Basın Ahlak İlkelerine uymaya söz vermiştir. Sitede yayınlanan yazılar ve yorumlardan yazarları sorumludur.
AŞK DA YAŞAYAN HER ŞEY GİBİ ENFEKTE OLUR. İçinde bulunduğumuz pandemi sürecinde, saatine asla bakmadan hastalarını tedavi etmek için canla başla çalışan, Florance Nightingale Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji uzmanı Dr. Feride Gökçe Demir ile çok keyifli bir söyleşi yaptık.
Dr. Feride Gökçe Demir; Güçlü, zeki, çalışkan, başarılı, kıpır kıpır, hayat dolu ama kıvamında marjinal bir kadın. Zihnimde muhafaza ettiğim kadar güzel ve özeldi… Hafif mahcupluğu, tevazuu ve naifliği hoşuma gitti. Korona günlerinde hiç durmadan, azimle ve olanca enerjisiyle çalıştı. En uzun, en yorgun nöbetlerini bile gurur duyarak anlatıyor. Mutluluk içinde yaşaması ve üretmeye devam etmesi dileğiyle… Ö. AYKAN: Hekim olmaya ne zaman karar verdiniz? Dr. F.G.D: Küçük bir çocukken kolu-bacağı kırılan oyuncak bebeklerimi anneannemle birlikte ameliyat ederdik (Gülüyor). Bildiğiniz dantel milinin ucunu ateşle yakıp iki bacağı lastikle falan birbirine bağlıyorduk. Ütü masasını ambulans gibi evin tüm odalarında sürerdim mesela. Yardımcımız Emine Hanım hep söylenirdi ayakaltında dolaşıyorum diye. Dolaşma durmadı ama bir Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji uzmanı olarak tıbbın her alanında dolaşıyorum.
Ö. AYKAN: Peki, neden Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji? Dr. F.G.D: Belki güleceksiniz, ancak ben gerçekte beyin cerrahı olmak için tıp fakültesini tercih ettim. Üniversite öğrencisiyken ise psikiyatriye merak saldım. Ancak pratisyen hekimken enfeksiyon hastalıkları çok ilgimi çekmeye başladı. Her şeyden önce mesleki tatmini çok yüksek bir branş. O nedenledir ki, enfeksiyon hastalıkları uzmanları “kanıta dayalı tıbbın” en kararlı savunucuları olarak görülüyor. Dünyanın başına musallat olan antibiyotik direnci belasına rağmen hastalarımız büyük oranda iyileşiyor. Bir de tek başınaysanız bile hastanın tanı-takip-tedavi sürecini tek başına yönetebiliyorsunuz. Örneğin; menenjit (beyin zarı iltihabı) olabileceğini düşündüğünüz bir hasta başvuruyor ve size yardım edebilecek hiçbir sağlık çalışanı yok. Hastanın belinden bir iğneyle girip, beyin omurilik sıvısını alabilecek girişimsel güce, aldığınız o sıvıda iltihap hücresi var mı diye mikroskopla bakacak tanısal güce, varsa uygun tedaviyi seçecek tedavi bilgisine sahipsiniz. Böylesine bir klinik güce sahip çok az branş var tıp dünyasında. İşte bu yüzden Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji uzmanlığını tercih ettim.
Ö. AYKAN: Farklı olmak için mi? Dr. F.G.D: Hayır. Sürdürülebilir olabilmek için. Sürdürülebilirlik, ortak bir idealin arayışıyla karakterizedir. Bu ideal insanları bozulan sağlığına yeniden kavuşturmaktır. İnsanları mutlu etmektir. Bunu ciddi bir takım ruhu ile yapıyorum. Ekip olarak bir hastamızın bir sorununu en küçük detayına kadar irdeliyoruz. Yani idealimizin peşinden hızla ama dikkatlice koşuyoruz. İyileşen bir hastamın minicik bir tebessümü bile bana dünyaları veriyor. Sürekli başarıda temel konu farklı olmak değildir. Farklılık, diğer koşullarla birlikte düşünülmesi gereken bir durumdur. Abartmadığımız sürece sorun yok. Ama hekimin başarılı olmak dışında bir ideali olamaz.
Ö. AYKAN: Meslek hayatınızda burnunuzun direğini sızlatan bir hikaye var mı? Dr. F.G.D: Ne biri, en iyimser tahminle onlarca. Belki çok daha trajik olanlar var ama beni farklı bir yerden vuran ve o nedenle aklıma ilk gelen hikâyeyi anlatayım. Mecburi hizmetimi Mardin’in Nusaybin ilçesinde yaptım. 3 yaşındaki oğlumla düşmüştük yollara. Bir gün polikliniğime bir hasta başvurmuştu. Yıllar öncesinde bir trafik kazası geçirmiş ve bacağında 9 yıldır geçmeyen kronik bir kemik enfeksiyonu vardı. O kadar çaresizlik ve imkânsızlıklar içinde çalışıyordum ki inanın hayal dahi edemezsiniz. Düşünün hastam için kültür çalışacağım bir laboratuvarım bile yoktu. Bu noktada ürkek bir cesaret ve özgüven sarıyor ruhunuzu. Hani hep derler ya imkânsızlıklar güçlendirir insanı diye. Ütopik bir düşe girdik. Elde yok, avuçta yok. Sadece oradan buradan yardım dilenerek fantezi peşindeyiz. Şükürler olsun ki işler beklediğimizden iyi gitti. Tedaviye çok iyi bir klinik yanıt aldık, enfeksiyonda kür sağladık. Hastamız tümüyle iyileşmişti yani. Bu süreçte adamcağızla neredeyse akraba gibi olmuştum. Tedavisiyle ilgili gelişmeleri sürekli yazışıyorduk. Hastam bana son kontrole geldiğinde vücut dilinden bir tuhaflık sezinledim. Adam kaşıyla gözüyle bana işaretler yapıyor, elinde bir şey gizliyor gibiydi. Ben sakin sakin bakıyorum, aklım karıştı ama adam utanmasın diye soramıyorum tabii ki. Bir de ne göreyim, adam sanıyorum tüm cesaretini toplayıp önlük cebime Bir şey soktu. Elimi cebime bir attım 50TL para koymuş cebime. Şaka değil bu, 50 TL işte... Kendince onu tedavi ettim diye bana teşekkür etmek için bir şeyler yapmak istemiş ve bu formülü bulmuş. Hayat ne garip değil mi.? (gözleri doluyor). Ö. AYKAN: Siz ne hissettiniz? Dr. F.G.D: O anda ne denli sıkışıp kaldığımı asla unutamam çünkü insan bir yandan da hastası incinmesin diye korkuyor. Ona bu yaptığının bir hekime teşekkür için son derece yanlış olduğunu, yaptığım tüm çabalarımın benim görevim olduğunu çok yumuşak bir üslupla, incitmeden anlattım. “Bana teşekkür etmeniz benim için çok değerli ama eğer ben bir hekim olarak sizden armağan bunu alırsam çok çirkin bir şey yapmış olurum” dedim. 50 TL’yi derhal geri verdim. Bizim insanımız yüce gönlünün ötesinde duyarlı da, anladı sağ olsun. Evime geçince hıçkıra hıçkıra ağladım. Zaten o dönem evime çok defa ağlayarak gittiğimi bilirim. Bu anımın özelde anlattığı bir gerçeklik de var ki insanın içini inceden inceye kanatıyor. Şimdi benim çalıştığım yerde tam donanımlı müthiş bir hastane var. Bu son derece mutluluk verici. Bu vesileyle beni yetiştiren yaşan ve rahmetli olmuş tüm saygıdeğer hocalarıma minnet duygularımı iletiyorum.
Sağlıkçı Çocukları Gariban Büyüyor. Oğlum Rüzgâr Mesela. Benimle Sohbet Ederken Telefonum Çalarsa, “Anneciğim, Hastaneyse Aç Ama Arkadaşın İse Meşgule Al” Derdi. Ö. AYKAN: Söyleşimizde sizi dikkatle dinlerken bir yandan da cümleleriniz arasından naif bir sitem algılıyorum. Türkiye’de hem kadın, hem anne, hem de bir hekim olmanın altını çiziyorsunuz. Dr. F.G.D: Biz bu kavramların altını çizmeden çok önce bu realite üstümüzden adeta bir buldozer gibi geçti. Hep söylerim, sağlıkçı çocukları gariban büyüyor. Oğlum Rüzgâr mesela. Benimle sohbet ederken telefonum çalarsa, “anneciğim hastaneyse aç ama arkadaşınsa meşgule al” derdi. Öğrenilmiş çaresizlik bildiğiniz. Eğer, bir hastanın bana ihtiyacı varsa ona zaman ayıramayacağımı 8 yaşında kavradı. Rüzgâr bunu bana ilk söylediğinde, onu uyuttuktan sonra 3 saat ağlamıştım.
Ö. AYKAN: Toplumda aksine doktor çocukları çok şanslı ve zengin çocukları hatta bazen şımartılmış çocuklar olarak görülüyor. Toplumun sosyo-kültürel yapısına göre görece bir genellemenin içinden soruyorum? Dr. F.G.D: Öncelikle her çocuk şanslıdır. Çünkü çocuk olmak şansın ta kendisidir. Sizin söylediğiniz az gelişmiş toplumlara has ve çok yanlış, bir o kadar talihsiz bir etiketleme. Bir kere doktor çocuğu müthiş disiplinli bir atmosferdedir. Evin içinde soluduğu havaya kadar yansır bu. Anne yemeği nedir bilemez çoğu zaman. Naz niyaz yapamaz. Hastalık kaprisi yapamaz ebeveynine. Asla şımarık değil tam tersine paylaşımcı ve katılımcıdır. En kötüsü de yaşından çok erken büyüme gibi bir duvara toslamak vardır kaderlerinde. Zenginlik mi bu sizce? Kim bilir belki de bu yüzden bizim çocuklarımız doktor olmayı seçmezler. İstisnaları dahil etmiyorum pek tabii ki. Rol model anne-baba ebeveyndir. Ben kendi adıma biricik oğlum, Rüzgâr’a ayırdığım her saliseyi paha biçilmez bir mücevher gibi görürüm. Rüzgâr da benim kendisine olan sevgimi çok iyi bilir. Sorumluluklarını da bilir. Mükemmel bir arkadaşlığımız var şükürler olsun.
Ö. AYKAN: Hekim olmasaydınız ne olurdunuz? Dr. F.G.D: Hekim olmasaydım şu olurdum demedim yine hekim olurdum mesleğimi çok severek ve tutkuyla yapıyorum. Galiba ben en çok bilime ve sanata inanıyorum. Ama diyelim ki Tıp Fakültesini kazanamadım. O zaman tiyatrocu olurdum kesin. Net bilgi! Ö. AYKAN: Tiyatro tutkusunun peşinden gittiniz mi? Dr. F.G.D: Tabii ki. Hem tiyatro hem de dans. Üniversitede fakültemin tiyatro-edebiyat kulübü kurucu başkanıydım, çok güzel oyunlar çıkardık. Sonrasında Burhan Akçin’in tiyatro atölyesinde yaratıcı drama eğitimi aldım, çok keyifliydi. Asistanken çok bunaldığım bir dönem olmuştu. Düşünün, minicik bir bebeğiniz var sizden sevgi, şefkat bekleyen ve siz sadece deli gibi hiç durmaksızın çalışıyor, üstüne üstlük geceleri de nöbet tutuyorsunuz. Bir gece kendi kendime yüksek sesle dertleştiğimi hatırlıyorum. Kendimi tashih etmem gerektiğine inandım. O gece kendime, “evladın ve işin senin için çok kıymetli ama sadece kendin için aksiyon olmazsan bunlardan hiçbirine faydan dokunmuyor” demiştim. Ertesi gün Başkent İletişim Bilimleri Akademisi’ne başvurdum. Başlangıçta onlardan talep ettiğim yine drama eğitimiydi, ancak akademi yetkililerinin ısrarlı önerileriyle spikerlik eğitimi aldım. Böylece bir de spikerlik sertifikam olmuştu. Bunlar yaşamın bahaneleri elbette. Anne, asistan-hekim iken küçük bir nefes almış oldum. KAHKAHAMI HAK EDEN HER ŞEYE GÜLERİM.
Ö. AYKAN: Sadece Kendinize Yaslanan Bir Tarzınız Var. Dr. F.G.D: Öngörünüze sağlık. Yaslanacak bir sırt aradığımız zamanlar, bizim en kutsal yardım çağrılarımızdır. Ve evet, yaslanacağımız en güvenli yer kendimiziz. Ben yaşamım boyunca gözümü güvenle kapatıp kendime yaslanabilmeyi büyük bir şans saydım. Örneğin, maceraya atılmaktan korkmam (gülümseme). Sonu üzüntüyle biten tecrübelerimden bile pişman olmadım. Kendime; “Boş ver Gökçe bundan güzel, iyi bir ders çıkardın” dedim. Sonuç olarak yaşamın öğretisi hiçbir zaman son bulmaz. “Demek ki öğrenmem gereken daha çok şey varmış ki bu deneyimi yaşamam gerekiyormuş” derim. İyi bir deneyimden pozitif bir çıkarımımız olur. Kendime ve deneyimlerime yaslanıyorum.
Ö. AYKAN: Akıl almaz enerjiniz dikkatimi çekti. Merak ettim en çok neye gülersiniz. Dr. F.G.D: Haklısınız. Çok neşeli ve enerji doluyum. Karşımdaki insanları mutlu etmeyi, ikna etmeyi, sorunlarına çözümler üretmeyi ve yardımcı olmayı çok severim. Kahkahamı hak eden her şeye gülerim.
Ö. AYKAN: Peki ya aşk.? Dr. F.G.D: İnsanoğlu güreşe doymayan pehlivan misali. Başımızı duvara her çarptığımızda kaşımızı, gözümüzü yerden topluyor, hayal etmeye devam ediyoruz. Aşk... Günün birinde ulaşmayı hayal ettiğimiz bir memleket sanki.
Ö. AYKAN: Aşk enfekte olur mu? Dr. F.G.D: Aşk da yaşayan her şey gibi enfekte olur. Aşkın da kaybedecek canlı hücreleri vardır çünkü. Bazen enfekte olmaz kolonize olur. Yani mikrop aşkın içine girmiştir ama hastalık yapmaz. Duygularımız o mikropla yaşamaya adapte olur. Aşk tedavi edilemez ama izole edilir. Taşıdığı mikrobu başka insanlara bulaştırmasın diye tecrit edilir. Bence en fenası budur.
Ö. AYKAN: Mikrop ‘Kötü Partner’ mi? Dr. F.G.D: Mecazi olarak ‘kötü’ diyebiliriz. Ama aslında ‘Kötü’ yerine ‘zararlı partner’ demek daha doğru. Bu dünya yüzyıllardır şiddet gören kadınları konuşuyor. Ortaçağ Avrupası'nda yüzyıllarca bilge kadınların cadı olduğu iddia edilerek yakılmalarından başlayın, 21. yüzyılın içindeyken bile severek evlendiği eşi tarafından psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalan kadınlarımıza hatta çalışma hayatında kadınlara karşı mobbinge kadar uzanın. Lütfen burada cinsiyet ayrımcılığı yaptığım anlaşılmasın. Ama kadına şiddet hala evrensel bir sorun. Çözüm için tüm dünyada kaç arpa boyu yol alındı ya da alınabilecek orası da meçhul. Kaygı verici tarafı da bu. Açıkçası ben bu sorunun çözülebileceği konusunda hiç de iyimser değilim.
Ö. AYKAN: İyi de izolasyon mikrobun doğrudan veya dolaylı yayılımını engellemek için bir hastanın diğerlerinden fiziksel olarak ayrımıdır. Aşkı yapayalnızlığına terk ettiniz. Özgür aşk mı diyorsunuz? Dr. F.G.D: Aşkın kendisi zaten özgürdür. Mikropların görülebilir olması, seveni neden sonuç ilişkisinin kurulmasına götürür. Bırakalım öyle nazikçe izole olsun bir köşede, biz aşkımızı yaşayalım. Kimseye bulaşmadan. Bu da özgürlük işte.
Ö. AYKAN: Bir sabah uyandığınızda kapıyı çalan küçük Gökçe olsa… Neyi özlerdiniz? Dr. F.G.D: Çocukluğumu… (Kahkahalar). Çocukken gözlem mesaim vardı benim. Karşıma çıkan herkesi gözlemlemeye çalışıp hayatlarıyla ilgili ön fikir yürütürdüm. Bu alışkanlık sosyal zekâmı çok geliştirdi. Hala yaparım ama keşke çocukluğumdaki kadar zaman ayırabilsem. Bir de anneannem ve büyükbabamı çok özlüyorum. Onları anmadan bu soruyu geçemem. Büyükbabam her sabah yumurtamı benim sevdiğim kıvamı başa kimse tutturamaz diye kendi elleriyle pişirirdi. Saçlarımı anneannem tarardı. İnsan sevmeyi sevilerek öğreniyor. Çok güzel sevdiler beni.
Ö. AYKAN: Hocam şöyle yemyeşil bir doğa ortamı olsun, bir banka oturdunuz ve 5 dakikalık süreniz var dinlenmek için. Neye bakardınız.? Dr. F.G.D: Bir banka oturmayalı kaç yıl oldu saymadım, 5 dakika benim için epey uzunca bir süre. Öncelikle o banka “pandemi sürecinden ötürü oturmak yasaktır” diye yazardım (gülüşme). Kesin kafamda vizit yapardım. Zihnimde tek tek hastalarımın odalarını dolaşır tedavilerini revize ederdim. Bakışlarınızdan ne kadar işkolik olduğuma şaşırdığınızı görüyorum. Bank kelimesini duyduğumda hemen aklıma gelen Nazım Hikmet’in çok sevdiğim bir şiirini okuyayım size:
Denize Karşı Bir Bankta, Nazım Hikmet Ö. AYKAN: Hocam çinde bulunduğumuz çok zor günlerde, epeyce yoğun zamanınızda bize “Hayır” demediğiniz için teşekkür ediyoruz. Dr. F.G.D: Ben teşekkür ederim. Sağlıklı günleriniz olsun.
Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Nisan.2021- okkesb61@gmail.com, |
Trabzonlular Birleşiniz. Trabzonlu İşadamları, İşkadınları, Çalışanlar, Genç Kızlar-Erkekler, Okuyan çocuklar Birlik ve Bütünlüğü Sağlamak Sizin Ellerinizde..!
Yazının devamı »Copyright 2022 - MEDYA GÜNEBAKIŞ
Designed by TELMAR
BACK TO TOP