HOŞ GELDİN FAŞİZM.!

Yargıtay ve Danıştay’ı temyiz mahkemesi konumundan çıkartan düzenleme ise kamuoyunda yeterince tartışılamadı.

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

“HOŞ GELDİN” FAŞİZM.!

“Arınç’ın memurları” na “kâğıttan kaplan” benzetmesi yapan Süheyl Batum Hoca’ya “linç” girişimi, “başarıya” ulaşamamış! CHP içindeki çekişmenin iflah olmaz bir tarafı “mal bulmuş mağribi” gibi bu tartışmanın içine balıklama atlamış. Tam da bu sırada hükümet “Balyoz bombası” nı yeniden patlatmaz mı.? Yazık.! Bizimkilerin hevesi kursaklarında kalmış.!

Siyasi Geleceklerini Rakiplerinin Başarısızlığına Bağlamış Olan Bu Kesim, Şimdi De CHP İçindeki Geleceklerini Kılıçdaroğlu’ nun Başarısız Olmasına Bağlamışlar.

“Asalak yaşam” buna denir. Bu hastalıklı kafalara rağmen, başarılı olmak mümkündür ve  başarıların en büyüğü de böylesi olsa gerekir.!

“Balyoz Davası”nda yaşanan son tutuklamalar “karşı devrimin” tamamlandığını gösteriyor. Yargıtay ve Danıştay’ı temyiz mahkemesi konumundan çıkartan düzenleme ise kamuoyunda yeterince tartışılamadı. Kamu alacaklarının taksitlendirilmesine çekilen dikkat,  bu en önemli konuyu da gözlerden kaçırtmış. Mübarek’in görevden ayrılmasının yarattığı fırsata, organize sanayi bölgelerinde meydana gelen cinayet gibi iş kazaları da eklenince,  hükümet, bir gecede Türk halkını torbaya doldurmayı başarmış. “Torba yasa” Köşkte imzaya kalmış. “Karşı devrimi” kırk bir pare top atışı ile “kutlamaya” şunun şurasında ne kalmış.!

Son Bir Umut Yargıtay Ve Danıştay’ın Başkanlarının Köşke Çıkmasıydı. Onu Da Yaptılar. Yüksek Mahkemelerin Başkanları, Cumhurbaşkanı’ndan Yasayı “Veto” Etmesini Rica Etmişler.

Nafile bir çaba ama yapmadılar demesinler. “Karşı devrimin” üç mimarından biri olan Gül, bu fırsatı hiç kaçırır mı? Yasayı okumadan imzalayacağına yemin edebilirim.!

Aralarında eski Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanları ile 1’nci Ordu Komutanı’nın da bulunduğu 163 subay hakkında verilen “tutuklama” kararı ise,  halkın kafasında yeterince sorgulanamadı. Bu olayla eş zamanlı gündeme getirilen,  Haberal’ ın tedavisinden sorumlu profesör doktorlar ile hemşirelerin tutuklanması da güme gitmiş.!

Mübarek’in gidişi hükümetin fazlasıyla işine yaramış.! Onun için hakkıyla “mübarek” sıfatını kullanan bir tek bizim hükümetimizdir.!

Kamuoyunun dikkatinden kaçırılacak en önemli hamleler, onun direnmesi ile yarattığı zamana sıkıştırılmış. Kendi rejimini kurtaramayan Hüsnü, giderayak bizdeki “rejim değişikliği” için paha biçilmez değerde bir iş yapmış! 12 Eylül’de yapılan “halk oylaması” ile bu noktaya geleceğimiz belliydi zaten.

Ne var ki, “karşı devrim” bu kadar da erken beklenmiyordu. O günlerde  böyle bir sonuca doğru gideceğimizi öngörenler haklı çıkmış.!

Yeni rejimin adı “Ilımlı İslam” mı yoksa “faşizm” mi olsun? “Her ikisini birlikte kullanalım” diyenler de var; onlar daha çok eleştirilecekler. Faşizm ile İslam’ı birlikte kullanmak kimin haddine? Bizim Başbakan böyle işlere çok kızar… Bu “haddini bilmezler” için Silivri’de birkaç yer ayrılmış zaten.!

Erken giden pencere kenarındaki yatağı sahiplenebilir. Entelektüeller arasında “rejimin adını ne koyalım” diye başlatılacak olan tartışmalar,  bu konu başlıkları altında yürütülecek. Metiner ile Türköne yandaş Televizyonlardan  çağrılmış bile.!

AKP Ne Zaman Halka Bir Hak Vermek Üzere Adım Attıysa, Ya O Hakkın İçini Boşaltmıştır Ya Da Hakkı Kullanılmaz Hale Getirmiştir.

Bu konuda oldukça deneyimi de var. Ele geçirmek istediği bütün kurumları, önce işlemez hale getirip halkın gözünde yıpratıyor; arkasından  “yapısal reformlar” la “düzeltmeye” çalışırken, ele geçiriyor. Hükümetin en çok zorlandığı Anayasal kurumların ele geçirilmesiydi. Yargıtay ve Danıştay gibi temyiz mahkemelerinin kararlarını da temyiz edecek hale getirmekle “yargı denetimi” en ağır darbeyi aldı. Sıra bu mahkemelerin yönetimlerini ele geçirmeye geldi. Daire ve üye sayısının artırılması ile bu sonuç da kolayca elde edilebilecek.! Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun hükümetin kontrolüne geçmesinden sonra, bu işler çocuk oyuncağı kadar basitleşmiştir.!

Egemenliğin bir “iş bölümü” anlayışı içinde bölüştürülerek kullanılması anlamına gelen “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesini, ortadan kaldıran bu düzenlemeler, açıkça Anayasa’ya aykırıdır. Bunda en küçük bir kuşku bulunmamaktadır. Ne var ki, bu aykırılıkları ele alıp, iptal edecek olan kurum da yine Anayasa Mahkemesi’dir. Daha önce Anayasa Mahkemesi’nin yapısı değiştirilip, hükümetin kontrolüne geçtiğinden,  dava açılsa bile iptal kararı beklemek hayal gibi bir şeydir… Halkın kendi kendine attığı bu en büyük kazık,  son referandumdaki o “demirden hap” a “evet” dememiz ile yontulmuştur…

Kimileri bu sonuçtan “yetmez ama evet” diyenleri sorumlu tutarak, halka biraz daha ayrıcalıkla bir konum sağlamayı marifet sanıyorlar. Lafı evirip çevirmeye gerek yok; başımıza sarılan bu beladan, sorumlu olan düpedüz halktır. Kömür, makarna ve sosyal yardım fonlarından aldığı birkaç yüz lira için “benden sonrası tufan” diyenlerin, sorumluluğunu tartışmanın zamanı geldi de geçiyor bile.

Ayrıca Bu Yalın Gerçeği Gizli Tutmanın, Pratik Bir Yararı Da Kalmamıştır. Bu Sonuçta Halkı Cahil Bırakanların Olduğu Kadar, Cahil Kalmakta Israrcı Olan Halkın Da Sorumluluğu Vardır.

Birkaç paket makarna almak için gelecek nesillere yaşanamaz bir dünya bırakmak, affedilmeyecek bir aymazlıktır. Bunu birilerinin yüksek sesle dile getirmesi gerekiyor. Halkın seçimde oyunu istemek için kapısını çalacağız diye bu gerçeği göz ardı edemeyiz… Zaten halkın cahil kalması, biraz da bu faydacı tutumumuz yüzünden değil mi.?

Türk Silahlı Kuvvetleri için “kâğıttan kaplan”  benzetmesini yapan ünlü Anayasa Profesörümüz Süheyl Batum’u, yerden yere vuranların hiç biri, 163 subayın tutuklanmasına aynı tepkiyi gösteremedi. Hoca’yı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarını zedelemekle suçlayanlar, bu olay nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiç yara almadığı kanısında olmaları gerekir! Şu çifte standarda bakın. Duruşma Salonu’nun kapısının subayların üzerine kapatılması ise askere yapılmış ayrı bir hakarettir.  Bu nedenle şüphelilerle yakınlarının “Harbiye Marşı”nı birlikte okumasının bir anlamı olsa gerek!.. ABD ve CIAnın Orduyu İçten İçe Oyarak, Kof  Bir Ağaç Gibi Devirdiği, Benzetmesinden Pek De Alınanların, Anlaşılan Bu Tablo Hakkında Söyleyecekleri Bir Söz Kalmamıştır.!

Daha önce de bu subayların çoğu hakkında verilmiş “tutuklama” kararı vardı. O günlerde tartışılan; “yakalama”  ile  “tutuklama” kararlarının aynı gerekçeye dayanıyor olmasıydı. Bu açık hukuk ihlallerine karşı, çok fazla etkili olmasa da “itiraz” müessesesi hala işliyordu. Şimdi, o da işlemez hale getirilmiştir.!

Tutuklama kararlarına yapılan itirazları, haklı görüp kaldıran hâkimler de yerlerinden edildiler. Atatürk tabloları koltuklarının altında sürgüne gönderildiler!  Bir ülkede yargı kararlarını etkili şekilde denetleyen kurumlar işlemiyorsa veya yok edilmişlerse, o ülkedeki rejimin adına faşizm demekte bir yanlışlık yoktur… Özel görevli ağır ceza mahkemelerini “Demoklesin kılıcı” haline getiren hiç kuşkusuz yok ki, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’dur. Bu kurulun yapısını değiştiren ise ne yazık ki, 12 Eylül’ün o “ünlü” referandumudur. Seçmenin % 42’sine karşılık gelen (referandumda oy kullananların % 58’i) “evet” diyen kesim, bu sonuçtan doğrudan doğruya sorumludur. Bütün bu hukuksuzlukların arkasındaki yetki, onların verdiği “evet” oylarından alınmaktadır. Çoğunun böyle bir sonucu istemediği söylenebilir, bu saptama doğrudur.

Hükümet Vatandaşı Aldatmıştır. O Başka Bir Şeydir. Marifet; Karşı Uyarılara Kulak Verip Aldanmamaktaydı.

Aslında ne için oy verdiklerini hala bilmeyen bu kesim için, “siyaset cambazlarının elindeki  oyuncak” demekle, onlara haksızlık yapmış olmayız.!

Faşizm denilince sadece Hitler’in “gaz odaları” ile “fırınlarını” akla getirmeyin. Çağdaş hukuk düzeninin dışına çıkarak; “keyfi” yönetime sapmanın adı da faşizmdir. Faşist olmak için ırk düşmanlığı yapmak şart değildir. Faşist yönetimler keyfi ve baskıcı yönetimlerdir. İlk baskı yapılacak kesim, hiç kuşku yok ki, keyfiliğe karşı çıkan muhalifler olacaktır. Uygulama başlamıştır! Muhalifler susturulduktan sonra, sıra muhalif olmayan “evetçiler” e de gelecektir elbette. Keyfi yönetimlerde hak aranamaz; haklar verildiği kadardır. Dilendiği zaman da geri alınabilirler. Buna karşı direnenler, en şiddetli şekilde cezalandırılırlar. Zorbalık bu noktadan itibaren işletilir…  Bu durum deneyimlerle sabittir.! Tarih babanın başı sağdır.!

Böyle bir yaşamı hak ettik mi.?

Faşist hükümetlerin keyfiliğine ve zorbalığına karşı güvencemiz var mı.?

En Temel Sorunumuz Bunlardır. Güvencemiz Olsa, Zaten Rejime Faşisttir Denemez. Demokrasi İle Faşizm Arasındaki Ayırım Bu Noktadadır.

Peki, biz gelecek nesillere yaşanamaz bir dünya bırakmak hakkını nerden almışız.? Bir paket makarna ile 200 TL “yardım” için böyle bir kötülüğe onay verilir mi.?  Hiç kusura bakmayın ama vermişiz!  Gelecek nesillere karşı ağır bir suç işledik. Kendimizi kandırmak için bahaneler uydurmayalım. Uydurulmuş olan bahaneler ise, sadece bizi bir süre daha uyutmak içindir. İçinde bulunduğumuz derin uykulardan uyanmanın vakti çoktan gelmiştir. Önümüzde duran bu yalın gerçekle yüzleşme zamanıdır.!

Hep birlikte biz bu suçu işledik, suçluyuz bunu kabul edelim.!  En büyük suçumuz; yapabileceğimiz pek çok şey varken, onları yapmayıp, umursamaz davranmamızdır. Asıl büyük suçu atalarımıza karşı işlemişiz. Onlar yokluk ve yoksulluk içinde “ya tam bağımsızlık ya ölüm” diyerek ve hayatlarını ortaya koyup, bize yoktan yaratıp teslim ettikleri, emanet devleti bakın ne hale getirmişiz.! Bu güzelim ülkeyi mevcut haliyle bile gelecek nesillere teslim edemiyoruz.!

Her Köşesinden Bir Yerlere Yabancıları Sokmuşuz. Çoğumuz Devletimizin Bağımsızlığının Adım Adım Yok Edilmesine, Farkında Olmadan Katılmışız. Düşmanın beynimizi işgal etmesine ses çıkartamamışız. Düşman, beyinlerimizin içine yerleşerek, topraklarımızı kendi adına yine bize işgal ettirmiştir. Sandıkta oy pusulasına “evet” mührünü basan elimize, komut veren bizim beynimiz değil.! Bedenimiz geçmişimize ve geleceğimize ihanet içindedir.! Bu biz olamayız.!

Dilerseniz önümüzdeki günlerde yaşayacaklarımız hakkındaki öngörümü de paylaşayım: Henüz yaşanmadan, yaşanacakları öngörebilmek için “falcı” olmak gerekmiyor.! İlk öngörümü Mehmet Haberal Hoca için açıklıyorum: Tahmin edebileceğiniz gibi devlet gücü kullanılarak, Hoca’nın “hasta hakları” ihlal edilmiş, tedavi görmekte olduğu hastaneden başka bir hastaneye götürülerek, tıp bilimi de ayaklar altına alınmıştır. Bu bilime yapılmış en ağır hakarettir. Bu işin yine “bilim adamları” eliyle yürütülmesi işin acı yanıdır. Hitler zamanındaki deneylerde de yine bilim adamları kullanılmıştı. Göreceksiniz yeni hastaneden, önceki raporların “abartılı” olduğu anlamına gelecek değerlendirmeler yapmaya olanak sağlayacak şekilde raporlar verilecektir. Sonrası belli,  Hoca doğru Silivri’ye… Silivri’dekiler yerinde kalacaklar tabi. Bu konuya hükümet “inat” etmiştir bir kere. Anımsadınız mı bilmem. Bir ara yandaş kalem Şamil; AKP hükümet olmuş fakat iktidar olamamıştır. Bir Haberal’ı bile yattığı hastaneden almaya gücü yetmiyor, manasına gelen sözler etmişti. Onun gibiler için “iktidar olabilmek” böyle bir şey işte. Sevmedikleri ve kıskandıkları adamların içeri tıkılması… Bu hususta Şamil ile aynı düşüncede olanlar da az değil. Çok şükür! Bu operasyonla onların da gazı alınmıştır...

Hukuk yandaşların “şişini indirmek” için kullanılırsa, bunun adına “keyfilik” denir. Yöneticilerin keyfinin nasıl yerine geleceğini ise, önceden kestirmek mümkün değildir. Dolayısıyla halkın başına ne geleceğini öngörmek de imkânsızdır. Alın size sıcağı sıcağına bir örnek daha: Süheyl Hoca’nın “kâğıttan kaplan” benzetmesi üzerine, Başbakanın gruptaki konuşmasını anımsayın.

Erdoğan, Hoca Hakkında Dava Açması İçin İlgili Savcıya Talimatlar Yağdırmıştı. Başsavcılığın Hakkını Da Veriyor Ama. Helal Olsun.!

Buyruk üzerine Zonguldak Cumhuriyet Savcılığı soruşturmayı başlatmış. Birkaç gün sonra Başbakan’ın yardımcısı Arınç, TV kanallarını dolaşmaya başladı. TRT’nin kanallarının izlenmediğini o da sonunda anlamış.! Hoca’nın “kağıttan kaplan” benzetmesi nedeniyle açılacak olan davada; verilecek olan olası cezanın, en fazla birkaç ay hapis olabileceğini, onun da paraya çevrileceğini, dava açılması halinde Süheyl Hoca’ya pek bir şey olmayacağını, aksine Başbakan gibi  “kahraman” olabileceğini, dolayısıyla dava açılmasına gerek olmadığını söyleyerek, savcıya yeni bir talimat vermiş.! Bakalım savcı hangisinin talimatını yerine getirecek.

Bu Yapılanlar, Yürütmenin Yargıya Nasıl Müdahale Edildiğinin En Yakın Ve Canlı Örnekleridir. Yargıyı Bağımsız Olmaktan Çıkartınca Olacak Olanlar Böyledir İşte.

12 Eylül’de verilen “evet” oylarının ortaya çıkarttığı icraatın, bu şekilde  olacağını öngörememek için akıl körü olmak gerekirdi.!

Bu necip millet, kendi kendine böyle bir “kazığı” nasıl attı, anlamak mümkün değil! Hazır söz “öngörü” ve “keyfilikten” açılmışken, “Balyoz Davası” ile ilgili de bir öngörüde bulunmak isterim. Göreceksiniz “Balyoz Davası”nda yargılanan subayların, tutuklanmasına karşı yapılacak itirazların tamamı reddedilecek. Seçime kadar yapılacak olan duruşmalarda dile getirilecek tahliye istekleri için de aynı şeyi söyleyebilirim. Hatta “Balyoz Davası” AKP’nin bu seçimde övüneceği “icraatları” arasında bile gösterilecektir… Anayasa’mızın 138. maddesi, görülmekte olan davalar hakkında  görüş bildirmeyi, beyanda bulunmayı yasaklamıştır, kimin umurunda.! Bu durumu ayrı bir “keyfilik” olarak peşinen kayıtlara geçebilirsiniz! Yaşayıp göreceğiz “Halep ordaysa arşın buradadır”Bayanlar ve Beyler;

Bu Nedenlerle Yeni Rejimimizin Adı Faşizmdir.! Kendine Yönetim Olarak Faşizmi Reva Gören Halk Olarak Tarihe İlk Geçecek Olan Biz Değiliz.

Rahatlamak isteyen bunu düşünerek bir süre rahatlayabilir.! Bundan böyle yönetim tarafından rahatsız edilmeler başlayacak.!

Faşizm tam olarak uygulamaya geçtiğinde ne yapacağımızı hiç düşündünüz mü.?

“Zulme karşı direnme hakkımız vardır” sakın demeyin. Bu defa da halkı isyana teşvik etmekle suçlanıp, “Ergenekon” cadı kazanını boylayabilirsiniz.!  Böyle bir hak var mı, varsa bu hak kullanılabilir mi.? Onu şimdiden söyleyemem. Hiç kusura bakmayın… Kaldı ki, biz ne Tunusluyuz, ne de Mısırlı. Bize Türk derler.! En temel haklarımızı bir torba kömürle değişebiliriz. Son olarak elimizde ne kaldı nerden bileyim! Zulüm görmek için acelemiz nedir, anlamış değilim. Oturup sıranın bize kadar gelmesini bekleyemez miyiz.? O konuda da bir şey söyleyemem. Tehlikelidir.! Ne zaman ve ne kadar zulmü “hak ettiğimizi” kim belirleyecek? Onu da bilmiyorum. Sanırım o işi,  parti büyüklerimiz  “adaletli” bir şekilde yerine getirirler.! “Adaletli zulüm” olur mu da demeyin.! Yönetim biçimi olarak faşizmi seçince, “adaletli zulüm”  neden olmasın ki.?

Faşist bir yönetim içinde kendimizi savunma şansımız var mı.?

Savunmaya değer verir mi faşistler.?

Hiç sanmam. Tarihte yaşanmış deneylere bakılırsa bu gidişle “işimiz mırıktır” (1)...  Bu yakın tehlikeye göre önlem olarak, şimdiden “iktidara yakın durmak” gibi bir kurnazlık yapmaya ne dersiniz? Onu yemezler, sakın denemeye kalkışmayın!..  Kimse böyle “basitlikler” yaparak daha da küçülmesin. Faşistler asla böyle kişileri insan yerine koymazlar... Tarih böyle rezilliklerin sayısız örnekleriyle doludur. En azından o kadarını biliyorum.   Şunun şurasında en fazla alacakları bir can değil mi? Alsınlar anasını satayım…Adam gibi durmak da bir seçenektir.! Bize o yakışır.!.!

Bu kadar kötü olasılığı, “son seçimden” birkaç ay önce dile getirmem  şart mıydı.?

Elbette ki tam zamanıdır. Yaptığım felaket tellallığı değil.  Aksi halde çok geç kalabiliriz. Elimizde kullanabileceğimiz etkili son bir şansımız kaldı… Onu da heba etmeyelim. Son şansımızı en doğru şekilde kullanamazsak, halimiz dumandır.! Benden söylemesi…

12 Haziran’da sandığa gittiğimizde; 12 Eylül’de yaptığımız hatayı düzeltmek zorundayız. Çünkü ondan sonra bir daha sandık önümüze gelmeyebilir.!

Faşist Yönetimlerde De Seçim Yapılır Elbette. Ama Seçimlere Tek Parti Girebilir, Seçilecek Olanları Da Tek Lider (Recep) Belirler.

Bu şekilde sandıktan çıkacak olanlar, hiçbir zaman  bizden değillerdir.!

Av. Cemil Can

 

DİPNOT:

(1) Lizbon Bildirgesi ve Hasta Hakları Yönetmeliği’ne göre, hastanın rızası olmadan yapılan hastane değişikliği yasal değildir.

(2)(“Kutsal” bilgi kaynağı Ekşi Sözlük’e göre) Mırık: Cıvık çamur, bataklık.  

 

 

http://www.medyagunebakis.com/ - http://www.tdfajans.com/

TDFAJANSToplum Dinamikleri Fikir Ajansı

Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda;

Düşünce Üretimi. Paylaşımı. Toplum Yararına kullanımı.

Bilgi Sahibi Olunmadan Fikir Sahibi Olunamaz.! Olunsa olunsa;

Ancak Başkalarının Fikirlerini Tekrarlayan Papağan Olunur.

 

TEK YOL DEVRİM

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

Yaşasın Halkların Kardeşliği.!

KURTULUŞA KADAR SAVAŞ

ÜLKÜMÜZ TAM BAĞIMSIZ VE

GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE

  

 

Diğer Haberler

  • KADINLARA BİR DÜŞMANLIK YOLU DAHA
  • BAŞIMIZIN BELASI CEZASIZLIK KÜLTÜRÜ.!
  • MÜŞTERİLERİ DOLANDIRICILIKTAN KORUMA TİMİ.
  • KEMERBURGAZ RANT PLANLARINI YARGI ONAYLAMADI.!
  • *İMAM"ın POLİSLERİ ve TARİKATLAR*
  • BU YARGIYLA SİVİL ANAYASA YAPILIR MI.?
  • PTT ve KURUMSAL SOYGUN
  • AKP; 17 ADAMIZI, YUNANİSTA’A VERDİ.!
  • KUZU; KURTLUK YAPARKEN YAKALANDI.!
  • NADİRA KADİROVA İNTİHAR MI ETTİ, ÖLDÜRÜLDÜ MÜ.?
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP