İKTİDAR MUTLAKA YOZLAŞTIRIR

İktidar Yozlaştırır, Mutlak İktidar Mutlaka Yozlaştırır

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

İKTİDAR MUTLAKA YOZLAŞTIRIR

İktidar Yozlaştırır, Mutlak İktidar Mutlaka Yozlaştırır.!

Olayları insan ömrü ile değerlendirince, her türlü bakış kısır kalıyor. Çünkü sonuçta bir insan belki 60 yıl, bilemediniz 70, hadi biraz daha artıralım, 80 yıl yaşıyor. Baksanıza, annesinin yerine geçmek için bir ömür bekleyen İngiltere Kralı Charles, daha tahtını ısıtamadan, kanser olduğunu öğrendi, umarız çabuk iyileşir, doktorlar da öyle diyor ama herhalde Charles'ın aklına son gelen şey, tahta çıktıktan sonra bu hastalıkla boğuşmaktı.

Geçenlerde Büyük İskender'in hayatını anlatan bir belgesel izledim, yirmili yaşlarda kral olmuş, hayatının çoğu, başta bizim Anadolu olmak üzere, at sırtında dolaşmak ve savaşlarla geçirmiş, otuzlarında da ölmüş ve ölümünün üzerinden neredeyse yirmi dört asır geçmiş.

Çin'de yirmi bin kilometreden uzun Çin Seddini yapanlar, bu işe aşağı yukarı İskender zamanında başlamışlar. Piramitlere bakarsanız birkaç bin yıl daha geriye gitmeniz lazım. Göbeklitepe ise, on iki bin yıl öncesine kadar gidiyor.

DEĞİŞMEYEN DOĞASALKURALLAR

Ne kadar eskiye giderseniz gidin, değişmeyen kurallar da var.

Mesela insanın üreme şekli, ilk günden beri hiç değişmemiş, antik resimlere bakın, hep aynı.

Yeme içme de aynen öyle, taş devrinde de insanlar da hayvanları parçalayıp, pişirip yiyorlardı, şimdi de vegan istisnaları dışında aynıyız.

Aslında bir mucize olan aşk da öyle, ilk insanlarda nasılsa aynen devam ediyor. Aşkın mucizeliği nereden derseniz, çok basit, milyonlarca insan arasından iki kişi çıkıyor ve birbirlerine bağlanıyor, bu insanları bir araya getiren tesadüf mucize olmasa nedir ki?

İntikam duygusu da insanın ilkel duygularından biri ve bugüne kadar hiç değişmedi, değişse, günümüzde Ukrayna'da veya Filistin'de yaşananlar tekrarlanmazdı.

Ve ilginçtir, insanların uyuşturucu veya alkol merakı da ilk günlerden beri geliyor, birkaç bin yıllık batık gemilerden şişe şişe şarap çıkıyor, biranın Göbeklitepe'de on iki bin yıl önce içildiği belirlenmiş durumda, otlarla kafayı bulmak belki de daha eskiden geliyor.

MUHALEFET EDENLERİ ÖLDÜRME SIRASI GELEBİLİR

Kısaca insanlık, pek değişmiyor. İnsanlık değişmiyor ama insanları yönetenler değişiyor mu dersiniz? Onlar da hiç değişmiyor.

Tarihin hangi dönemine bakarsanız bakın, bir şekilde tahtları ele geçirenler var, taht peşinde koşan iktidar meraklıları var, onlara destek olanlar dolayısıyla iktidardan nemalananlar var, bir de onlara muhalefet edenler var. Eskiden muhalefet edenleri hemen öldürüyorlardı, son yüzyıllardı bu sürgünlere dönüşmüştü, günümüzde öldürmek yok 'yaşayan ölüye çevirmek' modası var, bu moda daha insani duruyor ama sonuçları yine son derece gaddarca.

 İKTİDARI İÇİN ÇOCUKLARINI ÖLDÜREN PADİŞAHLAR

Sultanahmet Camisi'ni yaptırmasıyla ünlü Osmanlı Padişahı Sultan 1’inci Ahmet'in, babasının cenazesine gitmeme nedeni neydi bilir misiniz? Çünkü babası, tahta çıkarken ne kadar kardeşi varsa, bebek demeden öldürtmüştü, bu yüzden Sultan 1’inci Ahmet, kendisini cenazeye çağıranlara, 'Taht için 19 kardeşini ve bir oğlunu katleden bir adam, babam da olsa katildir, ben katil bir adamın cenazesini kılmam. Varın siz kılın' dedi; üstelik bu onurlu davranışı gösterdiğinde daha 14’ünde, çocuk yaştaydı yani.

 

İKTİDAR HERKESİ YOZLAŞTIRIYOR

İnsanlığın ilk gününden beri değişmeyen katı bir ilke daha var:

'İktidar herkesi yozlaştırıyor, mutlak iktidar ise mutlaka yozlaştırıyor. '

Lord Acton'un bu tespiti de de insanlık tarihi boyunca hiç değişmedi.

