AVRUPA BİRLİĞİ & ENTEGRASYON

Avrupa Birliği İle Entegrasyon Sorunu ve Çözümleri

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

AVRUPA BİRLİĞİ & ENTEGRASYON

Avrupa Birliği İle Entegrasyon Sorunu

  

''(...) Biz burada "cehaletle savaşacağız" dedik ya.. Birilerinin ayağına bastık. Çünkü burası Türkler açısından koyunun olmadığı yer. Her kes Abdurrahman çelebi.

Heykeli "ucube" diye niteleyen anlayışın sanat ve bilim düşmanlığının buradaki taraftarlarının işine gelmedi. Sanat merkezi onları ürküttü. Saldırganlaşmaları bu yüzdendir. Saldırılarını da dedikodu iftira ve karalama kampanyası biçiminde yapmaya başladılar. Bütün bu saldırılara asla boyun eğmeyeceğim. Benim kaybedecek bir şeyim yok.

Hayatımı bu misyona bağladım. Baskılar tehditler ve saldırılar beni yıldıramaz. Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkmak istiyorum diye başbakanlığa yazıp tepkimi ifade ettikten sonra Türkiye´de de ciddi saldırıları ve tehditleri göğüsledim. Burada da göğüslerim. 
Beni yıldıramazlar…
''Ali Rıza Soydan:'Baskın, Tehdit ve Gasp Edildik'.

Türkiye'nin AB üyeliği sorununda Avrupa toplumları ile oluşan kimlik çatışmasında temel faktörlerden biri, zıt kimlik yaratma dalaşına giren göçmen kitlelerin, Avrupa toprakları üzerinde kör inanç, önyargı ve kara cahillik temelinde yarattıkları düşmanca oluşumdur. Bu oluşum ortadan kalkmadıkça üyelik zor olacaktır.

Avrupa kimliğine zıt bir kimlik yaratmaya çalışan İslami örgütlenmeler, Fransa dışında bütün diğer Avrupa ülkelerinde çoğunlukla Türkler'ce yönetilmektedir.

Bugün Avrupa'da Türk imagosu, Müslümanlık yayan ortaçağ akıncısını yeniden hortlatmaya başlamıştır.

AB ülkeleri, kendilerine üye olmaya çalışan Türkiye tarafından yönlendirilen, Avrupa kültürüne düşman İslami hareketlerin büyümelerine paralel olarak, Türkiye'yi de o oranda uzak tutma eğilimine girmişlerdir. İslam adı altında insanlara dehşet saçan, nefret etmeyi erdem sayan, gülmeyen, mutlu olmayan, eğitimsiz, sanatsız, bilimsiz bir insan güruhunun başını çeken bir kimlik başlı başına bir problemdir.

Avrupa mentalitesine düşmanca bir kimlikle soğuk savaş yapan yıkıcı örgütlemelerle üyelik isteminde bulunulamaz. Kadınlara “buçuk” deyip onlara yarım insan muamelesi yapan, kitap Ehli’nden, güzelliklerden, çiçeklerden, çocuklardan nefret eden bir dehşet dinine sarılarak, entegrasyona varılamaz.

Gettolarda, bakımsız ortamlarda, bakımsız bedenleri, bakımsız giyimleriyle kalitesizliğin had safhaya çıktığı bir insan topluluğu ile Avrupa içinde adacıklar yaratmak üyelik isteminde art niyeti çağrıştırmaktadır. Dış dünyadan izole kalarak ne eğitimini, ne görgüsünü, ne kültürünü, ne de yaşamını asla geliştirmemiş kalitesizliği erdem sanan bu camianın Avrupa'da büyümesi tehlikelidir..

Hala yeğen ve kuzenlerle evlendirilip, poligamili ailelerle olağanüstü derecede çoğaltılıp sokaklara sürülen bu kalitesiz, bağnaz kitleler kendilerine değer vermedikleri gibi dünya da onlara değer vermiyor. Müslümanların ürettiği bu sahte din dehşet verici Avrupa için. Yeni nesil Müslüman kesiminin hızla yozlaşıp kriminalleşmesi de, Avrupalıları bekleyen felaketlerden birisidir. 

Her 200-300 metrede bir cami var. “Caminiz ne kadar çoksa, o kadar fazla Müslümansın” mantığını taşıyan cahil kuru kalabalık hızla çoğalıyor. 

Caminin birine bilmem ne cemaati, diğerine başka cemaat gidiyor. Cemaat müezzinlerine “Maşallah hoca, sesin ötekileri bastırıyor, taa 10 km’den duyuluyor. Nefesine kuvvet, ha gayret.” diye övüyor,  Hoca da sakalını sıvazlayarak mütevazı bir şekilde “Evel Allah sesimizi yedi düvele duyuracağız ki, İslam’ın sesi daha gür çıksın, kâfirler imana gelsin.” kelamında bulunuyor.

Yaşadıkları yere tamamen yabancı, saygısız bu kör cahiller sürüsü ile bir yere varmak mümkün değildir.

Yeni nesil Türklerle, eroin, kokain ticaretini yapanlarla, kilisenin karşısına, uyuşturucu ticaretinden elde edilen paralarla camiler dikmek, zamanı geçmiş bir süreci yeniden canlandırmaktır.

Uyuşturucu ticaretinden elde edilen paranın önemli bir bölümü İslam dinini, Hıristiyanlığa karşı rekabette, ona hizmet eden ticari iş alanlarında, bankalarda, eğitimde, spor alanlarında kullanan ırkçılarla Avrupa toplumlarını Müslümanlaştıracağız diyerek hızlandırılan bu süreç devam ettikçe AB üyeliği mümkün değildir.

Türkiye'den yönlendirilen devasa örgütler ortaçağ zehrini saçıyor Avrupa'ya. Avrupa elbette korkuyor. “Bu benim dinimde var” deyip insanları katleden, bunu fiilen uygulamış bir topluluk var dünyada Ve Türkler şimdi çıkmış göçmen olarak gelip onların burunlarının dibine o dinin sembolleri olan camileri kuruyor, onların ülkelerine yıkım ve yok oluşun habercisi olan bir sistemin alt yapısını kurmaya çalışıyorlar. Hem dehşetleri, hem vahşetleri, hem de kalitesizlikleriyle Avrupa için kabus bu topluluk. İşte bu yüzden İslam ülkelerinden uzak duruyorlar.

Diğer bir eleştiri konusuna dönersek: Hiç bir Avrupa ülkesi AB’ni Hıristiyan temelli bir birlik olarak görmüyor. Bugüne kadar da hiçbir platformda hiçbir yetkili AB’nin “Hıristiyan birlik idealini” gerçekleştirmek için kurulduğunu ifade etmedi. AB, insanlığın evrensel değerleri üzerinde kurulmuş bir yapıdır. “Çok kültürlü” bir AB yapısı, Hıristiyanlık değerlerini de kucaklamakla birlikte bunu kat kat aşmış ideal bir yapıdır. Müslümanların yanlış hareketlerini, dindarlığın bir parçası olarak algılayan geniş kitleleri oy deposu olarak kaybetmek istemeyen Hıristiyan Demokrat Partiler bile gerçekten dini hükümleri gözeten ve insanları Hıristiyan inancına göre yöneten partiler olmaktan çıkmışlardır.


Batı medeniyeti, insanlık tarihinin bu yeni uygarlığı Hıristiyanlığın bir uygarlığı değil, ona karşı gelişen hareketlerin yarattığı bir sentezdir. Avrupa, gelinen noktada bir Hıristiyan kulübü olmadığı gibi, milliyetçilik üzerine kurulu bir birlik de değildir. Daha AB'ye üye olmadan, 5.kol gibi örgütlendirilen cahil ve bağnaz göçmenleri kullanarak her yere cami, kur'an okulu, mescitler açan, her tarafa din doğmaları ihraç eden, türban satışında dünyada 1. sıraya yükselen Türkiye’nin, tam tersine Avrupa kimliğinden uzaklaştığı gerçeği söz konusudur.

Sorun sadece saman alevi gibi yana sönen ekonomi sorunu değildir. Libya, Irak ekonomileri bir zamanlar bazı Avrupa ekonomilerinden daha iyi idiler, Türkiye'den işçi alırlardı. Bu türden birlik sorunlarında ana faktörlerden biri, mantalite birliğidir. Dil birliğinin olmaması, ama kültürde kuvvetli bir entegrasyonun gelişmesi ile, mevcut aşamaya ulaşılabilinmiştir.

Avrupa'nın şimdiki kimliği, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik temelinde, bilim ve tekniğin yaratıcılığı, özgür düşüncenin doğmalara karşı mücadelesi sayesinde oluşmuştur. Türkiye Avrupa’nın bir parçası olacaksa, onun kimlik sentezine doğru yönelmesi gerekir, yoksa Ortaçağın Osmanlı mentalitesine yönelmekle değil.! 


Avrupa, dini ve etnik bağnazlıklarından kurtulduktan sonra kendisini bugün bulunduğu noktaya getiren atılımları başlatabilmiştir. Türkiye’yi, oradan gönderilen milyonlarca cahil kitlenin yüzlerce yıl geriye dayanan değer ve yargılarıyla algılayan, yani dini ve kültürel alanda, ortaçağı canlandırdığını gören Avrupa toplumları hayal kırıklığına uğradıkları gibi, geleceklerinden de endişe etmeye başlamışlardır.

Türkiye, Avrupa Birliği için bir avantaj olmasına rağmen, üyeliğe alınmıyorsa, buradaki ana nedenleri, İslamcılık kimliğini temel alarak, Türkiye'nin en cahil kesimlerini Avrupa'ya sokan, onları kıskaç altında tutan tarikat, cemaat ve tüm resmi dini kurumların ideolojik politik çalışmalarında aramak gerekir. Avrupa toplumları, cahil ve bağnaz geniş kitleleri kışkırtıp, başka yerleri ele geçirme derdine giren İslam’a karşı antipati duyarken ona benzeyen Hıristiyan dininden de soğumuşlardır.

Tartışmaya konu olan bölümden:

'Avrupa Birliği bir Hıristiyan kulübüdür savı hayata uymayan bir savdır. Avrupa'da Hıristiyan dini son derece marjinal hale gelmiştir, kiliseler boştur. Türkiye'[nin] başını çektiği politik İslamcılar camileri tıklım tıklım doldururken, papazlar müze haline gelmiş kiliselerde sinek avlamaktadırlar.

Yani Avrupa'da din adına örgütlenen ve harekete geçen toplam Müslüman sayısı, dine indeksli toplam Avrupa yerlilerinden daha fazladır. Din'e indeksli bir Avrupa yoktur, aksine şimdiki Avrupa gücünü, rönesans ve dincilerin baskısına karşı direnerek yapılan reformlardan almaktadır. Yani AB' nin şimdiki kimliği dinlen değil, aydınlanma ile şekillenmiştir. (...) Avrupa'nın büyük şehirlerine binlerce cami, Kur'an kursları, mescitler açarak İslam bayrağını sallamakla AB'ne üye olunamaz.'  - Selda Suner, Entegrasyon komitesi-

 (Rasim Özdenören)  ''...1. Hıristiyan dininin 'son derece' marjinal hale geldiği görüşünden hareketle AB'nin bir Hıristiyan kulübü olmadığı kanısı tümüyle temelsizdir. Kiliselerin boş kalması olayı başka bir şeydir, büyük harfle Kilise'nin boş durup durmadığı olayı daha başka bir şeydir.  Kilise binaları boş kalabilir.

Kaldı ki, bu iddianın da gerçeklikle ilgisi yoktur. Pazar günleri her kilise kendi cemaati ile ayinlerini düzenli biçimde ifa etmektedir. Ama daha önemlisi Kilise (yani Papalık) dünyanın her yerinde, Asya'nın her tarafında, Ortadoğu'da, Afrika'da, her yerde milyarlarca doları misyonerlik faaliyeti çerçevesinde harcamaktadır. Türkiye'de bile nerdeyse her mahalleye bir kilise açmışlardır. Açmaya da devam ediyorlar.''

''Bu arkadaşlar kiliseye veya dine kayıtsız kaldığını gördükleri sıradan Hıristiyanları ölçü alırlarsa yanılırlar. Halen Japonya misyonerlerin cirit attığı bir ülke halindedir ve orada Hıristiyan nüfus artan bir ivmeyle çoğalmaktadır.

2. Belki bazı kiliseler 'müzeye' dönüşmüş olabilir. Fakat Kilise'nin kurumsal faaliyeti aralıksız sürmektedir. Öte yandan: 'Avrupa'da din adına örgütlenen ve harekete geçen toplam Müslüman sayısı, dine indeksli toplam Avrupa yerlilerinden daha fazladır' cümlesi de yazı sahiplerinin kafa karışıklığını ve bazı temel kavramları bilmediklerini gösteriyor.

'Dine indeksli Avrupa yerlileri' denirken ne kastediliyor.? Eğer bu ibareden sıradan bir Hıristiyan'ı anlayacaksak onların tümü dine endekslidir. Tümü Kilise'ye vergisini ödemek zorundadır. Aksi takdirde Kilise'den alması gereken hizmeti alamaz. Yani çocuğu vaftiz edilmez (isimsiz kalır), evlenemez (çünkü nikâh kıyma mercii Kilise'dir), ölünce cenazesi kalkmaz, çünkü bu hizmeti de Kilise verir. İnsanların dine kayıtsız gibi durmaları, onların Kilise'ye kayıtsız kalmasını sonuçlamaz.

Rönesans olsun, Reform olsun, bir başına aydınlanma hareketi değildir. Fakat yeniçağların Aydınlanma hareketinin öncüleridir. 'AB' nin şimdiki kimliği dinlen değil, aydınlanma ile şekillenmiştir.' cümlesi bu bakımdan biraz netameli görünmektedir.

Avrupa Hıristiyan insanı Kilise'ye uzak durmak istemiştir (onun soygunu, vurgunu, talanı dolayısıyla), fakat Kilise'ye karşı bu mesafeli duruş onun dine kayıtsız kaldığı anlamını taşımaz. Avrupa ülkelerinin bütün temel yasaları elan dine dayalı yasalardır. " (Rasim Özdenören'in eleştirisinden)
İlk önce yeniden belirtelim ki, Hıristiyan dini, Avrupa Birliği ülkelerinde etkisini yitirmeye sadece sembolik pozisyonda olan Kiliselerle ilişkide değil, ruhi şekillenme, politik ve sosyal alanda da kaybetmeye başlamıştır. İnsanlar kiliselere gitmiyorlarsa, bu yalnızca 10-15 Euro için değildir. Manevi yaşam  alanında Kiliseler ve Hıristiyan dini ile olan bağların kopması, ruhi yaşam kontrolünün değişmesi, kiliselere karşı gelişen 'biçimsel kayıtsızlıktan' çok farklıdır. 

Ortaçağın kiliseleri yüksek minareleri ile muhteşem birer hâkimiyet sembolü idiler. Kiliselerce seferber edilen kitleler bu sembollerin gölgesinde, insan maneviyatını yöneten mutlak güce ruh ve bilinçlerini teslim ediyorlardı. Kilise savaş ve barışın, ekonomi ve politikanın temel direği idi. Kilise, bu şekliyle toplumsal yaşamı yüzyıllarca olağanüstü derecede etkilemiştir. Fakat şimdi Avrupa'nın göbeğinde bu Kiliselerin boş durması veya Camilere çevrilmesi iflasın bir kanıtıdır. Kiliseler kuvvetli oldukları zamanlar göçmenleri kendi dini inançlarına çekmeye çelışırken, şimdilerde acizlik içinde kendilerini onlara teslim etmeye başlamışlardır.

 ''...Eğer bu ibareden sıradan bir Hıristiyan'ı anlayacaksak onların tümü dine endekslidir. Tümü Kilise'ye vergisini ödemek zorundadır. Aksi takdirde Kilise'den alması gereken hizmeti alamaz. Yani çocuğu vaftiz edilmez (isimsiz kalır), evlenemez (çünkü nikâh kıyma mercii Kilise'dir), ölünce cenazesi kalkmaz, çünkü bu hizmeti de Kilise verir....''

Birincisi, Avrupa' da ''ben hıristiyanım'' diyen insanlar gerçekten çok azdır, ''ben Müslümanım'' diyenlerden daha azdırlar. Hıristiyanım diyenlerin Kiliseye bağlılıkları da nüanslıdır: çok küçük bir gurup dışında vergi veren yoktur.

Pazar günleri bir kaç saatliğine ayinlere katılan insan sayısı da hızla azalmaktadır, bunlar genelikle yaşlı insanlardır ve doğal olarak azalmaktadırlar. Avrupa toplumlarında nikah kıyma mercii olarak kilisenin kullanılması tamamiyla marjinaldır.Geleneksel veya göstermelik fenomenler dine indeksli bir çoğunluğun varlığına işaret edemiyor. Şurada burada varlığını devam ettiren katı Katolik norm ve değerler, yeni tipten ailevi yapılanma, yeni tekniğe dayalı modernize sosyal ilişkilerin hızla form değiştirmesi karşısında ortaya çıkan şartlara cevap verememektedirler.

Kilise evliliklerinin serbest düşüşünde önemli rol oynayan faktörlerden biride, klasik evlilik biçiminin azalmasıdır. Aile yapılanmalarının giderek ortak yaşama, ''serbest arkadaşlık'' veya benzeri biçimlere bürünmesi, eski değer ve yargıların yeni nesillerde sönmeye yüz tutması, Hıristiyan kökenlilerin başka kültür ve inançları olanlarla evliliklerindeki artışı, Hıristiyan kilisesinin bu alanlardaki aktivitelerini de geçersiz kılmıştır.

Devamla: ''(...)İnsanların dine kayıtsız gibi durmaları, onların Kilise'ye kayıtsız kalmasını sonuçlamaz.'', diyorsunuz.

Kilise her dinin sembolü gibi, Hıristiyanlıkta da sistemin çekirdeğidir, ana çekim merkezidir. Avrupa toplumlarının kiliseye kayıtsızlıları, onların, onun temsil ettiği inanç ve  kültüre olan kayıtsızlıklarından kopuk değildir. Kilise kontrol mekanizmasını kaybetmeye başlamıştır, bu sadece onun pratik uygulamalarından kaynaklanmıyor, toplumsal gelişmenin geldiği noktada genel olarak din'in insanlar üzerindeki etkisi biçim değiştirmiştir. Türkiye'de, AKP, eski tip İslamcılık, sahteliği sırıtan Diyanet İslamcılığını bıraktıktan sonra gelişebilmiş, Fethullah cemaati de Avrupa'da kuru kuru camiler kurma yerine, okullar kurarak hâkim pozisyonuna erişebilmiştir. Kısacası, genel olarak İslam dini de Hıristiyanlık gibi kendini yenilemediği yerde kan kaybetmeye devam edecektir.

Avrupa'da yetişen yeni nesil Türkler, Diyanet cami'sine maç bakmak için gidiyor, gelenekten dolayı oruç tutuyorsa, bunları dini bütün müminler diye algılamamak gerekir. Bu nesiller arasındaki ailevi ilişkiler, Almanların ilişkilerinden daha kötüdür.

Almanya'nın ve diğer ülkelerin birçok yerinde, Türkler arasındaki aile boşanmaları, yerliler arasında ki ailevi boşanmaları geçmiştir. Sadece bu temel konuda değil, ruhi yaşamın tüm alanlarında yükselen sahtelik, çürüme ve yıkım, Cami'nin, yıkılan kilisenin yerini dolduramayacağı haberini veriyor.

 3. '...şimdiki Avrupa gücünü, rönesans ve dincilerin baskısına karşı direnerek yapılan reformlardan almaktadır' cümlesinin de içi boştur. Rönesans, evet, Kilise'ye başkaldırı olarak yorumlanabilir. Fakat dine karşı bir başkaldırı değildir. Kilise'nin vurgununa, soygununa, talanına karşı verilen mücadelenin bir kesimini remz eden bir harekettir.

Reform hareketi de keza merkezî Kilise'ye başkaldıran, onun yerine mahalli kiliselerin kurulmasını öngören bir başka dinî hareketin adıdır. Ancak şu hususa dikkat etmek lazım: reform, dincilere karşı bir hareket değildir, Kilise'ye karşı bir başkaldırıdır. Ve de gene farklı bir Hıristiyanlık anlayışının tezahürü olarak gerçekleştirilmiştir.''

Birincisi kilisesiz Hıristiyan dinciler topluluğunu varsaymak yanlıştır. Kilisesiz Hıristiyanlığın varlığı Avrupa'da söz konusu olmamıştır.

15. yüzyıldan itibaren meydana gelmeye başlayan icatlar ve keşifler, Kilisenin hâkimiyetini düşünce ve örgütleme alanında sarsmaya başlamıştır. Aydınlanma, Kant'ın dediği gibi, kilisenin kör inançları yerine aklın konulmasıdır. 16. ve 17. yüzyılda Avrupa’da düşünce alanında köklü değişiklikler meydana geldi.

Bunun sonucu olarak, Skolâstik düşünceden akılcı düşünceye geçiş tamamlandı. Orta Çağda bilim, kilisenin doğrularının geçerliliğini kanıtlama aracılığıydı. Modern düşünce Orta Çağ’ın bu yaklaşımından farklı olarak inanç ve düşünce özgürlüğüne ulaşmanın ürünüdür. 


Din ve tanrı merkezli kilise öğretisi, aydınlanma felsefesi ile geri plana itilirken, bu mücadelesiz olmadı. Bu nedenle 16. ve 17. yüzyılda ki Aydınlanma hareketi, Kilisenin toplum üzerindeki kontrolüne karşı mücedele ile gelişti. 18. yüzyıl aydınlanması İngiliz düşünür, John Locke (Jon Lok) ile başlar.

Yine İngiliz düşünürü Candillac (Kondillek) ve Fransız düşünürleri Montesquiue (Monteskiyö), Voltaire (Volter), Jean Jacques Russeau (Jan Jak Russo) düşünce akımının önemli temsilcileridir. Fransız ve Amerikan devrimleri ve bunları izleyen yönetim biçimleri, toplumsal ve kültürel değişimler kökenlerini hep kilsenin doğmalarına, dayatmalarına karşı çıkan Aydınlanma hareketinden almıştır.

Aydınlanma düşüncesinin bütün 19. yüzyıl boyunca süren gelişimi ayrıca günümüz düşüncesinin de temel dinamiklerini oluşturmaktadır. Bu gelişim baştan beri kilisenin direnci ile karşılaştı. Aydınlanma Çağı, kilisenin bütün düşünce kalıplarını değiştirdiği için hem Fransız İhtilâli ve Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulması gibi önemli olayların meydana gelmesine neden olmuş, hem de daha sonraki dönemleri derinden etkilemiştir.

Aydınlanma düşünürleri ve bilim adamları, insanın doğanın bir parçası olduğuna, aklıyla parçası olduğu bütünü kavrayabileceğine inanıyorlardı. Bunun sonucunda gözlem ve deneyler doğa bilimlerinin gelişmesine yardımcı oldu. Bu ise her defasında kilise ile çatışmalara yol açtı. Kısacası çağdaş uygarlığa, birbirini tamamlayan, birbirini geliştiren bilimsel ve sanatsal gelişmelerin üst üste yükselmesiyle erişildi.

 Antik Çağda akıla ve bilime önem verilerek gelişen özgür düşünceye, Ortaçağda kalıplaşmış dogmatizm ve skolastiğim egemen oldu.
Yeniden doğuş anlamına gelen Rönesans döneminde ise özgür düşünce Ortaçağın karanlığından kurtularak yeniden doğdu. Bir anlamda Antik çağdaki akıl, düşünce ve bilim uygarlık önündeki ortacağ, onun temel direği olan kilisenin gücüne saldırarak akışını sürdürdü.
"Teolojik" insanın yerini "Estetik" insan ideali aldı. Matematik, astronomi, kimya, fizik, coğrafya, felsefe antropoloji gibi bilim alanlarında çok büyük gelişmeler oldu.

Dünya merkezli görüş yerine güneş merkezli, görüş benimsendi. Bu dönem bilginleri insana doğayı keşfetme, doğa güçlerine egemen olma olanağı sağlayacak bilimsel yöntemler geliştirdiler. Rönesans'ın bir uzantısı ve tamamlayıcısı olan Hümanizm ise temelinde insan değeri ve sevgisi olan bir düşüncedir.

Hümanist görüşe göre, en değerli varlık insandır ve her şey onun içindir. Akılcılık, deneycilik, mutluluk, bilim ve doğa temellerine dayanın aydınlanma felsefesinde devlet kavramı kendiliğinden oluşan organik kutsal bir varlıktır. Aynı zamanda halkın hizmetinde olan bir kuruluştur. Ve devlet bireylerin ilerlemesi ve refaha kavuşturulmasını amaç edinmiştir. Üstelik din ile devlet işleri birbirine karıştırılmamalıdır. Aydınlanmacılar dine "akıl dini" diyorlardı ve bu, akla uygun, aklın benimsediği din demekti.


Eğitim ise giderek pragmatist bir şekil aldı. Bütün bunlar kilisenin dayatmalarına tamamen zıt idi.
Kiliseye karşı çıkanlar, sadece onun haksızlıklarına karşı değil, onun genel ruhani yapısına karşıda yazmış, çizmiş, kilisenin ideolojik politik temellerine, Hıristiyan dininin temel doğmalarına saldırmışlardır. Bütün reform hareketlerinde bunu görmek mümkündür.

Galile'den beri bu böyledir. Bilim ve teknikteki bütün ilerlemeler her seferinde Kilisenin ruhani mevcudiyeti ile çatışma durumuna girmişlerdir. Bilimdeki icatlara karşı çıkanlar sokakta, kiliseye gitmeyen saf dindarlar değil, Kilisenin örgütlediği dinci kitlelerdir.

Kiliseler arasındaki bölünme hizipleşme hareketleri onların bir bütün olarak reformların karşısında durmalarına engel olmamıştır. Müslüman ülkeler ise, aydınlanma hareketinin dışında kaldıklarından, mentalite alanında, kültürel alanda bu müşterek değer ve yargılara sahip olamamışlardır.

Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey
Esin Duran, Selda Suner, N. Gök, Sezer Aşkın, Melahat Baykara, Uğur Demir, Ismail B. Cenk, Bedri Engin, Selma Altuntaş, Filiz Serin, Nedim Serin, Vedat Koçak, Salih Birdal,
Mustafa Gur, Hasan Zafer, Bahar Ünsal, Osman Bahar, Ayse bahar, Metin Maslak, H. Maslak, Dilek Solak, zeynep içkaya, Sevda maslak, Sercan Gezmiş, İpek Doğan, Nazım Doğan, Murat Doğan, Esin Erkan, Beyhan Erdem, N. Erdem
İsmail Deniz, Ayten BARAK, Ugur Birdal, Ahmet Tan, Yıldırım Kongar, Selma Kongar, Birol Aytekin, Hatice Gül, Ibrahim Erkin, Kemal erdem, Rıza Akdemir, Mehmet Coskun, Hüseyin demir, fethi killi, Yeliz Ender, Mustafa Ender, Ugur Basak, Kemal Dektaş, Ayten Ilkdal,Nuri Aktanır, Metin Koc, Sevgi Ender, Burhan Kulakçı, Oğuz Duran, Burcu Kanter, Aysel kanter, Erol kanter, Layla SOLGUN, Orkun Keskin, T. Vural, Oğuz şen, Nur Şen, Ismail çaykara, Burhan Orkal, D. Kahan, Seher Yıldız, Esra akaya, Mehmet Uzan, Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur, Osman Çekiç, esma yıldız, Murat Çetindal, Ali Okyar, Musa Tekin, Aslı Birdal, Nazmi Doğan, İnci Gür, L. Okar, Mürsel Bozkır, Zeynep Şengül, Gülcan Iğsız, Murat Nidar, şemsi Kaya, Ayten Ekşi, Eda leman, nermin ışıl, D. Polat, Kadir Erdem, Serdar OKTAY, Mehmet Özdemir, Mustafa Erkan, Nuri AKTAS, Emine AKTAS, O. Kadir Ergun, Metin Kurca, Sedat Isiklar, Filiz Bag, Kadir Baskale, Sevim Varlik, Hasan Mesut Akaya, Necmi Guler, Erhan Isguz, Meral Okur, Bilge Okyaz, Kemal Koç, L. Mirakoğlu, Oktay Kızılcık, Mehmet Yavuzgil, Erdal Polat, Hüsnü Oktay, Ahmet tekin, Semra Kaya, Mustafa Çiçek, Kayhan Göçkaya, Erdal Solgun, Mehmet Solgun, Esra Solgun, N. Altik, Oguz Karakış, Leyla Mert, Işık mert, D. Öksüz, Erdem Yılmaz, Ayse Eltan, S. Guner, M. Deniz Ok, Mehmet İnce, Huseyin Cinar, Meltem Cinar, Berk Cinar, L. Demirkaya, Huseyin Çilek, Ayten Irmak, D. Okdere, Ali Uskan, Berdan Temiz,
H. Baskale, Murat Gülay, Esra Gülay, Mustafa Akyol, A.jale Kol, M. Kol, Tamer Oktay, Aslan Burukoglu, I. Demir

 

Emel Vildan  DÜZENLİ, İstanbul – Mart.2013

http://www.medyagunebakis.com/  ,   

TDFAJANSToplum Dinamikleri Fikir Ajansı

Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda;

Düşünce Üretimi. Paylaşımı. Toplum Yararına kullanımı.!

Bilgi Sahibi Olmadan Fikir Sahibi Olunamaz.! Olunsa olunsa;

Ancak Başkalarının Fikirlerini Tekrarlayan Papağan Olunur.

Emel Vildan DÜZENLİ, İstanbul – Mart.201 

Diğer Haberler

  • BOEİNG WHİSTLEBLOWER JOHN BARNETT
  • DÜNYA KADINLAR GÜNÜ'NDE KADINLARA
  • WUHAN TIANHE AIRPORT TAXI GUIDES
  • ORTADOĞU’DA VEKÂLET SAVAŞLARI.!
  • *IŞIK BİNYILI* *THE LİGHT MİLLENNİUM* TÜYAP KİTAP FUARINDA
  • BEREN KAYALI & GENÇ GİRİŞİMCİ & TÜRK MUCİT
  • KARSU DÖNMEZ MEMLEKETİNİ UNUTMADI
  • TURKEY LETTER GIVEN TO BIDEN FROM 27 US SENATORS
  • RUSYA BİZE NE YAPTI, NE YAPMADI.?
  • JAMES WEBB SPACE TELESCOPE GODDARD SPACE FLIGHT CENTER
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP