DIŞ POLİTİKADA BAŞARISIZLIK

Türkiye'de Politika Yapıcılarının Çabaları Sonucunda İstenilen Amaçlara Ulaşılıp Ulaşılmayacağı Ve Hatta Bu Amaçların Tam Olarak Ne Olduğu Belirsiz.

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

Haber

DIŞ POLİTİKADA BAŞARISIZLIK

Türkiye'de Politika Yapıcılarının Çabaları Sonucunda İstenilen Amaçlara Ulaşılıp Ulaşılmayacağı Ve Hatta Bu Amaçların Tam Olarak Ne Olduğu Belirsiz.

2014’ün Ağustos ayında, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, Adalet ve Kalkınma Partisi, yeni başbakanın, 2000’lerde Erdoğan’ın dış ilişkiler danışmanı olarak şöhret edinen ve 2009’dan beri dışişleri bakanı olarak hizmet veren uluslararası ilişkiler uzmanı Ahmet Davutoğlu olacağını açıkladı.

Uzmanlar, Davutoğlu’nun iç politikada bu hızlı yükselişini oldukça değişken olan siyasi ortamda, Erdoğan’ın güvenini kazanma yeteneğine bağlıyor.

Hükümet çevrelerinde, dış politikada vizyon sahibi olarak tanınan Davutoğlu ve ekibinin başbakanlığa yükselmesi bu başarılarının tasdik edilmesi olarak da yorumlanabilir, ancak yeni hükümeti zorlayacak olan da tam olarak bu vizyonun başarısızlığa uğruyor olmasıdır.

Geçen zaman içerisinde, Erdoğan ve takipçileri tarafından kurulma hedefi birçok defa dile getirilen ‘Yeni Türkiye’, her ne kadar tüm yurttaşlar açısından temel haklara saygılı ve demokratik bir ülke olarak tanımlansa da, bugünlerde eleştirmenler gözünde gittikçe daha çok hırslı ve otoriter bir rejim olarak ortaya çıkıyor.

2002’de, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesinden bu yana, Türkiye’nin dış politika tercihlerinin gözden geçirilmesi ‘Yeni Türkiye’ planının da bir parçası oldu. Erdoğan’ın Davutoğlu’nu da kapsayan dış politika takımı, ulusun diplomatik geleneklerinin, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren üç farklı açmaz içerisinde olduğuna inanıyor.

Bunlardan ilki, bölgeyle ilgili olarak, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gücüne vizyon eksikliği sebebiyle erişememesidir. [1] İlk düşüncüyle ilgili olarak da, ikincisi ise laik, cumhuriyetçi elit kesiminin İslam uygarlığını hor görmesi sebebiyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olan Türkiye’nin kendi tarihinin önemini farkına varamamış olmasıdır.

Üçüncüsü, elit kesimin soyutlanma politikasının dış politikayı cansız ve diplomatik ilişkilerle sınırlaması ve dolayısıyla ileriye yönelik olarak dünyayla bağlantısını görmezden gelinmiş olmasıdır. [2]

2000’lerin ortasında, Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” [3] çağrısı vizyoner bir yaklaşım olarak kamuoyuna sunuldu. [4]

Buna göre, Türkiye, komşularıyla (ve özellikle Orta Doğu ile) lider konumu elde edebilmek adına yumuşak güç enstrümanları (ticari ilişkiler, gayri resmi diplomasi, kültürel varlıklar vb.) aracılığıyla iletişime geçecekti.

Bu yaklaşım iki taraf için de kazançlı bir senaryo öngörüyordu. Türkiye ekonomik ve politik potansiyelini en iyi şekilde değerlendirirken, Orta Doğu rejimleri Batı ile genellikle düşmanca olan ilişkileri arasında sempatik bir ülkenin arabuluculuğunun keyfini çıkaracaktı. Bunun yanında, ayrıca Batı ülkeleri de Amerika’nın Orta Doğu’ya müdahalesinin tam anlamıyla bir felaket olarak görüldüğü bir dönemde Türkiye gibi hevesli bir ortağa sahip olacaktı. [5]

Hükümet, bu sonuca yönelik politika değişiklikleri yürürlüğe koydu: komşu ve Körfez Devletleri ile ticari ilişkiler kuvvetlendirildi, [6] Türkiye’nin resmi yardımları eşi görülmemiş seviyelere ulaştı, [7] medeniyetler arası diyalog inisiyatifleri desteklendi ve tabii ki bölge liderlerinin sempatisini kazanma faktörü de göz ardı edilmedi.

2008 yılında, Erdoğan ve Esad ailelerinin, Türkiye’nin batısında yaptıkları tatil geçmişte de kalsa o günleri hatırlatan önemli bir anıdır. [8]

Buna rağmen, her iki tarafın da kazanmasını öngören plan çok da sağlam olmayan önermelere dayanıyordu; nitekim bu çerçevede Arap Baharı dönemi atlatılamadı.

Davutoğlu’nun planı yumuşak gücün askeri güçle desteklenip desteklenmemesi hususunda açık değildi. Bu eksiklik, 2000’lerde hükümetin aydınlanmacı despotizm olarak gördüğü Beşar Esad ile ilişkileri geliştirmeye çalışırken hoş görülebilir bir eksiklikti, ancak Esad’ın rejim karşıtı protestolara aşırı önlem alması üzerine Suriye’de 2011’de çıkan iç savaş sonrası ölümcül bir eksiklik haline geldi. Güç dengelerinin yanlış anlaşılmasını politika oluştururken şeffaflık ve fikir birliği eksikliği takip etti.

Türk halkına, Osmanlı’nın ayak izleri takip edilerek bölgesel liderliğin geri kazanılacağı söylense de, potansiyel sonuçlar hakkında veya sadece Türk vatandaşlarını sokabileceği tehlikeli durumlar hakkında herhangi bir tartışma yapılmadı.

2011’in sonlarında, Türkiye’nin artan ticaret hacmi ile Orta Doğu’da popülerleşen Türk dizileri gibi konular silahlanan isyancılara ve mülteci akınının kontrol edilmesi gibi konularla yer değiştirince, dış politika söylemleri de hızlı bir şekilde değişti. O günden itibaren, vatandaşlar (ve de yetkililer) güney sınır kapısında kimin ve neyin girip çıktığını takip edemez oldu.

Bunlara ek olarak, dış politika elitlerinin, Orta Doğu’nun dinamikleri hakkında haklı olarak eleştirdikleri Batılı müdahalecilerden daha fazla bilgili olmadıkları görülüyor. Davutoğlu, Suriye’de Esad’a karşı alınacak hızlı bir zafere dair umutlarını birçok defa dile getirdi.

Bu durum, Davutoğlu’nun Esad rejiminin gücü ile Rusya ve İran’ın bu rejimi destekleme konusundaki azmini ne kadar yanlış hesapladığını ortaya koyuyor.

Türkiye’nin Irak ve Suriye’de bulunan Sünni isyancılara askeri ve nakdi yardım yaptığı biliniyor [9], ancak tam olarak kimin ve ne amaçla desteklendiği belirsiz. 2014’ün sonlarına geldiğimiz bu günlerde, diğer tüm uluslararası aktörler gibi Türkiye’nin Irak ve Suriye’nin büyük bir bölümünde yaşanan olaylar üzerindeki kontrolünü kaybettiği görülüyor, ancak Türkiye’nin diğer uluslararası aktörlerden farkı bu durumun sonuçlarından doğrudan etkileniyor olmasıdır.


LİDERLİĞİN VİZYON ÖZELLİKLERİ DE TARTIŞMALI.

Erdoğan’ın İsrail karşıtı söylemleri, Filistin liderlerinin istenilen amaçlara ulaşmak için uluslararası tanınırlık kazanmayı hedefledikleri[10] ve Filistinli olmayan grupların dünya çapında Boykot, Tecrit ve Yaptırım (Boycott, Divestment and Sanctions  BDS) kampanyaları yürüttükleri bir zamanda çok çağ dışı kaldı. Cemal Abdül Nasır tarzı duruş kalabalıkları canlandırıyor olabilir, ancak stratejik herhangi bir değeri yok. Türkiye’den öngörülü bir liderlik aracılığıyla bölgesel krizlerde söz sahibi olması beklense de, ülke,bölgesel veya küresel karar alıcı olarak hedeflerine çok uzak görünüyor.

2014 yılının Kasım ayında, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde geçici üye olarak seçilememesi (2008’de alınan 151 oy bu seçimlerde 60 oya düştü) hükümetin kendini sunuşuyla küresel algı arasındaki uçurumu gösteren bir başka hatırlatıcı durumdur. [11]

Erdoğan yerel mitinglerde kendini dünya lideri olarak tanıtmaktan zevk alıyor, ancak gerçekte ne bölgesel ne de küresel aktörler (İsrail veya Hamas, İran veya ABD, Ukrayna veya Rusya), Türkiye’nin liderliğini kriz durumlarını çözmede yeterli görmüyor.

Erdoğan ve Davutoğlu’nun kendilerinden önceki dönemin Türk dış politikasına ilişkin tanıları hatalıdır.

Cumhuriyetin kurucularının dış politikadaki sade ve müdahaleci olmayan duruşlarının sebebi, onların çekingen, hayal güçlerinin kıt olmalarından ve Orta Doğu’nun değerini anlamadıkları için değildi. On yıldan az bir süre içerisinde Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecindeki felaketleri yaşadıkları için o tarz bir dış politika seçtiler.


O JENERASYON İÇİN SAVAŞ BİR ŞAKA DEĞİLDİ.

Bahsi geçen jenerasyonun yaptığı birçok problemli iç ve dış politika seçimi olmasına rağmen, dış politika vizyonu, 2. Dünya Savaşı, Soğuk Savaş esnasında olası herhangi bir çatışma, İran-Irak Savaşı ve Körfez Savaşı gibi katliamlardan Türk halkını korumuş oldu. Türkiye, 1974’de Kıbrıs’ı işgal etti ve 1990’larda, Partiya Karkerên Kurdistanı’na (Kürdistan İşçi Partisi  PKK) karşı sınır dışı operasyonlar yürüttü, ancak bu müdahaleler uluslararası çatışmalardan kaçınılan bir dönemde istisnalar olarak yerini aldı. Macera aramayan dış politika geleneği cumhuriyetin ilk jenerasyonunun en değerli, ancak kıymeti en bilinememiş başarısı olarak yer almaktadır.


Bu geleneğin eleştirilecek birçok yönünün olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok. İlk ve en önemlisi, Türkiye’nin kendisini bu şekilde soyutlaması, ülkenin demokrasi ve insan haklarını ilkeli bir zeminde korumak için aktif bir duruş sergileyememesine neden olmuştur. Ülke olarak sığınmacıları caydırmak amacıyla kasten muğlak bir göçmenlik ve vatandaşlık rejimi uygulanmıştır. Yakın zamana kadar, yabancı işgali paranoyası, Türkiye’nin neredeyse tüm yakın komşularıyla ilişkilerini gerginleştirmiş ve güçlü devletlerin yanı sıra yerel muhalefetle olan ilişkilerinde de ontolojik güvensizlik duygusu yaratmıştır. Bugünün dış politika elitleri, bu hataları kozmopolit, dışa dönük ve kendinden emin bir tavırla ele alabilecekken, komşu ülkelerdeki iç savaşlara dahil olarak bu değerli fırsatı kaçırdılar.



Türkiye, Irak ve Suriye’de gittikçe büyüyen bölgesel yangının ortasında macera aramayan dış politika anlayışını sürdürebilir mi.?

Bana göre, dünyadan soyutlanmamaya ve yersiz maceralara aynı anda hayır demek mümkün ve gerekli. Türkiye askeri birliklerinin Suriye’de iki nedenden ötürü işi yok: birincisi, sahada bulunan hiçbir aktörün bu yönde bir talebi yok.

Kuzey Suriye’de bulunan Kürtler, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)’e karşı yürüttükleri bölgesel mücadelede Türkiye’nin çok daha fazla yardımcı olmasını bekledi, ancak Davutoğlu’nun sınırda insani yardım koridoru açmayı reddetmesi ve Kuzey Irak’ta ve Kobane’de bulunan Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile koordinasyonu arttırmaması ve hükümetin IŞİD’e yönelik hafifçe savunmacı olmasa dahi, toplamda belirsiz belagatı nedeniyle, Kürtler Kobane kuşatması sırasında öfkelerini açıkça belirttiler. Kürtler (veya Irak veya Suriye’de bulunan diğer hiçbir yerel aktör) Türkiye Silahlı Kuvvetleri’nin kendileri yerine mücadeleye dahil olmasını istemedi. İkinci olarak, Türkiye’nin Suriye’deki rejimin değişmesi için ısrarı, yabancı askeri müdahale için yasal veya politik bir temel oluşturmuyor.

ESAD OYUN DIŞI KALDIĞINDA BİR SONRAKİ HAMLE NE OLACAK?

İktidar boşluğunu kim dolduracak.?

Türkiye hükümetinin Suriye’deki bir rejim değişikliğiyle ülkeye barış ve demokrasi geleceğine dair hayallerine inanmak için herhangi bir sebebimiz var mı.?

Yine de, askeri bir maceraya karşı temkinli olmak tamamen soyutlanmak demek değil. Türkiye, bölgede 1991 yılı öncesi olduğu gibi istikrarlı ulus devlet statükosuna dönüş olmadığı gerçeğiyle yüzleşmeli. Bağdat’ın 1991’deki Körfez Savaşı’ndan sonra Kuzey Irak’taki kontrolünü kaybetmesi, 2003’te, ABD’nin işgal güçlerinin fonksiyonel merkezi bir hükümet kurmak amacıyla yapılan işgaldeki başarısızlığı ve Suriye’deki iç savaş böyle bir sonucu neredeyse imkansız kıldı.

Davutoğlu’nun baştaki ılımlı İslam partileri aracılığıyla bölgede seçimli demokrasiyi getirme fikri de işe yaramayacak, zira bugünlerde Irak veya Suriye’de buna benzer herhangi bir aktör bulunmuyor.


Kimse IŞİD’in kontrol edilemez avantajının devam edip etmeyeceğini bilmiyor, ama her iki halde de Türkiye’nin eskiden Suriye’nin komşusu olduğu bölgedeki yeni komşuları, özerk bir Kürt Devleti, Şam devletinin güçsüzleştirilmiş hali ve bir miktar Sünni isyancı gruplar (içinde IŞİD’in de olabileceği) olacak ve Türk devletinin şu aşamada bunlar üzerinde herhangi bir kontrolü yok.

Eğer Türkiye sonrası için öngörülebilir bir plan yapmadan isyancıları destekleme politikasına devam ederse, büyük ihtimalle hiçbir amacına ulaşamadığı gibi Kürtleri daha da uzaklaştırmış olacak. IŞİD’in tersine bölgede uzun zamandır bulunan ve uzun süre de kalmayı planlayan Suriye Kürtleri ile Türkiye’nin çalışması ve de Türkiye ile Kürtlerin bölgede birbirlerini düşman olarak değil de dost olarak gördükleri bir gelecek kurması ileriye yönelik ve akıllıca bir seçenek olacaktır.

Genel olarak Suriye sorunu konusunda ise, Türkiye’nin en iyi seçeneği, Esad’ı dışlayan tek amaçlı politikasından vazgeçerek bunun yerine Suriye rejimi, isyancılar, İran, Rusya, ABD ve diğer tüm ilgili aktörlerin de bulunduğu müzakere masasında bir yer edinmektir. İleriye yönelikve açık fikirli diplomasi, Türkiye’nin kayıplarını en aza indirmesinde ve bölgesel barış sağlayıcı itibarını geri kazanmasında yardımcı olabilir.

TÜRKİYE’NİN GELECEK SEÇENEKLERİ ÜRKÜTÜCÜ GÖRÜNÜYOR.

Suriye’deki savaş, kaynakları tüketmeye devam ediyor ve Türkiye politika yapıcılarının çabaları sonucunda istenilen amaçlara ulaşılıp ulaşılmayacağı ve hatta bu amaçların tam olarak ne olduğu belirsiz. 1 milyondan fazla Suriye mültecisi ülkeye giriş yaptı ancak mültecilere ilişkin herhangi bir politika belirlenmiş değil. [12] Gittikçe yükselen (ırkçılık derecesi de yükselen) tepkileri sakinleştirmek için hükümet Suriyeli mültecilerin yakında evlerine döneceğini söylüyor ancak bu neredeyse imkansız görünüyor.

Bu yazı kalem alındığı sırada, ABD hava saldırıları ve Kobane direnişi sonucunda IŞİD’in ilerlemesi durmuş gibi görünüyor; ancak gerçekleşmesi kuşkulu olan IŞİD’e karşı hızlı bir zafer sonrası, iktidar boşluğunun nasıl doldurulacağı da belirsizliğini koruyor.

Kaygı verici tüm gelişmelere rağmen, Türkiye hala bölgede yapıcı bir rol oynayabilir.

Davutoğlu ve iktidar, rejimin değişeceği umuduyla kazanılamayacak bir savaşın devam etmesine izin verme vizyonundan vazgeçip bu savaşta Türkiye’nin askeri kuvvetlerinin yer alması fikrini unutmalı. Bunun yerine, ülkenin geçmiş 90 yılda edindiği ve en çok sonuç veren başarısını, macera aramayan dış politika anlayışını benimsemeli. Tüm aktörlerin dinlediği ve ciddiye aldığı bir Türkiye, tehlikeli oyunlar oynayan bir Türkiye’den çok daha güçlü. 1914 jenerasyonu bunu zor yoldan öğrenmiş olabilir, ama biz de zor yoldan öğrenmek zorunda değiliz.

Yrd. Doç. Dr. Onur Bakıner, Seattle University

 

Makaleyi Şu Şekilde Referans Vererek Kullanabilirsiniz:

Bakıner O. (Aralık, 2014),  “Türkiye’nin Dış Politikasında Vizyon Başarısızlığı”, Cilt III, Sayı 12, s.54-60, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (ResearchTurkey), Londra: Research Turkey (http://researchturkey.org/?p=7561&lang=tr)

Son Notlar

[01] Davutoğlu’nun dış politikada yeni vizyon ve faaliyetlerine ilişkin savunmasını görmek için bknz: Ahmet Davutoğlu, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma” SAM Vision Papers 3 (2012).

[02] Türkiye’nin yakın tarihte, Orta Doğu’daki artan etkinliği için bknz: F. Stephen Larrabee, “Turkey Rediscovers the Middle East.” Foreign Affairs (2007): 103-114.

[03] Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik (İstanbul: Küre Yayınları, 2001)._

[04] Svante E. Cornell, “What drives Turkish foreign policy.?” Middle East Quarterly(2012).

[5] Davutoğlu Türkiye’nin sivil ekonomik gücünü ön plana çıkartan bu ilkelerini 2010 tarihli bir yazısında açıklıyor. Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s zero-problems foreign policy.” Foreign Policy 20 (2010).

[06] Türkiye, Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi üyelerinin her biriyle ticareti arttırmak için yollar aradı anca Sudi Arasbitan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile yapılan ticaret hacami çok daha büyüktü. Haim Malka, “Turkey and the Middle East. Rebalancing Interests.” In Turkey’s Evolving Dynamics. Strategic Choices for US-Turkey Relations, Washington, CSIS (2009): 55-7. Ayrıca bknz: Şaban Kardaş, “Turkey and the Gulf Dialogue in the Middle East.” TESEV Foreign Policy Program, November 2012.

[07] Özkan, Güner, and Mustafa Turgut Demirtepe. “Transformation of a Development Aid Agency: TIKA in a Changing Domestic and International Setting.” Turkish Studies 13(4) (2012): 647-664.

[08] Türkiye ile Suriye arasında 2008’de yaşanan yakınlaşmaya iyimser açıdan bir bakış için bknz: Sami Moubayed, “Turkish-Syrian Relations: The Erdogan Legacy.” SETA Policy Brief, October 2008.

[09] “Turkish Inaction on ISIS Advance Dismays the U.S.,” New York Times, October 7, 2014; Patrick Cockburn, “Whose Side is Turkey on?” London Review of Books 36(21) (2014): 8-10.

[10] 2005’den bu yana 30 ülkeden fazla sayıda ülke, Filistin Devleti’ni tanıdı ve tanıyan toplam ülke sayısı 135’e yükseldi. Kasım 2014 itibariyle, İsveç, Filistin Devleti’ni tanıdı ve Birleşik Krallık’ta buna ilişkin tartışmalar hala devam ediyor. Bknz: Sweden Gives Recognition to Palestinians,” New York Times, October 30, 2014; “MPs’ vote on Palestine state recognition is part of growing international trend,” Guardian, October 13, 2014.

[11] UNSC Failure a Strong Message to Turkey on its Faulty Foreign Policy,” Today’s Zaman, October 17, 2014.

[12]   Sayıları yaklaşık olarak 1 ile 2 milyon arasında. Birleşmiş Miletler İnsan Hakları Komisyonu’nun tahminlerine göre, 1.065.902 “bakıma muhtaç” insan bulunmaktadır.

http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224


Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Ocak.2016okkesb61@gmail.com,

http://www.medyagunebakis.com/ –– okkesb@turkfreezone.com,

https://twitter.com/okkesb ––––––– E.mail: okkesb@telmar.net,

https://www.facebook.com/okkes.bolukbasi,-okkesb@gmail.com,

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Aralık.2016okkesb61@gmail.com,


Diğer Haberler

  • DARBE KİMDEN GELİRSE GELSİN KARŞIYIZ..
  • TRABZONLULAR BİRLEŞİNİZ
  • SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI…
  • KUL VE MAHLÛKAT HAKKI..
  • ADAM OLMAK–OLAMAMAK VE GAZETECİLİK
  • SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI..
  • DERNEKLER KANUNUNA MUHALEFET
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP