DEMOKRATİK VE SOSYAL BİR PARTİ, MÜMKÜN MÜ.?

DEMOKRATİK VE SOSYAL BİR PARTİ, TÜRKİYE’DE MÜMKÜNMÜDÜR.? - II

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

DEMOKRATİK VE SOSYAL BİR PARTİ, MÜMKÜNMÜ.?

DEMOKRATİK VE SOSYAL BİR PARTİ, TÜRKİYE’DE MÜMKÜNMÜDÜR.? - II

-ÖZNEL DURUM-

Birinci bölümde sorunun daha çok objektif yanını ele aldık, bu bölümde ise sübjektif boyutuna değinerek panoramayı tamamlayalım derim.

Basitten karmaşık olana doğru yola çıktığımızda öncelikle Alevi toplumunu ele alalım derim; Anadolu Aleviliğini IŞIKCILIK olarak(Abdallar, Bektaşiler, Rafıziler, Kalenderiler, Haydariler, Melamiler, Babailer, Ahiler, Torlaklar, Simaviler, Tahtacılar, Kızılbaşlar vb.) kısmi veya bütünsel biçimde Rum, Türkmen, Yörük ve Kürtler arasında yer bulduğunu görürüz.

İslamiyet’in henüz girmediği dönemlerde Alevilik Anadolu ve Mezopotamya topraklarında IŞIKCILIK olarak vardı. Ve bu hareket, Hıristiyanlık altında o dönemde Anadolu ve Mezopotamya da yaşayan tüm halklar arasında yaygın şekilde yer edinmiştir. Bunlar içerisinde Ermeniler de vardı. Ayrıca Arap Aleviliği vardır ve onlar da Nusayri’lik olarak bilinir;

İsmaillilik, Dürzilik, Hıristiyanlık ile Şiiliğin harmanlandığı bu inanç topluluğu Anadolu Aleviliğinden çıkış noktası olarak farklı olup, Hatay-Adana-Mersin de yoğun olarak bulunurlar. Ülke nüfusunun %40’ını oluşturan tüm bu sosyal güçleri, ne var ki aynı oranda siyaset sahnesinde göremeyiz. Fakat 68 Başkaldırısında ki etkin varlıklarına rağmen esas olarak siyaset sahnesine 2013 Gezi isyanıyla çıkmışlardır; 81 ilin 80’in de gösteri yapan kitlelerin kahir çoğunluğu alevidir.

Gençliğin ağılıkta olduğu Gezi Hareketi modern (seküler) yaşama müdahale eden Gericiliğe karşı bir başkaldırı olmuştur ve milyonları etkilemiştir. Bu yönüyle de Çağdaş yaşamdan yana hayatını düzenleyen Sünni ve diğer inanç sahiplerini de etkileyerek ciddi bir muhalefet odağı olduğunu göstermiştir. Gezi direnişinin sosyal içeriği tüm burjuva öğretilerin ötesinde komünal bir yaşamın derin izlerini taşır.

Aleviliğin tarihsel olarak geçmişine baktığımızda hâkim İslami güçler tarafından sürekli olarak katledildiklerini görürüz. Bu da, Gezi İsyanında ki reflekste de görüldüğü gibi temel mevzilenmelerini ve yığınaklarını Anti-Gericilik temelinde yoğunlaştırmalarının nedenini açıklar. Bunun bugünkü anlamı, geçmişteki gibi devletin(yani gericilerin) ulaşamayacağı sarp dağlar kalmadığı ve olamayacağı için modern yaşamın koruyucusu CHP içinde kendilerini güvenceye alırlar. CHP, Hem Cumhuriyet (.!) Hem Laik (.!) İlkeleri Savunan Devlet Güvenceli Bir Yuva Gibidir. Bu açıdan normal koşullarda onların bu yuvadan çıkıp demokratik ve sosyal bir partiye, tüm yürekleriyle istemelerine rağmen kendilerini güvencede görmediklerinden katılmaz ve katılamazlar. Yalnız, gelişen toplumsal ve siyasi olaylara bağlı olarak bu kopuş önce gençlikle, aydınlarla ve giderek de Alevi kitlesiyle olabilir ve olmalıdır da. Tabi CHP kendisini emekçilerden yana Demokratik-Cumhuriyetçi bir parti haline getirmezse bu süreç yavaşta olsa işleyecektir.

Ne var ki CHP’nin, tarihsel bağlantılarını siyaset merkezine yerleştirmesi onun bu atılımı yapmasını engellemektedir. Atatürk ve Cumhuriyeti yeniden yorumlayıp 21.yy.’ a uyarlama konusunda ciddi ve görünen bir çabası olmayan CHP’nin 80 yıl öncesinin geç uluslaşma sürecinin yasaları ile siyasete yön vermektedir. Bu ise hem etnisite hem de inanç konusunda onu tutucu ve çözümsüz yapmaktadır.

Bu açıdan etnisite konusunda ki politikasıyla nasıl Kürt halkını giderek kaybetmişse, inanç konusunda ki anti laik politikasıyla da Alevileri süreç içerisinde kaybedecektir. Bu kaybetme sadece güvenceli bir yapının ortaya çıkmasına bağlıdır.

İkinci sırada Aydınlara geldiğimiz de; ülkemiz de demokrat ve sosyal bir aydın birikimi olsa da bu yığınak, sadece sınıf perspektifinden uzak olduğu için değil uluslararası ve ülkemizdeki ideolojik ve siyasi kırılmalardan olağanüstü etkilendiği için de yalpalayan bir güç görüntüsü vermektedir.

TİP’in kuruluşundan başlayarak hem kendi arasında hem de devlete karşı duruşunda kötü sınavlar verdiğini hatırlıyoruz. 68 kuşağının önderlerinden sağ kalanların önemli bir kesiminin cezaevinde devletle olan ilişkisi ibret vericidir.

Sadece siyasi alanda değil sanat, kültür ve akademik alanda da satılık ve tetikçi unsurları bulmak çok zor değildir. Özellikle AKP’nin yemleme tuzağına düşen aydın unsurların varlığı bu alandaki demokratik ve sosyal potansiyelin sürdürülebilir olduğuna ilişkin şüphe ve endişeleri beslemektedir.

Bu aydınların kahir çoğunluğu AKP ile yaşanan süreçle ile birlikte yani deneme yanılma yoluyla da olsa geri dönüşü sağlayarak omurgalı olduklarını göstermiş olsalar da yeni tuzaklara düşmeyeceklerinin hiçbir garantisi yoktur. Sorun aydınların demokrasi mücadelesinde ki süreklikleri ve istikrarıdır.

AYDIN KAYPAKLIĞI

Aydınların istikrarını elde edebilmek oldukça zor olsa da en azından bunun için gerekli olan yolu biliyoruz. ‘Aydın kaypaklığı’ adı verilen sendromun temel nedeni; sınıf perspektifiyle bakamamak yani bilimsel bir yöntemle tahliller yapıp çözümler üretememektir. Bu ise, sınıf savaşının her aşamasında halkla ve onlarda ki gelişimleri hissedebilecek bir mesafede olabilmeyi başarmak demektir. Bu da, siyasi koku alma duyusunun gelişmesinden yani olayları önceden görüp halkı uyarabilme becerisinden başka bir şey değildir.

Sorunlara sınıfsal açıdan baktığını ileri sürenler dâhil tüm aydınlar arasında da yaygın şekilde var olan ezbercilik, intihal (yazılı eser hırsızlığı), taklitçilik, tembellik, sağa-sola savrulma, yalakacılık vs.yi, hâkim sınıf aydıncılığının tipik belirtileri olarak sayabiliriz.

Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen ülkemizde ki aydın potansiyelinin çok sağlam temellere dayandığını ve her zaman ezilenlerin yanında mevzilenebilen bir gelişmişliğe ve güce sahip olduğunu da söyleyebiliriz.

Bu açıdan Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli bu konuda örnek verebileceğimiz iki değerdir. Ne var ki bu gelişmişlik ve güç, değişik siyasi grup, parti ve hizipler arasında bölünmüştür ve çoğu zaman ortak bir melodi yerine akortsuz ve cırtlak sesler korosu halindedir. İşte bu da, demokratik ve sosyal bir partinin oluşumu için, aydınlar arasında ki en önemli zaaflardan birini oluşturur.

Aydınlarımız gerçekten dünyayı doğru yorumlamakta ve bu uğurda büyük bir çaba içindedirler. Fakat çok azı dünyayı ezilenler lehine değiştirmek için gerekli olan bir çabayı göstermektedir. İşte bu açıdan demokratik ve sosyal bir parti onlara bu yolu açacak en önemli projedir.

Yeri gelmişken belirtmeliyim ki; 1993-4 yıllarında ülkemiz için gerekli olan demokratik ve sosyal bir parti çalışması yaptığımızda bu çatı örgütlenmesi içine bu projeye karşı olan ne kadar devrimci aydın varsa-yürüdükleri yolların iflas etmesiyle-doluştular. Ne oldu.?

Ne olmadı ki.? Bu proje için yıllarca emek harcamış öncüleri tasfiye edip ‘projenin içine oturdular.’ Sonra da bildiğimiz gibi yapıyı bir hizbe teslim edip çatıyı kaldırdılar ve betonarme yaptılar. Demokratik ve sosyal bir partinin oluşmasında bu tip aydınların başlangıçta hiçbir katkısı olmayacağı gibi aksine en büyük tehlikeyi oluştururlar. Demokratik ve sosyal bir parti de aydınların var olabilmesi, üretip, gelişim sağlayabilmesi tamamen şu formüle bağlıdır: Kendim için bir şey istiyorsam namerdim!

Şimdi de Kürt Özgürlük Hareketi’nin, kurulacak demokratik ve sosyal bir partide ki işlevine bakma zamanımız gelmiş bulunuyor.

Bugün HDP, geçmişteki mirasçısı olan partilerden farklı olarak Türkiye Partisi iddiasını sözde değil özde gerçekleştirmek için büyük çaba harcıyor ve mesafe kat ediyor. Bu projenin vücut bulmasının, Güney Kürdistan’da ki tartışmaları izlediğimizde, onların PKK ya yönelttikleri eleştirilere baktığımızda, Türkiye dışındaki politikalardan oluştuğunu tek başına söyleyemeyiz.

Burada Abdullah Öcalan’ın çizdiği teorik-siyasi haritanın bir yol haritası olarak ele alındığını, dolayısıyla Türkiye Partisi projesinin ana hatları itibariyle onun eseri olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bizlerinde dile getirdiği bir proje vardır.

Bu iki önerme arsında ise bir fark vardır: A. Öcalan tarafından önerilen temel perspektif doğru fakat genel bir yaklaşımdır: Askeri terimlerle ifade edecek olursak taktik yönergeleri net olmayan bir stratejidir. Bizim ki ise; Türkiye Partisi stratejisinde, çalışma tarzı dâhil tüm adımların tüm dinamikleri dikkate alan ve esas olarak ülke koşullarına, ülkenin batısındaki kitleselleşmeye yönelik taktiklerden oluşmaktadır. Burada önemli olan, bu hareketin Türkiye Partisi girişimini, sahici kılabilmek için çabalarımızı artırmaktır.

Kürt devrimcilerini de içine alan, (salt Kürt yurtseverliği üzerinde yükselmeyi hedefleyen strateji yerine) ANADOLU VE MEZOPOTAMYA DEMOKRASİ HAREKETİNİ amaçlayan yeni ve kaçınılmaz demokratik ve sosyal bir partinin oluşumunu sağlamak gerekir. Böyle bir dönüşüm aslında başlamıştır. HDP’nin son Cumhurbaşkanlığı öncesi başlattığı Türkiye Partisi projesi bu yönde ki önemli bir gelişmedir. HDP’nin dönülmez bir yola girdiğini hatta dogmaları şimdilik sarstığını ama ilerde bunları en azından beyinlerde yıkacağını hep birlikte göreceğiz.

Bu partinin ve hareketin bu olumlu ivmesi yanında onunla paralel yürüyen olumsuzlukların çatışmalarına bugünden şahit oluyoruz. Bu çatışmanın giderek ‘olmak veya olmamak, hepsi bu!’ diyen dramatik kaçınılmaz bir sona doğru ilerlediğini söyleyebilirim. Bugün ülkemizde silahlı mücadelenin şartları olmadığından hatta Kürt Özgürlük Mücadelesinde de bunun miadını doldurduğu telaffuz edilmişken siz hangi Türkiye Partisini ve onu nerede inşa edeceksiniz.?

Kürt potansiyeli çok ciddi oranda, AKP ve RTE’nin taahhütleriyle umutlandırılmış ve sersemletilmişken yine bu güçlerin İslami Diktatörlük hedefini geç de olsa deşifre eden HDP sayesinde toparlanmış ve eskisinden daha bilinçli ve güçlü bir şekilde siyasi arenada yerini almıştır.

Kürt potansiyelinin içinde ki İslami yığınak siyasallaşmadığı oranda bir tehlike arz etmez. Çünkü bu İslami güç feodal ağalara, Şıhlara ve şeyhlere şimdilik bağlı değildir. Onlar özgürlük savaşının birer unsuru olarak dönüşümün içindedirler. Fakat onları sağlamlaştırıp demokrasi cephesinde kalıcı hale getirmek demokratik ve sosyal projelerle başarılacak bir iştir.

Kadınların, Kürt Özgürlük Hareketi için de devrimsel bir dönüşme sahne olmaları göz kamaştırıcı fakat sürdürülebilir demokratik parti işleyişiyle mümkündür. Feodal ve geri unsurların dönüşümü örgütsel tedbirlerin çok ötesinde, hem sınıfsal hem de sosyal politikaları zorunlu kılar.

Bu açıdan Kürt potansiyeli, bugünkü iç savaş koşullarına ve tüm olumsuzluklarına rağmen Demokratik ve Sosyal bir Partinin inşasında veya gelişmesinde kilit rolünü korumaktadır.

Benim için en önemli dördüncü potansiyele yani İşçi sınıfı ve emekçilerin incelemesine gelmiş bulunuyoruz.

İşçi sınıfının objektif varlığının inkârını, aynı şekilde onun sübjektif değerlendirilmesi yapılırken de ‘Elveda Proletarya.!’ diyen bir anlayış takip etmektedir.

Teknoloji tarafından hipnoz edilmiş ‘Sol’un temel tespiti; proletaryanın artık nicelik olarak var olamayacağını dolayısıyla da onun nitelik bir özelliğinden bahsetmenin saçma olacağıdır.

Şüphesiz bugünkü duruma baktığımızda 30 yıl öncesinden yapılmış olan bu tespitin doğru bir öngörüyü içermediği açık. İşçi sınıfı tüm hırpalanma, parçalanma ve ötekileştirmelere rağmen varlığını koruyor ve korumaya da devam edecek. Hatta robot işçiler dünyayı sarsa da bu böyle olacak.

Nedeni ise açık:

Birincisi, Emperyalist-Kapitalist sistem, rekabet koşullarının bir sonucu olarak daha ucuz emek yoğunluğuna yönelecektir. Bu yöneliş, yani daha fazla kar hırsı, robotların grevsiz, sendikasız sessiz dünyasına karşı tercih edilme eğiliminin ana motorudur. Çünkü robotlar yarı değişmez sermaye olarak oldukça pahalıdır.

İkincisi, yeni iş kuruluşu, en modern teknolojiyle teçhiz edilse bile, insan emeğine (hem kafa hem kol emeği olarak) ihtiyacı zorunludur. Kaldı ki robotlar dünyası öncesinde ki sınıf savaşları, robotlardan oluşan bir dünyayı sosyalizme armağan edebilir.

Eğer bu gün için bir değerlendirme yapacaksak olursak ülkemde işçi sınıfının mücadele ve örgütlülük derecesi yetersiz ve içerden çürütülmüştür. Bugün siyasi mücadelede ön planda olan Kürt özgürlük taleplerinin biran önce sonuca ulaşmamasının arkasında yatan esas neden budur.

Yani işçi sınıfı henüz demokrasi mücadelesinin başını çekebilecek birikim ve bilinçten yoksundur. Örneğin, ülkemizde, özellikle TÜRK-İŞ’e bağlı sendikaların kasalarında ki paralar ve edindikleri gayrı menkuller, işçi sınıfının devrimci eğitiminde ve iktidar yürüyüşünü başlatmasında en etkin araçlardan biridir. Fakat bu sendikaları kontrol edenleri yani sendika ağalarını, egemen sınıflar, komünistler ‘iğfal’ etmesin yani kandırmasın diye her birine bekâret kemeri takmıştır.

Bu bekaret kemeri ki yüksek maaşlar, geniş imkanlar, üstün kariyerlerden ve devletle olan ilişkilerde ki ayrıcalıklardan oluşur. Objektifimizi zum yaptığımızda her şeye rağmen DİSK’in diğer sendikalardan farklılığını görürüz.

Bu farklılık ne yazık ki nicelik ve nitelik olarak çok ilerde değildir: SİYASİ GERÇEKLERİ AÇIKLAMA KAMPANYASI’nın yürütülmesi için gerekli sınıf eğitimi ve eylemleri yapacak düzeyde değildir. Fakat DİSK, TÜRK-İş’in geleneksel uzlaşmacı yanına karşı mücadele geleneği ve ilerici kültürüyle ön plandadır.

Sınıf açısından en önemli olumsuzluklardan biri de işçi sınıfı partisi olarak kendini tarif eden onlarca sol grubun varlığıdır.

Bunların grupçu çalışmaları işçi sınıfı ve emekçiler arasında ciddi bilinç kaymasına ve moral bozukluğun oluşmasına neden olmakta ve geçmişte ki olağanüstü boyutlardaki yaşanmışlıklar (Grupların birbirlerini patrona ihbar etmeleri, silahlı çatışmalara varan mücadele biçimleri, sendikal örgütlenmelerde ki işçi satma vb. sayısız olumsuzluklar) onların bilinç sıçramasında ki en büyük engeli oluşturmaktadır.

Sadece bir konuda, siyasi çalışma konusunda örnek vererek hem işçi sınıfının bilinç düzeyini hem de ülkemizde her hangi bir işçi sınıfı partisinin varlığını ölçebiliriz. Bu ölçü, sadece ve sadece siyasi mücadele anlayışında kendini ifade eder ve biz sadece buna bakmalıyız derim:

İşçi sınıfı, demokrasi mücadelesinin başını çekmediği müddetçe o ülkede gerçek ve hedefe ulaşabilecek bir siyasetten ve bilinçten bahsedemeyiz. İşçi sınıfının bilinç düzeyini belirleyen temel yöneliş ise: kendi dışındaki ezilen sınıf ve katmanların sorunları için mücadelenin başını çekmesidir. Yani işçi sınıfı, üreticilerin, kadınların, Alevilerin, Kürtlerin, Çevrecilerin vb. vb. kesimlerin yürüttüğü mücadeleye sadece destek olarak değil aksine bu mücadelenin başını çekmeye başladığında işte o zaman onun bilinçlendiğinden, işte o zaman siyasi mücadelenin başını çektiğinden bahsedebiliriz. Bu baş çekme; devletin yarattığı her haksızlığa karşı mutlaka dev eylemlerle değil, basit ve sıradan da olsa değişik eylem biçimleriyle kendini gösteren destek, dayanışma ve paylaşımlardır.

Eğer böylesine bir mücadeleyi herhangi bir parti veya grup yapıyorsa işte o parti veya grup işçi sınıfının partisi olmayı hak etmiştir.

Var mı Böylesi Bir İşçi Sınıfı Veya Parti.? Örneğin Cizre’de, devletin yaptığı katliama bırakalım dev gösterileri, yemek boykotuyla da olsa tepki ve dayanışma gösteren bir işçi sınıfı var mıdır.?

Kararı siz verin. Bu vb. Marksist ilkeler unutularak siyaset yapılamayacağı gibi yapılanlara da küçük-burjuva siyasetçilik diyebiliriz.

İşçi sınıfının ve emekçilerin ülkemizde, tüm olumsuzluklara rağmen, Demokratik ve Sosyal bir partinin inşasında temel ve yönlendirici rol oynamasının imkân ve şartları mevcuttur diyorum.

İsterseniz III bölümde DEMOKRATİK VE SOSYAL BİR PARTİ ’nin önündeki stratejik engelleri ele alalım.

16.09.2015 Selçuk Şahin Polat

 

Selçuk Polat, Mersin–Nisan.2016–selcuk-sahin-polat@hotmail.com,

http://www.medyagunebakis.com/ -okkesb@turkfreezone.com,

https://twitter.com/okkesb E.mail: okkesb@telmar.net,

https://www.facebook.com/okkes.bolukbasi,- okkesb@gmail.com,

Selçuk Polat, Mersin–Nisan.2016–selcuk-sahin-polat@hotmail.com,

 

Diğer Haberler

TrabzonSporKlübü

Nasa

Kentim_İstanbul

Doga_İcin_Sanat

ABD_USA

Department_State

TelerehberCom

Google_Blog

Kemencemin_Sesi

Kafkas_Music

Horon_Hause

Vakıf_Ay

Dogal Hayatı_Koruma

Seffaflık_Dernegi

Telerehber

Sosyal_Medya

E-Devlet

Türkiye Cumhuriyeti

BACK TO TOP