Tarihte hangi lidere baksanız, iktidarında mutlaka birkaç 'yoz' karar aldığını görürsünüz ve şaşırırsınız, istisnası yoktur; çünkü insanın doğası böyle.

Dolayısıyla günümüzde yaşanan her olaya da bu açılardan bakmak gerekir.

Dünyayı yönetenlerin, Gazze katliamlarına sessiz kalmasında da bunu arayın, deprem kentlerine yardım yapılması tartışmasına da bu açıdan bakın, belediye başkan adaylarının hep halkın zıddına ama 'bazılarının keyfine' göre seçilmesinde de bu etkiyi göz ardı etmeyin, beklenmedik kararlar alarak, son anda masa deviren, kural dışına çıkan kısır görüşlü siyasi liderleri de böyle değerlendirin. İnsanın doğası bu, değişmez.

 

Doğan Satmış

 




MUTLAK İKTİDAR MUTLAKA YOZLAŞTIRIR*

Gürbüz Özaltınlı 18 Ocak 2017 - 00:00

Anayasa değişikliği tartışmalarında iktidar tarafında duran medya sözcülerini izliyorum. Tasarıya haklılık kazandırmak için kurdukları söylem; yaslandıkları kavramlar içinde “hak ve özgürlükler”, “demokrasi”, “bireyin devlet karşısında korunması”, “iktidarın keyfi kullanımının engellenmesi”, “adil temsil”, “azınlık hakları”, “hukukun üstün kılınması”… Bunların hiçbiri yok.

 “Milli irade” ve “güçlü liderliğin kurumsallaşması”… Anayasa önerisinin arkasında durup da bu iki kavramı gözümüze sokmayan yazara rastlamadım.

Kestirmeden gideyim: Bu iki kavram anayasanın savunulmasında merkeze yerleşmişse, yönümüz fena halde totalitarizm kokuyor demektir.

Bütün gücü liderin elinde toplamak, bir ideal olarak savunulur oldu. İktidarın birbirini dengeleyen ve denetleyen kuvvetler arasında dağılması, toplumu keyfilikten koruyan demokratik bir mekanizma değil, çoğunluğun iradesini sınırlayan bir işleyiş olarak sunulmaya başlandı. Yarıdan bir fazla oyla seçilebilen liderin iradesi, toplumun ezici çoğunluğunun tercihlerini yansıtan parlamentodan çok daha makbul ilan edildi.

Bu söylem, “organik lider” icadıyla da uyumlu. Temsil ilişkisi, temsil edilenle eden arasında kurulur ve arada her hâlükârda kırılmaya, sapmaya imkân veren bir mesafe vardır. Temsil eden, kendisini seçenlerin istek ve iradesinden uzaklaşabilir. Hayat zaten böyle işler. Oysa lider “organikse” ortada bir temsil ilişkisi yoktur. Lider bizzat toplumun kendisidir. Onun kolu, bacağı, beyni, ruhudur lider…

Dolayısıyla, her şeyiyle toplumun tam da kendisi olan liderin, elini kolunu bağlayan bütün denetimlerden uzak tutulması, sınırsızca güçlendirilmesidir ideal olan.  Milli irade ve güçlü liderliğin kurumsallaşması bize bunu anlatır!

İradenin milli olduğunu 5 yılda bir yapılan seçimlerden anlıyoruz! Liderin güçlü olduğunu ise, bütün devlet erklerinin üstünde ve belirleyicilik yetkisi ile donatılmış olmasından.

Hiçbir demokratik rejimde seçilmiş bir şahsiyete, sırf seçimle geldi diye yargı mekanizmaları dahil bütün bürokratik yapı üzerinde bu kadar geniş güç alanı tanınamaz. Ve yine hiçbir demokratik rejimde bu şahsiyet, tasarruflarında bu kadar denetim dışı bırakılamaz. Ve yine hiçbir demokratik rejimde toplumun tamamının iradesini yansıtma imkânı olan seçilmişler meclisi (parlamento) yarının bir fazlasıyla seçilebilen bir şahsiyet karşısında bu kadar zayıf statüde olamaz…

Önümüzdeki hafta, tek tek değişikliklerin ayrıntılarına girerek bunları tartışmaya çalışacağım. Herkese önereceğim şu olabilir: Bu değişiklik hayatımızı uzun süre belirleyecek çok önemli bir siyasi girişimdir; o nedenle mutlaka Mecliste oylanan metne ulaşınız ve dikkatlice okuyunuz. Somut metin üzerine yürüyen tartışmaları izleyiniz.

Türkiye son yıllarda seçilmişler/atanmışlar tartışmasını çok yaşadı. Bürokratik mekanizmaların toplumun seçtiği siyasetçileri nasıl sınırladığı ve bunun ilke-ahlak dışılığı konusunda ortak bir kabul oluştu. Bu bir kazanım kuşkusuz.

Fakat başka bir gerçek yeterince yüzeye çıkıp açık sözlü bir tartışmaya dökülmedi. O da “aşırı güç” sorunu.

Esasen “güç” konusu toplumsal hayatın sağlığı açısından ilk sırada yer alır. Seçilmişlik/atanmışlık tartışması “güç yoğunluğu” sorununa bağlıdır ve ondan önce değil, sonra gelir.

Toplumlar tarihi, “mutlak güce” karşı, seçimler başta olmak üzere onu sınırlandıracak kural ve kurumların arayışı, savunulması, oluşturulması mücadelesinin tarihidir.

Seçimler, mutlak monarşileri sınırlandırmanın aracı olarak kabul görmüş; seçimle oluşan kurumlar, iktidarı paylaşma, mutlak ve denetimsiz oluşuna son verme işlevini üstlenmişlerdir.

Zamanımızın sorusu şudur: Seçimler, mutlak gücü sınırlandırmanın aracı olarak işlevselleştikten sonra, kendisi aşırı güç yoğunlaşması üretebilir mi?

Cevap çok açıktır; evet üretebilir. Eğer temel kurallarınız, seçimle gelen otoriteyi olağanüstü yetkilerle donatıyor; denetim yollarını zayıflatıyor; kendisini kimlerin denetleyeceğine de onun karar vermesine izin veriyorsa, bunun kaçınılmaz sonucu aşırı güç yoğunlaşmasıdır…  Peki sonuç ne olur? Mutlak monarşilerden tanıdığımız aşırı güç nasıl yoz ve yıkıcı bir iktidar kullanımını ifade ediyorsa; arkasında seçim olan aşırı güç de, en az onun kadar yıkıcı bir tehdit ifade eder toplumlar için.

Bugün dillerde dolanan “güçler ayrılığı”, “yargı bağımsızlığı ve denetimi”, “dokunulmaz insan hakları”, “hukukun üstünlüğü” gibi kavramların tamamı bu “aşırı güç” kullanımına karşı üretilmiş kural ve kavramlardır. İnsanların yönetim karşısında haklarının garanti altına alınmasına, güvenlik içinde özgürce ve insanca yaşamalarına sadece seçimlerin varlığı yetseydi, bu kavramların hiç birisine ihtiyaç duymazdık. Hepsinin ardında “aşırı güç” ün despotizmine, keyfiliğine, yıkıcılığına uğramış toplumların iktidarı sınırlandırma mücadelesi vardır.

Ne soy sop üstünlüğü, ne tanrıyı temsil etme, ne de millet iradesi adına hiç kimse dengelenmemiş, denetimsiz, aşırı güç talep edemez. Böyle bir gücün sonu bellidir ve bu asla şaşmaz: Yozlaşma ve baskı…

Seçilmişler üzerinde vesayet gücü kuran eski rejim, elbette demokratik değildi. Her şeyden önce, toplumsal çoğunluğun onay mekanizmalarından geçmemiş bir siyasi güç kullanımını ifade ediyordu. Bürokratik kurumlar elinde toplanan bu güç, anayasal mekanizmalarla korunuyor; o da yetmediğinde fiili zorlamalar ve darbe tehditleriyle siyasete yön verebiliyordu.

Vesayet, toplumun seçimler yoluyla kurmaya çalıştığı iktidarın “güçsüzlüğü” sonucunu yaratıyordu. Bu bir “güçsüzlük-iktidarsızlık” hastalığıydı toplum için.  

Yine bu toprakların insanları olarak, darbe iktidarlarının insanlık dışı uygulamalarıyla ödediğimiz bedelleri iyi biliyoruz.

Askeri cuntalar da “aşırı güç” ün tipik örnekleri olarak topluma kan kusturdular.

Sonuç olarak, sistemin güçsüzlüğe çare üretebilmesine evet; fakat bunu yapacağım gerekçesiyle aşırı güç oluşturmasına hayır.  

Söylemesi kolay.

Gerçekleştirmek mücadele gerektiriyor.

*İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak yozlaştırır – John Dalberg-Acton

 

Diğer Haberler

  • SOSYAL DEMOKRASİNİN DÜNÜ BUGÜNÜ YARINI
  • TÜRKİYE HİBRİT DEMOKRASİ İLE YÖNETİLİYOR.!
  • TBB’NİN KAYYIM ÖNERİSİNE 10 PARTİDEN DESTEK
  • HEDEF *DEMOKRASİ* DEĞİL, *YOLUNA DÖNÜŞ*.!
  • GAZETECİYE, YAZARA, YAYINCIYA BASKIYA HAYIR.!
  • BEYEFENDİ *EL YÜKSELTİYOR MUŞ.!
  • SPK VE CUMHURİYET HALK PARTİSİ TÜZÜĞÜ
  • ORGANİZE İŞLER BUNLAR.!
  • CHP ÖRGÜTLERİNDE GELECEĞİ KONUŞMAK.!
  • Erdoğan iktidarı halk desteğini yitirmiş azınlık iktidarı haline gelmiştir
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP