DEVRİMCİ SINIF SİYASETİ & PROLETARYA

TKP, “İşçi Sınıfı Hareketinin Milliyetçi Ve Dinci Sendikaların Eline Bırakılması”nı, KESK’in “Neredeyse Tamamen Kürt Kimliği Kazan” ması ile Açıkladı.

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

DEVRİMCİ SINIF SİYASETİ & PROLETARYA

“Açılım Bitti…” “90’lı Yıllara Geri Dönüyoruz…” “Olağanüstü Hal İlan Edilsin…” “Öcalan’ın Dışarıyla Görüşmeleri Kısıtlansın…” “Öcalan’ı Asmaya Varız…” Geçen yılın Ekim ayında PKK Barış Grubu üyeleri Mahmur kampından gelerek Habur sınır kapısından içeri girdiğinde “Kürt Açılımı” na dair dört bir yanı kaplayan liberal umut değerlendirmelerinin yerini, kan kokulu salvolar aldı.

2009 Ağustos’unda Polis Akademisi’ndeki “Kürt Meselesinin Çözümü: Türkiye Modeline Doğru” çalıştayıyla başlatılan ve emekli askerler, ordu ve yargı içerisinde yürütülen Ergenekon operasyonlarıyla eşzamanlı tarzda hız verilen “Kürt Açılımı” nın yarattığı hava, KESK yöneticileri ve Kürt belediye başkanlarına dönük KCK operasyonlarıyla tırmanan tarzda yerini sert rüzgârlara bıraktı.

KCK operasyonlarıyla aralarında belediye başkanlarının da bulunduğu bin 500 Kürt siyasetçinin, BDP ve KESK üyelerinin tutuklanması, 300 Kürt çocuğun gösterilerde taş attıkları gerekçesiyle cezaevinde tutulması, DTP’nin kapatılması, askeri operasyonlardaki artış, Güney Kürdistan sınırına tecavüz ve sınır ötesi bombardımanlar, en sonu Barış Grubu üyelerinin tutuklanması. yaygın ifadesiyle “Açılım bitti” vargılarının nedeni oldu.

Girilen evrede, kirli savaşın bildik pek çok askeri ve propagandif malzemesi seferber ediliyor. Kuzey ve havadan da Güney Kürdistan’da askeri operasyonlar, Kürt illerinde, Türk metropollerinde polis operasyonları, en son Hatay’da olduğu gibi “Terörist Sandık” bahanesiyle köylülerin katledilmesi, Muğla’da Şerzan Kurt’un katli, Türk yoğunluklu il ve ilçelerde Kürt öğrencilere, esnafa yönelik saldırılar, mevsimlik işçilerin, emekçilerin hedef alınması, asker cenazelerinin şoven gösterilerle toprağa verilerek ardı sıra BDP binalarına saldırılması…

Fonda ise Kürt düşmanlığı, işçi ve emekçileri çürütücü bir şovenizm, PKK’nin İsrail’in Mavi Marmara gemisine operasyonuyla aynı gün İskenderun’da gerçekleştirdiği eylem bahane edilerek atılan “İsrail’in taşeronu” sis bombası…

Bu ne versen gider pis propaganda ortamı, midesindeki çöpleri kusmak için yer arayanları da harekete geçiriyor.

Belediye-İş Genel Başkanı ve Türk-İş Genel “Eğitim” Sekreteri Nihat Yurdakul, “DİSK ve Genel-İş’i PKK idare ediyor” buyurdu.

Belediye işçilerinin mücadelesini yıllardır baltalayan sendikal rekabet ve PKK üzerinden Kürt düşmanı şovenizm kırması bu sözleri sarfeden Yurdakul’un yakasına ne yazık ki Belediye-İş üyesi işçiler -sözgelimi direnişteki Esenyurt Belediyesi işçileri- tarafından yapışılmadı. Yurdakul, Süleyman Çelebi’nin isteğiyle Mustafa Kumlu tarafından “Aile Arasında” eleştirildi ve sözlerinin Türk-İş’i bağlamadığı açıklandı. Kürt halkına kelimenin gerçek anlamıyla bir diğer belaltı saldırı ise AKP’li Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı’dan geldi. Bakırcı, Kürt sorununun “Hasımlık Değil Hısımlık” formülüyle çözüleceğini söyledi ve Karadenizli erkekleri Kürt kadınlarını kuma olarak almaya çağırdı.!

Üçüncü çöp örneğini de TKP’den verelim: Türküyle Kürdüyle işçi sınıfına “emperyalizme karşı yurtseverlik” misyonunu yapıştırmaya çalışan TKP, çatışmaların artmasıyla birlikte “İç Savaş” tespitini tekrar -en azından bir iç tutarlılık!- piyasaya sürdü : “Kuzey Irak’taki yönetimin soluk borusunu İsrail açar ve bunun için Türkiye’ye “Trakeostomi” gerçekleştirilir. Bölge uzun süre daha kaos içinde yaşar, ama sonuçta emperyalizmin eline güvenilir protektoralar (uluslararası hukukta daha güçlü bir devlet tarafından üçüncü taraflara karşı diplomatik veya askeri olarak korunan ve bunun karşılığında belirli yükümlülükleri kabul eden otonom bölge -DP) geçer.” TKP, “İşçi Sınıfı Hareketinin Milliyetçi Ve Dinci Sendikaların Eline Bırakılması”nı, KESK’in “Neredeyse Tamamen Kürt Kimliği Kazan” ması ile açıkladı ve “KESK Ağırlıklı Olarak Bu Nedenle Bit(İril)Miştir” hükmünü verdi.!


“ÇANAKKALE GEÇİLMEZ.!”

KCK’nın 1 Haziran itibariyle “Demokratik Özerklik” hedefiyle tek taraflı ateşkese son verdiğini ve “Aktif Savunma”ya geçtiğini açıklaması ve ardısıra gerçekleştirdiği eylemler, burjuvazi ve devletten ardı ardına gürlemelerle karşılandı. İlk konuşan, İlker Başbuğ oldu. Başbuğ, Gediktepe Sınır Karakolu’nda Tayyip Erdoğan’la birlikte yıkık bir fotoğraf çektirdikten sonra Çanakkale’de düzenlenen İpek Yolu- 2010 General/Amiral Semineri’nde bir “Çanakkale Geçilmez” konuşması yaptı.!

Burjuva düzen partileri, PKK nezdinde Kürt halkına bataryaları ateşlediler; Bahçeli faşisti, işkembeden, “Olağanüstü Hal İlanı” çağrısı yaptı -Kürt halkına karşı şiddet artmasına rağmen, güç değil tam bir acz göstergesi olacak olan “olağanüstü hal” ilanını İlker Başbuğ “Gerek Yok” diye yanıtladı.

Düzen partileri, anayasa değişikliği gündemli olmaktan zaten çıkıp seçim öncesi seçim özelliği kazanmış olan referandum öncesinde, PKK eylemleri ve cenazeler üzerinden bir yandan da birbirini gagalamakla kalmadılar. Aynı zamanda “Genelkurmay’dan Tatmin Edici Bir Açıklama Bekliyorum” diyen Mehmet Ali Şahin gibi, general çocuklarının hangi ballı yerlerde askerlik yaptığının listesini yayınlayan Zaman gazetesi gibi, Genelkurmay’a gol denemelerinde bulunmayı da ihmal etmediler. Otobüs terminallerindeki şoven asker uğurlama gösterileriyle haksız, kirli bir savaşa gönderilen genç işçi ve köylülerin cenazeleri, sahil kentlerinde askerlik yapmayı “Ayarlayamamış” yoksul emekçi ana babaların ağıtları, faşistlerin şoven uluma efektleri için malzeme ve meze olarak kullanılmaya koyuldu.


TÜSİAD: BURADA SORULARI BİZ SORARIZ.!

Gürleyen gürleyene.! Ancak en yüksek perde, istisnasız herkese ayar çeken TÜSİAD’dan geldi.

Ümit Boyner, TURKONFED’in (Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu) Trabzon’da düzenlediği “Bölgesel Kalkınma ve İş Dünyasının Rolü” toplantısında; “Zaten sorunun artacağının önceden bilinmesinden, demokratikleşmeyi istemeyen gizli güçlerin varlığından,

iç ve dış dengede hükümetin ayar problemlerinden, hiçbir fikrimiz olamayan istihbarat zafiyetinden,

Silahlı kuvvetlerin terörle mücadeledeki deneyiminden,

Pennsylvania’dan terörle mücadele yorumu bekleyenlerden, sürekli İmralı referansı vermekten kendini kurtaramayan partiden,

Henüz adımları somutlaşmadan yok olmaya yüz tutmuş açılımlardan da sadece bahsedemeyeceğim.

Demokratik bir refah toplumu olmamızın önünde kimler duruyorsa onlarla mücadele etmek şarttır. Türkiye’de yaşayan, bu ülke için üreten, yatırım yapan, istihdam yaratan, daha müreffeh ve yüksek standartlı bir demokrasi arayışı olan biz iş dünyası temsilcileri, tüm vatandaşlarımız gibi gündeminin birinci maddesi terör olan bir ülkede değil, terörün gündem dışı olduğu bir ülkede yaşamak istiyoruz ve huzur arıyoruz. İş dünyası olarak yukarıda yalın olarak talep ettiğimiz girişime her türlü katkıyı geçmişte olduğu gibi bugün de vermeye hazır olduğumuzu, ancak sürecin çok yakın takipçisi olacağımızı da belirtmek isterim” dedi.

Vites atan TÜSİAD’ın Mustafa Koç yönetimindeki Yüksek İstişare Kurulu toplantısından Feniş Holding Yönetim Kurulu Başkanı, eski DYP milletvekili Sedat Aloğlu’nun “çözüm aşamasında İmralı’nın görüşmelere katılması, İmralı’yı da kapsayan af, Anayasaya ‘Bu ülkeyi Türkler ve Kürtler kurdu’ maddesinin eklenmesi. Ve bölgesel özerkliğin tanınması konularının konuşulması” sözlerinin sızdırılması, Boyner’in Mahmur’dan gelen PKK Barış Grubu üyelerinin tutuklanmasına ilişkin sözleri, “Açılım” daki sıkışmaları olduğu kadar bağımlı tekelci burjuvazinin bölge gücü politikalarının neyi işaret ettiğinin de vurgulanmasını ve ona göre vaziyet alınmasını öne çıkardı. Özcesi, TÜSİAD, “O kadar.!” Dedi.!


İşçi Sınıfı Şovenizm Urunu Kökten Temizlemeli

Televizyon kanallarında Yiğit Bulut gibi yuppi faşistlerin bile ardarda kayıpların şokuyla Genelkurmay’ı sorgulamaya soyunduğu, “İstihbarat Zafiyeti” nden “Politika Zafiyeti” sonuçlarına sıçranan bir kesitte, “Çanakkale geçilmez”le eşzamanlı tarzda “Kürt açılımı” nın en kaçınılan unsurlarının dillendirilmesinin; TÜSİAD’ın proaktiviteye geçmesinin, ya da Fethullah Gülen’in “ilk özel Kürtçe televizyon” gibi hamlelerinin anlamı açıktır. Neoliberal burjuva demokrasisinin biçimlenişi ve yakın vadedeki anayasa referandumu ile, daha uzun erimde ise burjuvazinin stratejik hedefleri ile bağlantılı tarzda bu gündem, Kürt sorununun kapsamını aşmakta, onun da içerisinde bulunduğu daha büyük resmi görmeyi koşullamaktadır.

Bu noktada ilk işaret edilmesi gereken ise, işçi sınıfının Kürt halkına yönelik saldırı ve cellâtlığa karşı devrimci savaşım zorunluluğudur.

Öncü işçiler, her ileri çıkışlarında sendika ağalarını nasıl ele gelen bir ur gibi kavramaya başlıyor ve onu vücutlarından atmak zorunda hissediyorlarsa, aynısını şovenizme karşı da gündemlerinde tutmalıdırlar.

İşçi sınıfının sendika ağalarını alaşağı etmeye ve şovenizm zehrini yok etmeye yönelik her adımı, sınıf eyleminin kendisi, Tekel direnişinde olduğu gibi, burjuvaziyi kâbusu olacaktır. “Başka Bir Ulusu Ezen Bir Ulus Özgür Olamaz.” Şovenizm zehrine karşı kayıtsız, işyerinde, evinde, kahvelerde, semtinde şovenizmin en küçük belirtisinin karşısına militan sınıf tavrı ile dikilmeyen, zihninden prangalı işçiler, hiç olamaz.!

Türküyle Kürdüyle işçi sınıfının Kürt emekçilerin önemli bir yer tuttuğu kent yoksulları üzerindeki hegemonyasında en önemli unsurlarından biri, Kürt halkına kalkan elleri yakalayıp kırmak, Kürt halkının seçilmiş temsilcilerine, siyasetçilerine, tutsaklarına yönelik saldırıların karşısına gövdesiyle dikilmek olacaktır.

Aksi takdirde, yalnızca işçi sınıfı öncü misyonunu yerine getirememek, emekçilerin güven ve sevgisine dayalı siyasal-manevi otoritesini sağlayamamakla kalmayacaktır. Aynı zamanda Kürt emekçiler, “Dost” diye karşılarında bağımlı burjuvazinin mikrofonu kuzu postundaki iki ulustan liberalleri bulacaklardır.


İşçi Sınıfı, Neoliberal Burjuva Demokrasisi Ve “Demokratik Özerklik”

Şovenizm ve milliyetçiliğe karşı Kürt ulusunun isterse ayrılıp kendi devletini kurmak da dahil kayıtsız şartsız kendi kaderini tayin hakkını savunmak, Kürt halkına yöneltilen saldırganlığı geri püskürtmek, Kürt sorunundaki asgari demokratik tutumu oluşturur; güncel politikada ondan bir adım bile geri atılamaz. Ne var ki, işçi sınıfının ulusal soruna ilişkin konumunu salt bu hedef ve taleplerle sınırlamak, devrimci demokrasiciliğin sınırlarına hapsolmak, sosyalist devrimci görüş açısından dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye ve Kürdistan’da da temel çelişkinin burjuvazi-proletarya çelişkisi olduğunu göz ardı etmek olur. Türkiye ve Kürdistan’daki liberal tasfiyeciliğin üzerini tümüyle örttüğü, en fazla yoksulluk parantezine aldığı, küçük burjuva devrimci demokrasinin ise “Çelişkilerden Bir Çelişki” olarak silikleştirdiği burjuvazi-proletarya çelişkisi, ulusal sorunun bugünkü kapsamında da temel ve asli çelişkidir. Ve Kürt öncü işçiler, on yıllardır geri planda tutulan, Kürdistan’da kapitalizmin egemenliği ile birlikte çok daha derinleşen sınıf çelişkisini bütün göz kararmalarına karşı ön planda tutmak ve yalnız ulusal taleplerin değil, asıl olarak sınıfa karşı sınıf kavgasının önünde yürümekle yükümlüdürler.

Bu, aynı zamanda ulusal taleplerin her koşulda reformizmi derinleştiren taktiklerle, “Bir İleri Bir Geri” tarzda, gitgide bulandırılarak değil, köktenci bir içerikle savunulmasının da temel koşuludur.

“Kürt Sorununun Çözümü” için yapılan çağrı ve önerileri de sınıfa karşı sınıf görüş açısından ele almalıyız. Çatışmaların başlaması, ilk elde barış çağrılarını tetikledi. Devrimci demokrat güçler kirli savaşa, operasyonlara son vermesine, Kürt halkını inkâr ve imha politikasından vazgeçilmesine vurgu yaparken, Kürdistan’da “sivil toplum örgütleri” şemsiyesi altında -içinde bölgenin SİAD’larının da bulunduğu- “Silahlar Sussun” gösterileri düzenlendi.

Ancak “çözüm” odaklı olarak en fazla tartışılan, KCK’nın ateşkese son verirken hedef olarak açıkladığı ve fiilen uygulamaya sokacağını bildirdiği “demokratik özerklik”tir -KCK, bununla bağlantılı tarzda anayasada da Kürtleri ulus düzleminde kapsayan değişiklikler talep ediyor.

KCK ve BDP, “Demokratik Özerkliğin”, çıkışını AB’nin Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndan aldığını açıkladılar. BDP’li belediye başkanları ve İl Genel Meclisi üyeleri, Diyarbakır’da yaptıkları toplantıda, BDP’li belediye başkanları ve İl Genel Meclisi üyeleri “Demokratik Özerklik Projesi” ile yerel yönetimlerin eğitim, güvenlik, dış ilişkiler konuları dışında merkezi otoriteden bağımsız olması yönünde karar aldılar.

BDP’li Gültan Kışanak da, “Demokratik Özerklik” konusunda halihazırda Türkiye’de AB uyumlu tarzda kurulu bulunan 26 bölgeye atıfta bulundu. Kışanak, son TBMM grubu konuşmasında “Buralarda demokrasinin de yerleşmesini istiyoruz. Bu 26 bölgede, bölge meclislerinin kurularak, halk meclisleriyle gerçek bir demokratikleşme süreci içerisinde bu ülkeyi demokrasiye kavuşturmalarını istiyoruz. Türkiye’nin geleceğinin bu projede olduğuna da inanıyoruz” dedi. Nitekim, devletin KCK’ya yönelik operasyonları da ağırlıklı olarak Kürt belediye başkanlarını hedef almıştı. Önceki KCK operasyonunun iddianamesinde yer verilen teknik takip ve ortam dinlemelerin belediyelerin ve Yerel Yönetim Akademisi’nin faaliyetlerine, iç işleyişlerine, KCK ile ilişkilerine dönük olduğu, hedefe KCK’nın politik program ve hedeflerinin çakıldığı görülüyor.

“Demokratik Özerklik”, KCK tarafından “yönetimin halka devri”, “devletsiz demokrasi modeli” “kullanım değerine dayalı üretim” olarak tanımlanıyor:

Demokratik ulusun, ekonomi politikası merkezi devlet sisteminin bir gereği olarak merkezi sermaye üretimi olmaktan sıyrılınca, demokratik çeşitlilik ve zenginliğe dayalı üretim biçimlerine geçer. Kar, kar üretimi sınırlandırılır. Kullanım değeri ve paylaşım adaletine dayalı üretim öne çıkartılır. Kooperatifleşme, atölyeleşme, tarımın yeniden canlandırılması, döner sermayeye dayalı işletmecilik, kar üretimine değil, ihtiyaç giderimine dayalı ticaret önem kazanır. Komün ve meclislerin öz yönetimi altında oluşan yerleşim yerlerinin kendi yerleşimlerinin mülkiyeti, üretimi ve paylaşımı üzerinde söz sahibi olması hakkı tanınır. Politik ekonomi, toplumsal ekonomiye dönüştürülür. Bu konuda da devletin ekonomik gücü, yerel halk tabanına kaydırılarak verimlileştirilmeye çalışılır.

Devrimci işçi sınıfı, bir yandan Kürt halkının seçilmiş temsilcilerine karşı saldırıların karşısına dikilir ve iradesinin çiğnenmesine izin vermez. Aynı zamanda ise o, ulusal sorunun çözümü ve ateşkese son verilmesinin gerekçesi olarak tanımlanan “Demokratik Özerkliğin” Kürt işçi ve emekçileri özlem ve çıkarlarına uygun düşüp düşmediğini, sınıfsal-siyasal anlamını da ortaya koymakla yükümlüdür. Bu durumda, AB’nin Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndan çıkışını alan bir projenin nasıl olup da ulusal sorunun çözümü olabileceğinin yanı sıra, “Yönetimin Halka Devri”, “Devletsiz Demokrasi Modeli”, “Kullanım Değerine Dayalı Üretim” gibi kavramların neye isabet ettiği de açıklanmak zorundadır.

AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Kürt siyasetçilerin birçok kez vurgu yaptığı “26 Bölge” ile kastedilen “Bölge Kalkınma Ajansları”, emperyalist kapitalizmin son on yıllarda sermaye egemenliğini derinleştirme ve artı değer sömürüsünü azamileştirme hedefiyle devreye soktuğu, siyasal planda neoliberal burjuva demokrasisinin temelini oluşturan etkin yönetişim araç ve biçimleridir.

1985 tarihli AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın çıkış ilkeleri “Yerel makamların her türlü demokratik rejimin temellerinden birisi olduğunu düşünerek, vatandaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine katılma hakkının Avrupa Konseyine üye Devletlerin tümünün paylaştığı demokratik ilkelerden biri olduğunu düşünerek, bu hakkın en doğrudan kullanım alanının yerel düzeyde olduğuna kani olarak, gerçek yetkilerle donatılmış yerel makamların varlığının hem etkili hem de vatandaşlara yakın bir yönetimi sağlayacağına kani olarak, değişik Avrupa ülkelerinde özerk yerel yönetimlerin korunması ve güçlendirilmesinin demokratik ilkelere ve idarede ademi merkeziyetçiliğe dayanan bir Avrupa oluşturulmasında önemli bir katkı sağlayacağını düşünerek, bunun demokratik bir şekilde oluşan karar organlarına ve sorumlulukları bakımından, bu sorumlulukların kullanılmasındaki olanak ve yöntemler bakımından ve bu sorumlulukların karşılanması için gerekli kaynaklar bakımından geniş bir özerkliğe sahip yerel makamların varlığını gerektirdiğini teyid ederek…” şeklinde ifade ediliyor. “Yerel Özerklik”, “yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkânı” olarak tanımlanıyor.

Belgede, merkezi devlet otoritesi ile yerel yönetimler arasındaki ilişkilerin anayasal-hukuki temeli, yerel yönetimin yetki ve sorumluluklarının kapsamı, bu yetkileri uygulayabilmeleri için gerekli yönetsel örgütlenme ve kaynaklar, mali kaynaklar, merkezi otorite tarafından yönetsel denetimleri, birlik kurma ve birliklere katılma hakları belirtiliyor.

“Yerel Özerklik” modelinin kavram çifti olarak kullanılan Bölgesel Kalkınma Ajansları’nın kuruluş amacı ise, “kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmek; kaynakların yerinde ve etkin kullanımını sağlamak ve yerel potansiyeli harekete geçirmek suretiyle, ulusal kalkınma plan ve programlarla uyumlu olarak bölgesel gelişmeyi hızlandırmak; sürdürülebilirliği sağlamak ve bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak” olarak tanımlanıyor. Burada anahtar kavramlar, işçi sınıfının hiç de yabancısı olmayan, yetki devri, yönetişim, performansa dayalı çalışma, hesap verme sorumluluğu, şeffalık ve sonuç odaklılık gibi neoliberal kapitalizmin hitleridir.

Devrimci işçi sınıfı, üzerine ancak başta artıdeğer sömürüsü olmak üzere insanın insan tarafından sömürüsüne son verilmekle kalmayıp her türden yabancılaşma ve meta fetişizminin ortadan kaldırıldığı, sınıfların ve devletin olmadığı komünist toplumda gerçekleştirilebilecek “Kullanım Değerine Dayalı Üretim” gibi liberal anarşist sosların beceriksizce döküldüğü bu projenin neoliberal kapitalizmin, sermaye egemenliğinin ve burjuva demokrasisinin yerel ölçekte derinleştirilmesi anlamına geldiğini teşhis etmekte hiç de zorluk çekmeyecektir. “Demokratik Özerklik” hedefinde anılan “Demokratik Ulus”, her ulusun iki ulus olduğu gerçeğini gizleyemez.

Kürt toplumu, Kürt burjuvazisi-işçi sınıfı-yoksul kır ve kent emekçileri olarak birbirinden ayrılmış, yarılmıştır. Yönetimin kendilerine devredileceği söylenen “Özgür Yurttaşlar”, Kürdistan’ın yeni sömürgenlerinin egemenliği altında çıplak ucuz işgücü haline gelen Kürt işçi ve emekçilerinden başkası değildir. Buradan bir “Özgürlük” çıkacaksa bu, Kürt işçi ve emekçilerin kendi burjuvaları tarafından “Demokratik” sömürülme özgürlüğü çıkacaktır.

Ekonomi ile siyasetin eşitsiz gelişimi, birbirinin düz uzantısı olarak şekillenmemesi, Türk devletinin AB Yerel Yönetimler Şartı’nda merkezi otoritesine halel getireceğini düşündüğü maddelere çekince koymasının gerekçesidir. “Anayasal Vatandaşlık” hukuku, anayasal-hukuksal düzlemde “Türkler Ve Kürtlerden Oluşan Bir Toplum” tarifi, yönetişim sürecinin bu en temel siyasal-hukuksal dayanaklarından biri, devletin geleneksel kodları, çivileri ile oynamakta; kendisinin de sermaye hareketleri düzenlediği -en son Güney Kürdistan’a bir “İşadamları” seferi yapıldı- Güney’le olan ilişkileri dahil Kürt burjuvazisinin siyasal hareket alanınını daraltmaya çalışmaktadır. “Çanakkale Geçilmez”lerin, “Çakıl Taşı” edebiyatının altında yatan gerçek budur. Ancak bütün o gürlemeler, faşist rejimin çözülüşü ve neoliberal burjuva demokrasisi altında devletin “Sermayenin Götürdüğü Yere Git” kuralı tarafından biçimlenişini gündemden kaldırmayacaktır -bunu engelleyebilecek, Kürt ve Türk ulusu arasında gerçek eşit, demokratik ilişkileri kurabilecek biricik güç, devrimci işçi sınıfının mücadelesidir.

KCK’nın ateşkese son verirken açıkladığı “Demokratik Özerkliği” fiilileştirme hedefi, her burjuva ulusal programın temelini oluşturan sermayeleşme, kendi pazarına hakim olma ve oradaki ekonomik-siyasal-toplumsal hareket imkanlarını artırmakla ilgilidir.

Bunlar içerisinde halihazırdaki en etkin araç olan Kürt belediyelerine -Güneydoğu Anadolu Belediyeler Birliği şemsiyesi altındadırlar- devlet tarafından yapılan baskı ve operasyonlar, BDP’nin parlamentoda daha güçlü bir sistem içi muhalefet partisi olarak hareket etmesini engelleyen antidemokratik seçim barajı, PKK’li tutsakların, “Taş Atan Çocuklar”ın cezaevlerinde tutulmaya devam etmesi, anayasada Kürt ulusunun varlığının anılmaması, anayasa referandumu ve seçimler öncesinde KCK’nın eylemlerini yükseltme taktiğinin gerekçesi olarak anılmaktadır.

KCK, eylemleriyle Türk devletini Kürdistan’ın sınırlarının başladığı yerde Kürt burjuvazisinin muhatap alınmaya zorlamaktadır. “Açılım Bitti” ile başlayan cümleler, Kürt halkına yönelik baskı ve saldırılar karşısında demokratik bir ajitasyonel tonlama taşırken, aynı zamanda ise çatışmanın temel gündem ve itkilerini görmezlikten gelen, konjonktür bağımlısı bir görüş açısına denk düşmektedir.

Burada, sermaye egemenliğinin, artı değer sömürüsünün şiddetlendirilmesinin neoliberal gereklerini ve yarattığı asıl tehlike ve devrimci olanakları -devrimci sınıf siyasetinin maddi zemininin güçlenmesi ve çıplaklaşması- göz ardı eden, burjuva politikasını kendinden menkul, salt faşist zorbalığa dayalı ve değişmezlikle malul olarak ele alan, dahası burjuva demokrasisini idealleştiren küçük burjuvaziyi teşhis etmek zor olmamalıdır. “Demokratik Özerklik”, tam da bu kafayı ezel ebed avlamış siyasal argümanlarla yüklüdür.

Tekrarlarsak, bu savaşımın demokratik talepleri işçi sınıfının bağımsız sınıf siyasetinin de konusunu oluştururken, aynı bağımsız sınıf duruşu, baskılara karşı olmak adına Kürt burjuvazisinin neoliberal kapitalizmin ekonomik-siyasal-toplumsal egemenliğini pekiştirmeye yönelik politikaları ile aynı yerde durmamayı, bunların kuyruğunda sürüklenmemeyi gerektirmektedir.

Devrimci işçi sınıfının Kürdüyle Türküyle çıkarları burjuvazininki ile taban tabana zıttır. Bir kez daha: Her ulus, iki ulustur.! Devrimci sınıf siyaseti, proletarya içinde maddi güçlerini yaratarak kendi yolunda ilerlemelidir.

@ Medya Günebakış

 

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Nisan.2017 okkesb61@gmail.com,

http://www.medyagunebakis.com/ - okkesb@turkfreezone.com,

https://twitter.com/okkesb E.mail: okkesb@telmar.net,

https://www.facebook.com/okkes.bolukbasi,- okkesb@gmail.com,

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Nisan.2017 okkesb61@gmail.com,

Diğer Haberler

  • BERAT’A BERAT.!,
  • TÜRKİYE'NİN MEDYA HALİ & BALKAN ÜLKELERİ
  • ÜÇ YILDIR DİRENEN BOĞAZİÇİLİLER VE NAZIM
  • İSKİ'YE HAK ARAMAYA GİTTİLER, KOVULDULAR
  • MEDYA DÜNYASINI ÜZEN ÜÇ KAYIP
  • YENİ “DOSTUMUZ” İNGİLTERE... HAYIRLI OLSUN.!
  • 100’ÜNCÜ YILINDA TÜRKİYE FOTOĞRAFI
  • TÜRKİYE’DE SOSYAL DEMOKRASİ
  • LGBT VE 250 BİN KİŞİLİK GÖSTERİ
  • FELAKETİN DEMOGRAFİK ETKİSİ
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP