Basın Ahlak İlkelerine uymaya söz vermiştir. Sitede yayınlanan yazılar ve yorumlardan yazarları sorumludur.
MEZEDAKİ’NİN YENİ ŞUBESİ UNİQ AÇILDI
İstanbul’um Tadım-Tuzum, Bir Varmış, Bir Yokmuş Kitabının Yazarı Meri Çevik Simyodinis Hanım Yeni Mekanı Mezedaki Uniq Açılışını Gerçekleştirdi. Meri Çevik Simyodinis Hanım’ın Açılış Konuşması; Saygıdeğer İstanbul Yunanistan Başkonsolosluğu Temsilcisi, 2. Konsolos Sn. Danai Basilaki, Saygıdeğer Turkmall ve BTA Yöneticileri, Saygıdeğer Rumvader ve Klise Vakıf Başkan ve Yöneticileri, Lezzet Dostları Derneğimizin Lezzet sever Üyeleri ve Lezzethanları, Sevgili Uniq İstanbul çalışanları… Sevgili Dostlarımız Hoş geldiniz, hepinizi burada böyle bir günde yanımızda görmek inanın harika bir duygu… Teşekkür ederiz. Bu gün burada hep beraber 2 güzel olayı kutlamak için toplandık. Bunlardan ilki Mezedaki’nin Uniq İstanbul da açılıyor olması. Hepinizin bildiği gibi Mezedaki Bebekte 2012 yılında açıldı. Büyük bir heyecan ve coşkuyla, senelerce düşlediğim hayali, gerçekleştirmenin verdiği enerji ile çıktım yola… Başlangıçta butik bir meze evi düşüncesiyle açılmış olsa da, az zamanda adeta bir yemek kulübü halini aldı küçük mezedaki… Röportajlar mı yapılmadı, paneller mi düzenlenmedi, Yemek derslerimi yapılmadı, workshoplar atölyeler mi yapmadık Toplantılar mı düzenlenmedi.? Kutlamalar mı yapılmadı.? Yani yemek üzerine, İstanbul Mutfağı üzerine aklınıza gelecek ne varsa her şey yapıldı. Artık yavaş yavaş sığmamaya başladığımı anlamıştım küçük dükkanıma.. Ve çevremi de, olanaklarımı da genişletmem gerektiğini düşündüğüm bir dönemde Yemek işine girmek isteyen, tanışıklığımız eskilere dayanan, iki dostumla karşılaştım. VE MEZEDAKİYİ UNİQ İSTANBUL’A TAŞIDIK. Mezedakiye inandıkları, destekledikleri ve bu yolda beraber yol almayı istedikleri için sevgili Levent ve Deniz Eyüboglu çiftine hepinizin huzurunda çok çok teşekkür ederim. Umuyorum ve diliyorum ki her şey hepimiz için çok güzel olsun. Gelelim Bir Varmış Bir Yokmuş adlı kitabımızın tanıtım kısmına… Bu topraklarda yaşamış hatta özünü oluşturan Rumlar önce Mübadele, sonra 1942 Varlık vergisi, 6-7 Eylül ve ardından 1964, vatandaşlıktan çıkartılma gibi olaylarla karşı karşıya kalmışlardır. 1963 Kıbrıs olayları ve ardından 13 bine yakın Rum insanı sınır dışı edilmiştir. Bu çalışmamada da, ilk kitabımdaki gibi yine İstanbul yeme içme sektöründeki kahramanlarımızdan bahsetmek, biraz da eskilerde yaşamış dostlarımızla sohbet etmek fırsatını yakaladım. Bunun yanında bu zorlu dönemlerde İstanbul’dan Göç etmek zorunda kalmış, zoraki bir göç yaşamış ve oraya yerleşmiş insanlarımızın nasıl azmederek, çalışarak, didinerek oradaki hayata ayak uydurarak yine kendilerini ifade etmek için yemek işini seçmiş olduklarını ve kendi markalarını yaratarak artık her birinin kendi sektörlerinde tanınmış ve kabul edilmiş olmanın nasıl gururunu taşıdıklarını konuşma fırsatını yakaladım ve yazdım. Acılarını, yorgunluklarını ve İstanbul hasretlerini nasıl yarattıkları lezzetlere aktarabilmişler ve bu şekilde kotarabilmişler bu yaşadıkları büyük kaosu.? Bunu merak ettim, bunu araştırdım. Ama tabiî ki İstanbul un herhangi bir özelliği hakkında yazı yazmak o kadar kolay olmuyor. Öncelikle tarihine bakmak lazım oluyor. Bu topraklarda yaşamış bütün farklı kültürlerin bıraktığı bir miras ve bizlere ve bizim de görevimiz bu mirası sırası geldiğinde gelecek nesillere aktarmak olacaktır. Bu topraklarda binlerce yıl iç içe yaşamış olan Rumlar, Ermeniler, Levantenler, Museviler, Kürtler, Aleviler, Süryaniler, Çerkezler, Gürcüler, Sakızlılar, Akdenizliler, Karadenizliler, Kapadokyalılar;
Ve daha nice kültürlerin her biri kendi tatlarını ekleyerek İstanbul Mutfağını oluşturmuşlardır. Bu yüzdendir ki İstanbul kendi aurası gibi eşsiz, benzersiz ve çok lezzetli bir mutfağa da sahiptir. İşte bu farklı mutfaklarda ne hayatlar yaşanmış, ne anılar paylaşılmış kim bilir.? Ne acı, ne tatlı hatıralar saklıdır acaba bu hikâyelerin perde arkasında.? Nasıl gelmiş geçmiş onca yılların, onca yaşamların öyküsü.? Nasıldı o ruh hali.? Her elin lezzeti ayrıdır derken o farklı ruh durumları kastediliyor belki de kim bilir.? Bir tutam baharat serpiştirirken bence yemeklerine belki kendi ruhlarını serpiştiriyorlardı her biri kendi el yordamıyla. İşte bütün bunları düşünerek yola koyuldum ve gördüm ve anladım ki gerçekten öncelikle mutfağa gönül veren kişi onun tutsağı oluyor. Akşamı sabahı yok bir mutfak işçisinin. Dinlenmeye vakti de yok. Askeridir o mutfağının. Bazen eri, bazen komutanı, ama hazır kıta, saygı duruşunda adeta her anı. Bende değişik bir farkındalık kazandım bu macerada. Şunu da belirtmek isterim ki bu bahsettiğim bütün mutfak işçileri ve emekçileri için geçerli. Bunun Türk’ü Rum’u, İtalyan’ı, Fransız’ı yani milliyeti yok. Olamaz… Evet, kısacası bir aşk, Aşkın ta kendisi, Bitmeyen sönmeyen bir tutku adeta.! Ben bu konuyu araştırmak istedim kendi kültürüm adına. Bu içimden geldi. Ben tarihçi değilim, araştırmacı, gazeteci filan da sanmayın beni çünkü değilim. Ama yazdıklarımla ilgilenenler olacaktır diye düşündüm. Yazdıklarım çoğumuzun tanıdığı, hayatlarımızda yer etmiş iz bırakmış tanıdık, ama belki de tanımamış olduğunuz ama mutlaka bir yerlerden aşina olduğunuz isimlerin, hayat hikâyeleri. Dediğim gibi birinci kitabımdan farklı olarak bu kitapta Yunanistan a göç etmiş, İstanbullu soydaşlarımızın orada yemek sektörü ile ilgili olanları ile görüştüm. Ve anladım ki, ve sizde okuyarak anlayacaksınız ki bu hayat hikayeleri de çok etkileyici, ve pek de öyle kolay geçmemiş hayatlar bunlar da. Hani buradaki zorluklardan kurtuldular da nereye gittiler, nasıldı oraları, nelerle karşılaştılar, şu anda ne yapıyorlar, dönmek isterler mi, kriz nedeniyle vatanlarına dönmek isteyenler oldu mu gibi beni düşündüren soruları sorma fırsatını buldum ve sizlerle de paylaştım. Yani kitabımın ismi gibi bir var olup bir yok olmuş bu binlerce insanımız acaba neler yaşadı.? Binlercesini değil ama bazılarını bulma şansım oldu. Bazılarının beni etkileyen paragraflarını sizlerle paylaşmak isterim… Herkesin tanıdığı Bebekteki Gaskonyalı Toma için mutlaka bir şeyler yaz dediler.. Gittim Atinaya damadını bulabildim. Sağ olsun damadı Vasil bey memnuniyetle anlattı.. Konuşmalardan bazı kesitler paylaşıyorum… ..-Göç den sonra.? Sonra Türkiye yi özledi. Dönmek istedi. Bir ara aman maliyede borcum var mıdır gibi bir endişe oluştu içinde, ama hiçbir şekilde böyle bir durum olmadı. Ne zaman öğrendiler ki Toma İstanbul a geldi ne kadar gazeteci varsa havaalanına gelmişler.. Tomayı beklediler. Toma da iner inmez uçaktan eğilip toprağı öptü. Tabii ki bu olayı bütün gazeteler yazmıştı bir hafta boyunca. Öylesine özlemişti doğduğu toprakları…. Atina’da Divan Saraylı Malebi gibi çok tanınmış ünlü markaların yaratıcısı Sn. Hristo Lemoncoglu… muhabbeti seven, aklı başında, çalışkan, ve ben İstanbul’a döneceğim gün yanıma elinde mis gibi sıcacık milföylerle gelip beni yolcu eden bay Hristo… Burada hayat hiç de kolay değildi. Benim burada arkadaşlarım vardı, ama beni maddi olarak destekleyecek kimsem yoktu. 55 yılından itibaren Rumlar buraya gelmeye başladı, ama burada Türk tohumu gibi laflar etmeye başladılar bize, yani yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal.
Türkiye’de de dışlanıyoruz, burada da bize yapılan muamele insanlık dışı. Herkes 8 saat çalışır biz 12 saat. Herkese sigorta bize yok.. Sabrettik yılmadık başardık. Ancak çalışmayla başarılı olabilirdik hazır paramız yoktu ki. Hatta örnek olduk diyebilirim. Sanatımızla çalışkanlığımızla örnek olduk. Diyor haklı olarak… Atina da tanınmış Riviera Pastanelerinin sahibi Stavros Karabiberis: İstanbulu tabiî ki çok özlüyoruz. Ben Tatlıcılarda çalışırken personel 40 kişiydi. Bir Rum bendim. Beni seviyor kolluyorlardı. Hala İstanbul da görüştüğüm arkadaşlarım var. İşten sonra bütün arkadaşlarla Atlantik e gider her gün birimiz ısmarlar sosisli yer Arjantin birası içerdik.! Tabii ki ustalarımıza bizler ısmarlıyorduk genelde ki biraz tarif kapalım ellerinden. Kesinlikle vermiyorlardı öyle kolay kolay tariflerini eski ustalar diyor İstanbul da ki hayatını anlatırken…eski ustalarına da sitem ediyor bir yandan..ustalar her zaman zordur ama eski ustalarda çok zormuş gerçekten anladığım kadarıyla…
Yine Atina da Şarküteri sahibi Bay Benito Şanzoninin eşi Evdoksia Şansoni Benim için İstanbul çok önemli. Çocukluğumun çok güzel yıllarımın geçtiği şehirdir. Yani biraz sıkılsam hemen o günleri hatırlarım. Bize burada güç ve moral veren oradaki hatıralarımızdır diyor sorularıma cevap verirken.. Çok etkileyici değil mi.? Hatıraların ayakta kalabilme gücü verdiğini bu kadar güzel anlatabilmesi Madam evdoksia nın… Gelelim Büyükada da yaşamış, benim ve bir önceki neslin mutlaka tanıdığı Stefo Baba’ya… Stefo Baba Milto Restaurantı ile adeta bütünleş bir şahsiyet… Günün her saatinde restaurantın önünde oturur, adeta tüm adaya hakimiyetini kurmuş haliyle gelen geçenle şakalaşan hali ile herkesin sevdiği insan Adam gibi adam diye bahsedilen Stefo Baba.! Maalesef aramızda yok.. Ben kızıyla konuştum.. Anna ile… Annanın eşi de iyi bir şef. Oda eşiyle birlikte Atina ya göç etmiş, ve ailesiyle birlikte kesin dönüş yapmış sayısı az olan arkadaşlarımızdan bir tanesi… Doğduğumuz yerlerin kıymetini bilelim. Gurbet acısı, vatan hasreti Allah kimseye çektirmesin. Ben 20 sene Atina da yaşadığıma pişman filan değilim. Bunu söylemek istemiyorum insan nerede geçinebiliyorsa, işi nerdeyse vatanı orasıdır derler, bu da doğru muhakkak. Ama insanın vatanı gibisi yok. Mesela Atinada Paleo Faliro gibi bir yerde oturuyorum ki hem muhit güzel hem denize yakın hem havadar. Yani bir sürü güzel özellikleri var. Ama yine de bazen boğulduğumu hissediyorum.. Özellikle de İstanbul u özlediğimde… Diyor sevgili Anna kendini anlatırken… Büyükadada bilmeyen yoktur Milto Restaurantını… Şimdiki sahibi sn Turgut Atakanın, restaurantın adını da aldığı ilk sahibi Miltiadis Ververoglu nun tasfiyelerini unutamıyor hala.. ve anlatıyor: ..-Oğlum dermiş Bay Miltiyadis o zaman daha çok genç olan Turgut Beye, müşteri yemekleri pahalı bulup gidebilir, gitsin… O yine gelecektir. Ama yemekleri beğenmezse bir daha geri gelmez. Bu işte en önemli şey kalitedir… Bu kadar tecrübeli insanlardan böylesi nasihatler dinlemek çok büyük bir şans taktir edersiniz ki.. Başka bir sima Adamızın unutulmayan siması, hepimizin yüreğinde bir yara olmuş, hepimizin çok sevdiği ama yardım edemediğimiz Noramız… Bu yaz onu kaybettik.. tanıyan tanır Norayı nevi şahsına münhasır haliyle kabul ettiğimiz bir bayandı.. Büyükada Façyo Lokantasının torunu olan Nora zengin bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş, en güzel okullarda okuduğunu, en güzel kıyafetleri giydiğini, en güzel mekanlarda yiyip içtiğini, adanın en güzel kızı olduğunu, saymakla bitmeyen arkadaş gurupları ile yaşadığı eğlenceleri her fırsatta dile getirir ve rakı bardağı elindeyken de keyifli muhabbetine doyum olmazdı.. Norayla da konuştum ölmeden önce… Çok şey anlattı tabiî ki.. okuyacaksınız.. Kader mi Noraya biraz haksızlık etmiş yoksa Nora mı kaderine kafa tutmak istemiş.? Tam olarak bilinmez ama maalesef Nora nın eski şaşalı hayatı anne ve babasını kaybettikten sonra ve akrabalarının hepsi Atinaya göç etmek zorunda kaldıktan sonra, maalesef zorlu bir hayata dönmüş oda çözümü rakı şişelerinde aramış… Soruyorum son olarak… Peki o eski arkadaşlarına rastlıyor musun artık madam Nora adada.?.? …Evet.. Bir tanesi geçen yaz gençlik resimlerimizi bulmuş. Bakıyoruz. Ah bu Talin Altınyan, ah bu da Hayganuş. Na bu da Nizam da oturan Juliet, hani o Berç’le evli olan. Düşün 15 yaşında tanıştılar evlendiler. Torunları var. Güzel bir evlilik yaptılar. Allah ayırmasın. Herkesi tanıdım da aralarındaki birini tanıyamadım. Bu kimdi diye bakakaldım dakikalarca. Bu sensin sen demez mi arkadaşım, meğer kendimi tanıyamamışım. Düşün artık halimi kızım… Büyükada da bu zor dönemlerde gerek maddi gerek manevi en çok etkilenen yerlerden oldu.. Yani Gidenlerin de durumu zordu.. Kalanlarda nasibini almıştı yalnızlık ve kimsesizlik burada kalanları da bir şekilde kötü vurdu Nora örneğinde olduğu gibi… Bir başka Dostumuz, yaşanılanları anlatırken gözleri dolan, bu acılı dönemleri bizzat yaşamış ve anlatmaktan yorulmayan, sözüne güvendiğimiz Abimiz Ahmet Tanrıverdi.. Namı diğer Fıstık Ahmet’ den bir paragraf: …-Büyükada çeşitli kültürlerin etkilediği bir yerdir diyor. Burada çeşit çeşit kültürler hep beraberce yaşamış ve bunlar da birbirlerini tabiî ki etkilemiştir. Mesela komşularımızın arasında Katolik Rum aşle Franguliler, Ortodoks Rumlar, Ermeni Katolikler, İtalyan Levantenler vardı. Buraya 1946 dan sonra yani Yunanistan’daki iç savaştan sonra gelenler ve yerleşenler de oldu. Ve biz bunlarla o kadar iç içe yaşıyorduk ki bu insanların bizden farklı dine ve mezhebe ait olduklarını bile anlamamış hissetmemiştik. Beraber çocukluğumuzda oynadığımız da kavga ettiğimiz de oluyordu tabiî ki.. Sonrasında gün geldi aşklar yaşadık, gün geldi ayrılıklar yaşadık, ama yine hep beraberdik ve de çok mutluyduk, ta ki 64 te yaşanan travma dönemine kadar… Diyor Ahmet Bey bizlere o günleri anlatırken… Bahsetmek istediğim son isim hepimizin tanıdığı Royal Çikolatalarının sahibi Sn. Spiros Ethnopulosun kızı Klio Ethnopulos un konuşmaları… Babaannem yaşlı bir kadın, doğduğu şehir İstanbul u terk edip başka yabancı bir memlekete taşınmak ve göç etmek istemiyordu. Gideceğiz diye 1981 yılında kahrından öldü. Şimdi Şişli mezarlığında eşinin yanında dinleniyor. Büyüklerimiz orada. Ölülerimizden uzakta yaşıyoruz. Neden.?.?.?.? Bu sözlerle noktalamak istiyorum konuşmalarımı… Anlatmaya doyamadığım bu hikayeleri noktalamam gerekiyor.. Sizi çok fazla yormadan… Kitapta nasıl olsa uzun uzun var bütün röportajlar… Ve sözü kitabımı tanıtma şerefini bana lütfetmiş olan gazeteci yazar sn. Artun Unsala veriyorum ve hepinize teşekkür ediyorum. Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Kasım.2015 – okkesb61@gmail.com, http://www.medyagunebakis.com/ - okkesb@turkfreezone.com, https://twitter.com/okkesb – E.mail: okkesb@telmar.net,
https://www.facebook.com/okkes.bolukbasi, - okkesb@gmail.com, Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Kasım.2015 – okkesb61@gmail.com, İstanbul’um, Tadım-Tuzum..
Bir Varmış Bir Yokmuş
Meri Çevik Simyodanis
İlk kitabı İstanbul’um Tadım-Tuzum, Hayatım’la, İstanbul Mutfağının damaklardan ve akıllardan çıkmayan lezzetleri ve bu lezzetlerin ustalarıyla okuyucuyu buluşturan Meri Çevik Simyonidis şimdi de Bir Varmış Bir Yokmuş diyor ve bizi İstanbul’da başka sofralara, unutulmayan, isimleri birer markaya dönüşmüş Tavernalarda, Lokantalarda, Pastanelerde ve Şarküterilerde bir sohbete davet ediyor.
Yemek, Tatlı ve Eğlence dünyasının efsane Rum ustaları, onların hoş sohbetleri, kültür, Şehir, anılar, keyifli aile masaları, güzide malzemeler, nostalji, müzik, bir tutam burukluk, bir parça hüzün, ama ilk lokmayı aldığımızda içimizi ferahlatan, tanıdık, bildik, özlenen o tat.!
|
Trabzonlular Birleşiniz. Trabzonlu İşadamları, İşkadınları, Çalışanlar, Genç Kızlar-Erkekler, Okuyan çocuklar Birlik ve Bütünlüğü Sağlamak Sizin Ellerinizde..!
Yazının devamı »Copyright 2022 - MEDYA GÜNEBAKIŞ
Designed by TELMAR
BACK TO TOP