UĞUR İBRAHİMHAKKIOĞLU ile SÖYLEŞİ

Türkiye Turing Otomobil Kurumu'nun Dünü, Bugünü ve Uğur İBRAHİMHAKKIOĞLU

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

UĞUR İBRAHİMHAKKIOĞLU  İLE SÖYLEŞİ

Türkiye Turing Otomobil Kurumunun Dünü, Bugünü  ve Uğur İBRAHİMHAKKIOĞLU

İstasyon Sanat Akademisi Dergisi olarak; Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Başkanı Uğur İbrahimhakkıoğlu ile 29.12.2010 Tarihinde, Turing Genel Merkezinde Söyleşi Yaptık…

 

“hukuksuz yaşamak mümkün değil, dayanacağımız tek yer orası”…

“Bizim zamanımızda oyun oynarken yere düşsek yaralansak eve değil komşu teyzeye giderdik annelerimiz kızar diye.”

“Cumhuriyetimizin ilanından bir hafta sonra Atatürk’ün direktifiyle 6 Kasım 1923’te kurulan Turing, Türkiye’yi tanıtmak, tarihi değerlerimizi ortaya çıkarmak ve turizmi geliştirmek amacı taşımaktadır.  

 

UĞUR İBRAHİMHAKKIOĞLU İLE RÖPORTAJ

İstasyon Sanat Akademisi Dergisi olarak; Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Başkanı Uğur İbrahimhakkıoğlu ile 29.12.2010 tarihinde, Turing genel merkezinde söyleştik…

 

İSA - Uğur Bey, Çoğu “Yargı Ve Turing” Ağırlıklı Çeşitli Görevlerde Bulundunuz. Bize Önce Biraz Ailenizden Ve Gençlik Yıllarınızdan Bahseder Misiniz.?

 

1944 yılında İstanbul/ Taksim’de doğdum, Beşiktaş Abbasağa Parkı’nda geçti çocukluğum. Hatta orada sıkı bir dayak yemişliğim de vardır.

Çünkü çocuklar bana hangi takımı tuttuğumu sordu, Fenerliyim dedim. Beşiktaş’ın göbeğinde Fenerbahçeliyim denir mi.?

Çocuklar beni bir güzel dövdüler, ondan sonra da Boğazın bu yakasında Fenerli olduğumu kimseye söylemedim…

Babamın memuriyeti nedeniyle Erzurum’a gittik. Babam, daha önce orada Belediye Başkanlığı da yapmış.

Aslen Erzurumluyuz. 18.Asrın ünlü bir âlimi vardır, İbrahim Hakkı Hazretleri, babam onun 5. nesilden, ben ise 6. nesilden torunuyuz. Benim büyük dedem İbrahim Hakkı gerçekten büyük bir bilim adamı… 1703’te doğmuş, 1780’de vefat etmiş. “Marifetname” adlı önemli bir eseri var, dini konularda ve pozitif bilimlerde çok derin bilgisi olan bir kişiydi.

Erzurum gibi bir yerde teleskopla gökyüzü olaylarını takip edebilen, onların şekillerini çizen, bütün bunları da kitaplaştıran bir kişiydi. Geçmişte ülkemizde yetişmiş çok değerli bilim adamlarımız var, maalesef onları yeterince değerlendiremiyoruz ya da yanlış anlıyoruz…

Erzurum anıları bende bambaşka bir yere sahiptir. Benim çocukluğumda Erzurum çok uygar bir şehirdi, tabii ki bir takım gelenek ve görenekler vardı ama o da bizim zenginliğimizdi.

Çocukluğumda, Cumhuriyet Caddesi’nde bazı beyefendiler görürdüm, fötr şapkayla dolaşırken birbirlerine şapkalarını kaldırıp selam verirlerdi, Erzurum gibi bir yerde böyle bir görüntü.!

İşte Cumhuriyet bunu sağlamıştı ülkede. Sonra bir keresinde bir bey görmüştüm, kürklü bir hanımla karşılaşmış, kadıncağız da elini uzatmıştı, adam da eline buus etti. Ben şaşırdım kaldım, adama bak kızı yaşında hanımın elini öpüyor.? Anneme sordum o da; “Oğlum İstanbul’da böyledir, hanımların eli öpülür senden genç de olsalar.” dedi. Bunu Erzurum’da gördüm. Ama şimdi maalesef, ne o Erzurum kaldı, ne de o Türkiye.

İlkokula Erzurum’da başladım, sonra babamın rahatsızlığı nedeniyle İstanbul’a döndük, Üsküdar’a yerleştik ve hep oralı olduk. Babamı kaybettiğim zaman 9 yaşındaydım.!

 

İSA - İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni üçüncülükle bitirmişsiniz. Hukuk sizin için ne ifade ediyor? Hukukun yaşamınızdaki önemi nedir.?

Uğur Bey; 

Benden önceki birinci ve ikinci bayan arkadaşlarımızdandı, onun için rahmetli annem bana erkeklerin birincisi derdi! Böyle bir mezuniyetimiz oldu ve tabii severek girdim hukuka. Benim rahmetli dayım Abdullah Arkan Cumhuriyet Savcısıydı. Onun etkisiyle hukukçu olmak istedim. Fakülteye girdim ve 21 yaşında bitirdim Hukuk Fakültesini.

Hukuk çok önemli bir kavram, hukuksuz yaşamak mümkün değil. Ama ben uzun yıllar yargı mensubu olarak çalışıp emekli olduktan sonra, şimdi olaya dışarıdan bir kişi olarak baktığım zaman önemini daha da idrak ediyorum.

Bir insan hakkında haksız yere açılan bir davanın, ne kadar yıpratıcı ve yaralayıcı olduğunu emekli olduktan sonra anlamaya başladım. Hukuksuz bir yaşam mümkün değil. Başımıza bir şey geldiği zaman dayanacağımız tek yer orası. Ama bunu da çığırından çıkardık maalesef. Hâkimlerimizin önüne binlerce, on binlerce dosya yığdık.

Ondan sonra bu insanlar on binlerce dosya yükü altında insanların dertlerine gerçekçi olarak eğilememek durumunda kaldılar.

Dosyaları ayrıntılarıyla inceleyemiyor ve konulara tam manasıyla vakıf olamıyorlar.

Davaları normal sürede bitiremiyorlar. Bu sebeple de Türkiye’de adalet adına bir takım acılar yaşanıyor ve bu durumda da yaşanmaya devam edecektir.

Tabi tüm hayatımız hukukun içinde geçtiği için her şeye de o gözle bakmaya başladık. Bir bakıma iyi oldu, bir bakıma da kötü oldu. Hayatta başka şeyler de olduğunu ancak emekli olduktan sonra öğrenmeye başladım.  

 

İSA - Uzun yıllar Cumhuriyet Savcılığı ve Başsavcılık yaptınız. Bu görevler sizde hangi intibaları bıraktı? Şimdi Yargı’dan emekli olduğunuzda kişilere ve olaylara başka bir gözle bakıyor musunuz.?

Uğur Bey;

Müsaade ederseniz size bir anımı anlatmak istiyorum. Mersinde başsavcıyken bir Alman heyeti geldi, bir cinayet soruşturması için bazı deliller toplamaya. Uluslararası anlaşmalar yapılmış, gerekli izinler de alınmış. Heyet; bir Alman savcı, bir emniyet müdürü, bir tercüman ve bir de adli tıp uzmanı olmak üzere 4 kişiden oluşmakta. Kendilerine bir çalışma odası tahsis ettik adliyede ve çalışmaya başladılar. Çeşitli kişilerin ifadelerini alıyorlar, çeşitli yazışmalar ve araştırmalar yapıyorlar, cinayeti çok teknik olarak inceliyorlar ve sıkıştıkları zaman da tercümanları bana geliyor konuyu anlatıyor, bende yardımcı olmaya çalışıyorum.

Bir gün yine geldi tercüman; “Efendim, sormayın, çok zor durumda kaldık, işin içinden nasıl çıkacağımızı bilemiyoruz.” dedi. “Ne oldu?” dedim. “Bir kişinin filan bankada, filan tarihlerdeki hesabının kaç para olduğunun tespit edilmesi gerek. Bu cinayet soruşturması için çok önemli bir ayrıntı ama kişi taraf değil olayda ve taraf olmadığı için de banka hesabını öğrenmemiz mümkün değil.” dedi.

Şimdi bizde savcıyız ya.! Hemen bankanın şube müdürlüğüne yazı yazdım, bu tarihteki bu hesabın dökümünü istiyoruz diye. 15 dakika sonra cevabı geldi. Buyurun dedik şu kadar parası varmış.

Bunlar şaşırdılar, mahkemeden karar almadan nasıl hesap öğreniyorsunuz diye, biz savcıyız dedik niye öğrenmeyelim, kamu için adalet için çalışıyoruz.

Birkaç gün sonra yine geldiler; Bittik mahvolduk bunu nasıl halledeceğiz diye.

Nedir; filan köydeki bir kişinin evinin kapısı maviye boyanmış, bu mavi boyanın tahlilini yapmak istiyorlar, Köyün bulunduğu ilçenin savcısına telefon açtım, başsavcıları olduğum için rica ettim, ertesi gün zarf geldi. Tabi buna da çok şaşırdılar.

Ve ardından üçüncü olay, çünkü bir kızın saçından bir parça alıp DNA testine göndermeleri gerekiyordu. Bende kızcağızı çağırdım; “Kızım beyler Almanya’dan geldi bir soruşturma yapıyorlar, sizin aile ile ilgili de bir sorun var. Senin saçından biraz keseceğiz, göndereceğiz incelemeye, olur mu.?” dedim. “Olur” dedi.

Kâtibi çağırdım, kızın saçından kestik bir zarfa koyduk, verdik ellerine. Bunlar şoka girdiler, ağızlarını açamıyorlar. Sonra demiş ki Alman savcı tercümana; “Bu Başsavcı Uğur Bey’e söyle, kendisini Başsavcı zannediyor ama savcılık yapmıyor, burada krallık yapıyor farkında değil.

Bizde bunları elde etmek için evvela sulh hâkimine müracaat edeceksin, oradan asliyeye müracaat edeceksin, bu böyle devam eder, yüksek mahkemeye kadar gider. Kadının saçından örnek almak için aylarca uğraşırız.

Siz ise bir buçuk dakikada kestiniz aldınız saçı.” demiş. Savcılık buydu o zaman Türkiye’de. Bunu doğru, gerçekçi, dürüstçe yaparsanız hiçbir şey olmaz, kimseye de bir zarar gelmez. Adalet hızlı çalışır. İnsan hakları çok kutsal bir kavram, buna gerekli özeni göstermek lazım. Ama bu özeni göstereyim derken de fazla abartırsanız, bir cinayet davası için lazım olan saç telini veya bir kapı boyasını elde etmek için 2,3 sene uğraşırsınız.

Daha önce de dediğim gibi emekli olup dışarıdan baktığımda insanların çok büyük bir adalet ihtiyacı içinde olduklarını, adalet adına çok büyük acılar yaşadıklarını, mahkemelerde uzun süre süründüklerini ve bazen sonuç alamadıklarını görüyorum, çok üzülüyorum. Bunda bizim mutlaka günahımız var…

Meslek hayatımız boyunca çalıştık ama tam bir adaleti temin edememişiz. İnsanlar senelerce yargılanıyorlar ve biz savcı olarak iddianame yazarken hiç onu düşünmezdik. Hâlbuki o insan o iddianameyi gördüğü zaman cezanın azami rakamına bakıyor ve gece uykuları kaçıyor, perişan oluyor. Sonradan kanun değişti. Savcıların artık kesin delil olmadan dava açmamaları ve bütün delilleri topladıktan sonra dava açmaları gerektiği kanunlara yazıldı.

Ama maalesef eski alışkanlıklar hala devam ediyor ve savcılarımız biraz iş çokluğundan herhalde her konuya dava açıp mahkemeye sevk etmek gibi bir alışkanlıktan vazgeçemiyorlar. Bu da insanların mağduriyetine, güçlerinin düşmesine, çalışma şevklerinin azalmasına, yaşama sevinçlerinin kırılmasına sebep oluyor. Senelerce mutsuz yaşıyorlar, aile düzenleri bile bozuluyor.

 

İSA - Bize biraz Adalet Bakanlığı Müsteşarlığınızdan ve Yargıtay Genel Sekreterliğinizden söz eder misiniz.?

Uğur Bey;

Benim çok netameli müsteşarlığım oldu. 2 sene sürdü ama gittik, geldik; görevden aldılar. Danıştay kararıyla geri döndük…

Tabi çok güzel, çok verimli günlerimiz de, sıkıntılarımız oldu.

Bu röportajda önemli olan topluma faydalı olabilecek, kalıcı olabilecek bir şeyler söylemek, yoksa amaç kendimizi anlatmak değil. O bakımdan şunu söylemek istiyorum; Türkiye’de makam sahiplerinin mesailerinin %60 ı, %70 i görevle ilgili olmayan konularla geçiyor. Yani bizi bir koltuğa oturtuyorlar, ondan sonra 30 kişi altınızdan o koltuğu çekmeye çalışıyor.

Koltuğu çekmeye çalışırlarken siz koltuğu tutmak zorundasınız, yoksa koltuk gider. Siz koltuğu tutunca elleriniz ancak koltuğu tutmaya yarıyor, iş yapmaya yarayamıyor. Bunları yaparken mesainizin çoğu gidiyor…

Ama Yargıtay’a da, Adalet Bakanlığı’na da çok büyük hizmetlerimiz oldu. Bir tanesi mesela adliyelerin keşif otomobilleridir. Görüyorsunuzdur, caddelerde kırmızı-yeşil çizgili adliyelerin otobüsleri, minibüsleri, pikapları dolaşır. Müsteşarken baktım bu işler için, yani keşifler için taksiler tutuluyor.

Taksicilerle taraflar arasında tatsız konuşmalar oluyor, pazarlıklar yapılıyor, bunlar da kötü şaibelere sebep oluyor. Bunun üzerine bir sistem kurdum, bizim Adalet Bakanlığı’nı Güçlendirme Vakfı’ndan yüzlerce araç aldık, gittik boyadık, resmi plaka taktık ve uygun bir tarifeye tabi tuttuk. O tarifeyi şimdi taraflar veriyorlar. İcra Müdürü hacze gidiyor, savcı otopsiye gidiyor, hâkim keşfe gidiyor ödenen miktarda vakfa kalıyor.

Böylece herkes araç sıkıntısı çekmeden işini görebiliyor, hem de verilen paranın gönül huzuru içerisinde devlete gittiği görülüyor. O araçları yaptığım içinde problemi bitirmiş oldum. Bir yerde adliyenin de itibarını rencide olmaktan kurtarmış olduk. Şimdi yolda ne zaman o araçları görsem içimde bir sevinç duyarım. Böyle daha yüzlerce hizmetimiz oldu. Bizden öncekilerinde oldu, bizden sonrakilerin de oluyor. Ama bu meslekte şöyle bir erozyon var.

Biz büyüklerimize karşı çok saygılıydık. Meslek büyüklerimize karşı büyük saygımız vardı, maalesef bunu şimdiki gençlerde pek fazla göremiyoruz. Hatta şimdiki gençler bir emekli ağabeylerinin sıkıntısı olduğu zaman veya geldiklerinde rahatsızlık gösteriyorlar. Biz de bunun için mümkün olduğu kadar uzak duruyoruz adliyelerden…

 

İSA - Çelik Gülersoy’la nasıl tanıştınız.? Dostluğunuz nasıl sürdü.? Onun yazdığı bunca muhteşem eserler içinden birini ithaf ettiği tek kişi sizsiniz. Siz de onunla ilgili en kapsamlı eser olan “Çelik Gülersoy Senfonisi” ni kaleme aldınız. Neler hissediyorsunuz? Mütevellisi olduğunuz “Çelik Gülersoy Vakfı” nasıl gidiyor.?

Uğur Bey;

Çelik Gülersoy Türkiye Turing Otomobil Kurumu’nun onursal başkanıdır. 2003’te rahmetli oldu. İstanbul’a olağanüstü eserler kazandırdı. Çelik Bey bu kurumun yönetimine geldiğinde İstanbul’daki bütün tarihi binalar harabe halindeydi, perişan vaziyetteydi. Onlardan bir kısmını aldı, triptik gelirleri olduğu için kurumun, oradan istifade etmek suretiyle hepsini temizledi, restore etti. Bugün Yıldız Parkı’nda, Emirgan Korusu’nda mevcut çeşitli köşkler, kasırlar, örneğin Malta Köşk’ü, Pembe Köşk gibi yapılar onun elinden çıkmış muhteşem eserlerdir.

Hidiv Kasrı’nı yaptı, Çubuklu’da Çamlıca Tepesi’ni tamamen restore etti. Kapıkule’de eserler ortaya koydu. Safranbolu’daki eski binaları restore ederek tarihi değere kavuşturdu ve Safranbolu’nun Dünya Kültür Mirası’nın başkenti olarak Avrupa Konseyi’nde tesciline vesile oldu. Büyükada’yı adeta ihya etti. Bu kadar büyük işler yaptı.

Ben kendisine hayrandım. Çünkü eski İstanbul mimarisi ve şehirciliğine özel bir merakım vardı.

1996’da O zaman ki Başsavcımız Ferzan Çitici Bey tanıştırdı beni ve o günden sonra da dost olduk. Onun da çocukluğu Beşiktaş’ta geçmişti benim gibi.

Dolayısıyla da bu bakımdan bir nevi hemşeriydik. Eski Beşiktaş’ı anlatan “Bir Masal” adlı bir kitap yazdı. O kitabı da bana ithaf etmek nezaketini gösterdi. Bu benim için bir iftihar vesilesidir. Bir vakıf kurdu ve bütün mal varlığını bu vakfa bağışladı. Vakfına da iki arkadaşımla birlikte bizi mütevveli tayin etti. Ben de vefatından sonra “Çelik Gülersoy Senfonisi” adlı bir kitap yazdım. Onu anlatan, anlatamaya çalışan, eserlerinin, duygularının, düşüncelerinin yer aldığı bir kitap oldu. Ülkelerin böyle değerlere ihtiyacı var. Kültür ve sanatımız ancak böyle insanların eliyle yükselebilir, yücelebilir ve korunabilir. Biz de bunu korumaya çalışıyoruz.

Kitabımız okuyanlarda çok güzel etkiler yarattı. Biz de bunu hem Çelik Gülersoy Vakfı’nı tanıtım amacıyla kullanıyoruz hem de Turing’in yayın işletmesinden satışa ve dağıtıma arz etmiş oluyoruz.

İkimizin de ortak hayranlık duyduğu bir yazar, bir de şair vardı. Biri Abdulhak Şinasi Hisar, diğeri Yahya Kemal Beyatlı. Yahya Kemal’den şiirler okurduk birbirimize, Abdulhak Şinasi Hisar’ı anlatırdı bana. Benim kendisiyle nasıl bir dostluğum varsa, onun da Şinasi Hisar’la varmış. 1996’dan 2003’ kadar devam etti dostluğumuz.

Benim çocukluğumun İstanbul’u olağanüstü bir sosyal yapıydı. O zaman telefon yok, iletişim haberleşme aracı yok. Biz rahmetli annemle el ele tutuşur ahbaplarımızı ziyarete giderdik. Evde değilseler de biz kapıdayken komşuları hoş geldiniz onlar pazara ya da şuraya gitti diyerek evden çıkar bizi misafir ederlerdi. Dönünce komşular bizi onlara teslim ederlerdi. Bu şekilde gide gele, bu komşularla da tüm mahalleyle ahbap olurduk. Şimdi benim kızım diyor ki; “Baba İspanya’da arkadaşlarım var.” Ama şu bizim sitede bir tane kapısını çalacağın arkadaşın var mı, yok. Bizim zamanımızda oyun oynarken yere düşsek yaralansak eve değil komşu teyzeye giderdik annelerimiz kızar diye.

Böyle bir sosyal yapıdan şimdi çok farklı olan başka bir sosyal yapıya geldik. Şehir bir yere kadar büyüdükçe büyükşehir oluyor ama oradan daha fazla büyüdüğü zaman köyleşiyor. Sizi belli bir güzergâhın içine hapsediyor.

Bir şehrin nüfusu bir buçuk milyonu aştı mı, o şehirde insan mutluluğu, insan hayatı riske girer. Arkadaşlarınızla bile buluşamıyorsunuz, ne akrabalarınızı ziyaret edebiliyorsunuz, ne gezebiliyorsunuz. Bir an evvel eve gitmek istiyorsunuz. İstanbul böyle oldu, köprü tuzağı diyorlar buna.

Siz Boğaza ne kadar köprü yaparsanız yapın sorunu halledemezsiniz. Çünkü siz köprü yaptıkça Boğaz o kadar kalabalıklaşır; kalabalıklaştıkça şehrin nüfusu artar, şehrin araç sayısı artar. Böylece de hiçbir zaman ne trafiği rahatlatabilirsiniz, ne de şehri. Aslında böyle şehirlerin tamamen kültür şehri olarak, bir müze şehir olarak yaşatılması, bu şehirlerden ticaret, sanayi, her türlü ekonomik faaliyetin dışarı alınması gerekir.

Bu şehirlerin tarihi ile sosyolojisi ile toplumsal kültürü ile dediğim gibi bir Açıkhava müzesi gibi yaşatılması lazım. Bunu yaptığınız zaman bu ülkeye sanayi kuruluşlarından çok daha fazla yardımda bulunmuş olursunuz. Avrupa’da yeni başlayan ve bizde ilk def’a Seferihisar’ın aldığı Yavaş Şehirler konsepti bu yüzden gelişti. Venedik’te fabrika mı var.? Ama Venedik’in kazancını hiçbir zaman Milano geçemiyor…

Tabi Çelik Bey’in vefatından sonra bir takım sıkıntılarımız oldu ve hala o sıkıntılar devam ediyor ama biz onun eserlerini bir şekilde devam ettiriyoruz. Şu anda Safranbolu’daki Beybağı sokağını aynen Soğukçeşme Sokağı gibi restore ediyoruz. Binalarımızdan bir tanesi bitti, Taş Bina, şimdi diğer evlere geçtik…

Bağdat Caddesi’nde bir köşkü aldık. Çok zarif sahibeleri bedelsiz olarak bize köşkü armağan ettiler. Çatalçeşme’de Cavit Paşa Köşkü ve biz bu köşkü şimdi restore ediyoruz. Antalya’da Kaleiçi’nde yine tarihi bir binayı aldık,  sahibi Almandı, bize uygun bir fiyatla verdi binayı.

Restorasyonu Anıtlar Kurulu tarafından kabul edildi ve geçti. Türkiye Mimarisi’nde koruma görevimizi özgün ve özerk bir kuruluş olarak sürdürmeye çalışıyoruz.

 

 

İSA - T.T.O.K. -Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu üyesi ve Birinci Başkanvekili iken, Haziran 2006’daki Turing Büyük Genel Kurulu’nda Başkanlığına seçildiniz ve halende bu görevi sürdürmektesiniz. Bu başkanlık görevinizden ve Turing’den biraz bahsedelim mi?

Uğur Bey;

Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu bir sivil toplum kuruluşu olan dernektir. Yani Medeni Kanuna göre kurulmuş bir dernektir. Ve bu dernek Atatürk’ün imzası bulunan bir Bakanlar Kurulu kararıyla Kamu yararına çalışan bir dernek olarak kabul edilmiş ve yine Atatürk’ümüzün resmi beyanatıyla (Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmıştır o beyan) himayesi altına alınmıştır.

Uygar dünyanın bütün ülkelerinde, hatta şimdi artık uygar olmayan ülkelerde de bir Turing kurumu ve ya o isimde başka bir kuruluş vardır. Ama bütün bunlar bir üst kuruluş olan FIA’ ya bağlıdır.

Benim üzerimde taşıdığım rozet FIA mensubu olmamdan kaynaklanıyor. Türkiye’de biz 3 arkadaş bu rozeti kullanma hakkına sahibiz.

Birisi Sayın Kültür Bakanı, birisi Tomsed Başkanı olan, Formula 1’in Türkiye’deki organizatörü olan kurumun başkanı Sayın Mümtaz Tahincioğlu, bir de bendenizim, Kültür Bakanlığı aktif görevden ayrılmış, o yüzden FIA seçimlerinde oy hakkı bize ve Mümtaz Bey’e aittir.

Geçen sene yeni FIA başkanımızı seçtik: Jean Todt tecrübeli bir oto sporcusu eşi de Amerikalı bir aktris, çok zarif bir hanım. Onları Türkiye’ye davet ettik Genel Sekreterimiz Sayın Alpay Pasinli ile beraber.

Bu kurumun Atatürk tarafından kuruluşunun sebebi ülkeyi tanıtmaktı ve kuruluş tarihi 6 Kasım 1923, düşünün ki Cumhuriyetin ilanından sadece 1 hafta sonra. Bunun sebebi de, yine çok tarihi bir olay ve bunu size aktarmak istiyorum: 1923 yazı, Kurtuluş Savaşı kazanılmış, artık Cumhuriyetin hazırlıkları yapılıyor. Atamızın bir arkadaşı Paris’ten gemiyle İstanbul’a geliyor. Tabi o zaman ki Paris’in turist gemisi, Fransızca bilen pek az Türk var Türkiye’de, bilenler de çok üst düzey kişiler, rehberlik yapacak kimseler değil.

O yüzden gayrimüslimler rehberlik ve tercümanlık yapıyorlar.

Ama maalesef o sırada gemide bulunan tercümanlardan bir tanesi “Yakında İstanbul’a giriyoruz, Boğaza. Şimdi göreceksiniz ki Türkler her hafta birkaç tane gayrimüslimi kazığa oturturlar, sırf Müslüman olmadıkları için ve onlar kazıkta çırpına, çırpına ölürler, herkes de seyreder. Biraz sonra bu manzarayı size göstereceğim” demiş.

Gemide tabi panik çıkmış aman Allahım böyle bir vahşet nasıl olur diye. Ve gemi boğaza giriyor o tarihlerde Boğaz’da balık tutulan dalyanlar var. O zamanki ilkel usullerle balıklar tutuluyor. İki sandal ortasına ağ geriyorlar, uzun bir direğin üstüne de genç bir çocuk çıkarıyorlar. Çocuk yukarıdan Boğazın akıntısına göre balık akınlarını gözetliyor ve aşağıya bağırıyor, sandalın küreklerini sağa kıvırın sola kıvırın diye. Onlarda böylece balık akınını ağla karşılıyorlar ve balık tutuyorlar. Tabi uzaktan bu insanın yukarıdan balıkçılara bağırdığı değil de sanki sopanın üstünde çırpındığı gibi görünüyor.

O rehber de ciddi bir Türk düşmanı demek ki bu şekilde aleyhte propaganda yapmış oluyor.

Atamızın arkadaşı bu tabloyu büyük bir üzüntüyle seyrediyor ve Ankara’ya gelir gelmez bu durumu Atatürk’e anlatıyor.

  

Reşit Saffet Atabinen  TTOK'nun İlk Logosu

 

Bunun üzerine Atatürk yakın arkadaşı olan ilk büyükelçilerimizden Lozan Konferansı’nın da Genel Sekreteri olan Reşit Saffet Atabinen’i çağırıyor. “Sen Türk Turing’ini kuracaksın” diyor.

Türk Turing’i böylece 6 Kasım 1923’te Türkiye’yi doğru tanıtmak amacıyla kuruluyor. O zamanki mensuplarımız düşünün ki yüksek tahsil yapmış ve çok zengin aile çocukları, tabi dil bilenler de ancak bunlar.

Kendi imkânlarıyla Çanakkale’ye gidiyorlar. Çanakkale’de turist gemilerini bekliyorlar. O zaman Çanakkale’de rıhtım yok, gemi uzaktan görününce sandallarla gemiye yaklaşıyorlar, gemiye çıkıyorlar kendilerini tanıtıyorlar.”Biz Türküz ve size bedava olarak rehberlik yapacağız.” diyorlar. Gemideki bütün yabancı turistleri günlerce uğurlayana kadar gezdiriyorlar, Türkiye’yi doğru tanıtmaya çalışıyorlar.

 

Böyle bir tarihi temeli var kurumumuzun, bu temel üzerine kurulmuş. 1930’da ki ilk uluslararası toplantı, Turing Kulüpleri Toplantısı için Atamız Dolmabahçe Sarayı’nı tahsis etmiştir. Dolmabahçe Sarayı’nın sivil topluma ilk açılışı bizim genel kurulumuzla olmuştur.

Reşit Saffet Bey’in vefatından sonra yönetim Çelik Bey’e  geçti. Onun da vefatından sonra bir dalgalanma, küçük bir fetret dönemi yaşadık. Türkiye’de maalesef bütün müesseselerde bu tür sıkıntılar oluyor. Ondan sonra genel kurul Haziran 2006’da beni başkanlığa seçti, büyük bir oy farkıyla. 2008 yılında tekrar aynı oy farkıyla başkanlığa seçildim ve bu görevi halen sürdürmeye çalışıyorum.

Çeşitli sıkıntılarımız yok değil. Bizim amacımız bu sıkıntıları aşarak ülkemize doğru hizmetler vermek ve mümkün olduğu kadar çocukça husumetlerden, hukuka aykırı saldırılardan kendimizi koruyabilmek.

Bunları anlatırken devamlı olarak şunu vurguluyorum; hiçbir şekilde devletimizle, hükümetimizle kurumumuz arasında bir sorun yoktur. Biz hangi iktidar, hangi hükümet olursa olsun ülkenin köklü ve saygın bir kuruluşu olarak Türkiye’yi yönetenlere karşı saygılıyız, bu yönetimlerde olumlu olarak üzerimize düşen görevi her zaman yaptık ve yapıyoruz.

 

İSA - Yüksek lisansınızı edebiyat üzerine yapmışsınız. Bize biraz da bundan söz eder misiniz.? Turing’in “İstanbul Edebiyat Haritası” adlı eserinin kökenleri yüksek lisansınızda mı gelişti.? Bu eserin bir felsefesi var mı.?

Uğur Bey;

Mersin’de hukuk fakültesi yoktu, bende Edebiyattan yüksek lisans yaptım. Tabi bu işin esprisi,  Türk Edebiyatı’na büyük bir bağlılığım, düşkünlüğüm var. Lisans hocam Prof.Dr. Zafer Önler’le çok iyi dostluk kurduk, bana çok güzel şekilde yol gösterdi, rehberlik yaptı.

Yüksek lisans için büyüdüğüm yer olan Üsküdar’ı esas alarak “Üsküdar’da Edebiyat” adlı bir tez geliştirdim. Bu, konusunda ilk defa uygulanan bir metottur. Şimdiye kadar Edebiyat sahasında böyle bir metot hiç uygulanmadı.

Yani bir semtle edebiyat arasındaki ilişkiyi kurmak.!

O semtte yaşayan şairler, romancılar, yazarlar kimlerdir.?

O semtte nasıl yaşamışlardır.?

Semtin topografik yapısı, sosyal ve kültürel yapısının edebiyatçılar üzerindeki etkisi nasıl olmuştur, edebi eserlerin semtin sosyal yapısına nasıl etkisi olmuştur.?

Karşılıklı nasıl bir etkileşim meydana gelmiştir.?

Bunu tespit edici bir çalışma yapmıştım. “Üsküdar’da Edebiyat” tezim bu şekilde kabul edildi. Ondan sonra da doktoramı Bakü’de Mimarlık Fakültesinden aldım.

Sonra Turing Başkanı olduğumda bu fikirden hareketle “İstanbul Edebiyat Haritası” yapmayı düşündüm. İstanbul’un bütün semtlerinde yaşamış bulunan edebiyatçıların o semtte ne gibi etkiler bıraktığını, ne gibi izler bıraktığını, nasıl anıları olduğunu, yaşadıkları evler hala duruyor mu, o evde şimdi kimler oturuyor ve o semtle ilgili hangi eserler yazılmıştır gibi konuları araştırmak istedim.

Doçent Bahriye Çeri Hanım’la görüştük. O da benim gibi titiz, inatçı ve iki inatçı bir araya geldik bu eser ortaya çıktı. “İstanbul Edebiyat Haritası” nda ilk defa edebiyat, İstanbul’da topografik olarak tasnif edilmiş oldu. Edebiyat meraklısı bir kişi bu kitabı alıp o semtte gittiğinde kendi merak alanıyla ilgili her şeyi bulabilecek. Bu kitabı yaparken sadece benim tezimi baz almadık. Bahriye Hanım bana Paris’in çeşitli haritaları olduğunu söyledi. Mesela heykel haritası, müzecilik haritası, spor haritası gibi haritaları varmış.

Bunu öğrenince dedim ki “İstanbul Edebiyat Haritası” yapalım ve Edebiyat meralısı İstanbul’u gezerken Edebiyatı içine sindirebilsin. Bununla ilgili kültür gezileri de yapacağız.

 

İSA - Son olarak neler söylemek istersiniz.?

Uğur Bey;

Turing gibi tarihi kuruluşların korunması ve yaşatılması ülkenin bütün fertlerinin aslında milli bir görevidir. Bir ülkenin değeri maddi zenginlikleriyle değil, böyle saygın kurumlarının uzun yıllar süren değişmeyen misyonlarıyla, topluma ve kültüre hizmet etmeleri ile orantılıdır.

Beni dinlediğiniz için, lütfedip bu röportajı bizden aldığınız için şahsım adına ve kurumum adına teşekkür ediyorum.

İSA - Biz de bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz...

 

 

UĞUR İBRAHİMHAKKIOĞLU

 

*- 1944 yılında İstanbul Taksim’de doğdu.

*- Liseyi Haydarpaşa Lisesi’nde okudu.

*- 1965 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni üçüncü olarak bitirdi.

*- İstanbul Barosu'na kayıtlı olarak avukatlık yaptı.

*- 1979’dan itibaren Uşak, Kastamonu, Yozgat, Eskişehir ve Mersin illerinde Cumhuriyet Başsavcılığı görevlerini  yürüttü.

*- 8 Nisan 1996’da Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı’na atandı.

Bu görevi ile birlikte, Anayasa gereği Hâkimler ve Savcılar  Yüksek Kurulu asıl üyeliğini, ayrıca İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu ve Basın İlan Kurumu üyelikleri ile Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı ve İş yurtları Kurumu Başkanlıklarını yürüttü.

*- Yargıtay Üyeliğine seçildi ve yüksek yargıç oldu.

*- 1999’da Yargıtay birinci başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk tarafından 2004'te de Yargıtay Birinci Başkanı Osman Arslan tarafından Yargıtay Genel Sekreterliğine seçildi.

*- Yargıtay Genel Sekreterliği ile birlikte, Yargıtay Vakfı Başkanvekilliği görevini yürüttü.

*- Halen Yargıtay Onursal Üyesi ve Onursal Genel Sekreteridir. 2008'de Onursal Yüksek Yargıçlar Derneği Başkanlığı'na seçilmiştir.

*- 2006’daki Turing Büyük Genel Kurulu’nda Başkanlığına getirildi halen bu görevine devam etmektedir.

 

http://www.medyagunebakis.com/ -http://www.tdfajans.com/

TDFAJANSToplum Dinamikleri Fikir Ajansı

Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda;

Düşünce Üretimi. Paylaşımı. Toplum Yararına kullanımı.!

Bilgi Sahibi Olunmadan Fikir Sahibi Olunamaz.! Olunsa olunsa;

Ancak Başkalarının Fikirlerini Tekrarlayan Papağan Olunur.

 

 

Diğer Haberler

  • CUMHURİYET KURTARILMAYI BEKLİYOR.!
  • İBN-İ HALDUN: 1332 - 1406
  • GEÇERKEN UĞRADIM; Özler Aykan Röportajı
  • BU; MİLLETİNE ÂŞIK BİR ADAMIN HİKÂYESİDİR.!
  • #BEN #MARİA #SUPHİ* OCAK.2021’de #KİTAPÇILARDA
  • *ERDOĞAN YARGILANSIN, CEZASIZ KURTULMASIN*
  • KAÇIŞ 1950 & İHSAN TAŞ
  • SABAH ALMANYA MUHABİRİ TÜRKİYE'Yİ TEHDİT ETTİ
  • ÜLKÜ TAMER'İN ARDINDAN
  • TÜRKİYE KISKAÇTA, AMBARGO BAŞLADI.!
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP