Şehitler Rahatsız
Anadolu’da Yatan Tüm Şehitler Rahatsız
Tarihler boyu bu toprağa şehit düşmüş ulu atalarımızı anma ihtiyacındayız. Bize ruh versinler istiyoruz. Çanakkale’ye ve Anıtkabir’e gidişlerimiz ondandır. Ulu atalarımızın yolumuzu aydınlatmasını istiyoruz. Savunma reflekslerimizi geliştirmek, gücümüzü artırmak istiyoruz.
İnsanoğlu ölümü asla kabullenmez, insanın doğasında yaşamak için ölüme direnme güdüsü vardır. O nedenledir ki bugünlerde hepimizin tarihe ilgisi artmıştır.
Geçen hafta Ankara’da DTCF Farabi Salonunda arkeoloji sempozyumu vardı. Koştum, dinleyici oldum. Geçen yıl yapılan kazı sonuçları anlatılıyordu. Kazılarda dünyada birinci imişiz. Dört gün sürdü yapılan kazıları anlatmak, o kadar çok kazı yapılmıştı.
Kazıları yapanların kaçı bizdendi diye bir istatistik rakamı veremem ama salonda gördüklerimin yüzde sekseni Alman, İngiliz, İtalyan, Fransız Yahudileriydi. Bizden güzel Türkçe konuşuyorlardı. Benim yetiştirdiğim arkeologlarım nerede diye merak ettim doğrusu. Kültür bakanlığım ne iş yapıyordu acaba?
“Tapınakta bulunan…” diye başlayan cümleler o kadar çoktu ki, tanıştığım hocalara itirazımı söyleme ihtiyacı duydum. Anadolu’nun antik tarihinde tapınak yoktur, hepsi anıt mezardır. Şaşırdılar, ezberlerinde “anıt mezar”, “anıt heykel” kavramı yok!
Helen yağmacılarına karşı verdiği deniz savaşlarıyla ünlü Artemisia, yiğit kocası ölünce ona büyük bir anıt mezar yaptırdı, dünyanın yedi harikasından biriydi. Anıt müze idi, tıpkı Anıt Kabir gibi. Hatta onun adı Muzo, ondan sonra müzelerin adı oldu.
Helenleri üzerimize saldırtan Romalılardı. Geldi Romalı korsanlar o harika anıt mezarı yıktı, mermer sütunlarını Ceneviz kalesine taş diye kullandı, müzenin anıt heykellerini kaçırdı götürdü Avrupa müzelerine koydu, adına da koskoca bir yalanla “Roma dönemi eserleri” dedi!
Artemisia ölünce halkımız ona anıt mezar yaptırdı. Geldi Romalılar buna da tapınak dediler. Hatta İskender, Artemisia anıtmezarı yapılırken Efes’e kadar geldi, “Para vereyim kapısına benim adımı yazın” dedi, kabul ettiremedi. Büyük İskender’e evet demedi benim insanım!
Adıyaman Nemrud dağındaki anıt heykeller de öyledir. Tanrı falan değildirler, hepsi de Romalı saldırganlara karşı savaşmış ulu atalarımızdır, yakıldıktan sonra heykelleri yapılmıştır. Mustafa Kemal gibi, her biri ulu atamızdır.
Türbelerimiz vardır her bir yerde. Ulu dedelerimizdir onlar. Türbeler de anıt mezardır, tapınak değildir. Onları ziyaret eder, onların yaktığı ışıktan feyz almak isteriz, onlara dua eder, şükran duygularımızı ifade ederiz.
Çünkü, bu topraklarda huzur buluyorsak onların sayesindedir.
Arkeoloji sempozyumunda konuyla örtüşen bir resim sergisi afişi gördüm; “Anadolu Tanrıları 1.Kurultayı” başlığını taşıyordu. Çağdaş Sanatlar Merkezindeydi, gittim. Ressam Gür Dalkıran’ın sergisiydi. Tanıştım, kendisini kutladım. Temayı çok iyi yakalamıştı; bugün yaşanan karanlığı Anadolu Tanrıları endişeli bakışlarla gözlüyor ve ürküyorlardı. Tanrıların heykellerini çarşaflı, türbanlı, sarıklı adamlar kırıyor, kemiriyor, arkalarında duran tuhaf karanlık giysili birileri onlara iplerle kumanda ediyordu.
Tanrı olarak resmettiği heykeller Nemrut dağındaki anıt heykellerdi. Anlattım, bunlar Tanrı değil yaşamış atalarımızdır. Onları bize Tanrılar diye tanıtan batılılardı, ezberimize bu yazılmıştı. Açıklamalarıma katıldı ve sevindi. Bu toprağı bize vatan yapan ulularımızdı onlar ve şimdi onların bıraktığı topraklarda bugün yaşananlardan rahatsız olduklarını resmediyordu bu resimler.
İşte resimlerden biri. İkizdereli Pantus Kralı VI.Büyük Bedri ile Ereğlili Filozof Herakles’in Kâhta’da buluştuğu anı resmeden kaya kabartma. Resimde, heykelin, yukarıdan ve kaidenin altından küçük adamlar tarafından kemirilmekte olduğunu anlatmış. Sanatçı duyarlılığı işte budur.
Mahiye Morgül