değiller. Bu son derece açık bir olgudur… Bu konuya girmeyelim isterseniz; dananın kuyruğunun koptuğu yer burasıdır. O bakımdan bu konuya girmedin mi halkla bir sorunun da olmaz. Halk seninledir, acınacak halde olmasına rağmen, yine de sana acıyıp sahip çıkar.  Bir tek, kendisine ayna tutandan nefret eder, onlardan hiç hoşlanmaz. Ayna tutarak, onları içinde yaşadıkları “düş dünyasından” uyandıranları hiç sevmez bu millet. Ve bu nedenle de onları “statükonun kibirli  mensupları” olarak niteleyip, uzak dururlar.! İktidarların “kibirsiz” mensupları, bu durumu “halkın içine girememek” olarak tanımlayıp bugüne kadar yutturabildiler bize!.. Bu gidişle aynı dolmaları daha çok getirecekler önümüze.! Ama yutmayacağız bu sefer, maymunun gözü açıldı nihayet.!

 

Av. Cemil Can

 

DİPNOTLAR:

(1) Hizbullah, Arapça: حزب الله‎, Allah'ın partisi demektir.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Hizbullah_(L%C3%BCbnan)

(2) Osmanlı Döneminde Belediye Başkanı

 

 

Diğer Haberler

TrabzonSporKlübü

Nasa

Kentim_İstanbul

Doga_İcin_Sanat

ABD_USA

Department_State

TelerehberCom

Google_Blog

Kemencemin_Sesi

Kafkas_Music

Horon_Hause

Vakıf_Ay

Dogal Hayatı_Koruma

Seffaflık_Dernegi

Telerehber

Sosyal_Medya

E-Devlet

Türkiye Cumhuriyeti

BACK TO TOP