Basın Ahlak İlkelerine uymaya söz vermiştir. Sitede yayınlanan yazılar ve yorumlardan yazarları sorumludur.
FENOWOMEN ÖZLER AYKAN RÖPORTAJI-2 Özler AYKAN Röportajı; 29. Eylül. 2011 – Perşembe Çırağan-İstanbul Fenowoman Demek; Yaşanan tüm süreçlerin nesnel gerçekliğini kendi dünyasında yaşayan ve çevresine de özgün bir şekilde yansıtan. Ana, kadın ve çocuk olarak onların da yaşamlarına katkıda bulunan, bir anlamda onlar için özgün bir yaşam yöntemi, felsefesi geliştiren demektir. İşte Bu Fenowoman = Özler AYKAN’ dır. Müzik’e Âşık; Türk Sanat Müziği, Jazz, Reggae, Klasik Batı Müziği ve Yunan Müziği, Pop Müzk, evrensel-otantik tüm müzikler onoun ruhunu dinlendiriyor; Spor Tutkunu; Golf, Binicilik, Ralli, Kayak, Bisiklet). “Diğerleri” ya da “Öteki” sözcüklerini sevmeyen; Hayal değil gerçeklerin insanı; Okuyan, yazan, yazdığını uygulayan. Somut, algılanabilir, duyularla algılanamayan, mutlak gerçek; O Özler Aykan olarak tüm bu yönleriyle tam Bir Fenowomen TARİH BİR ZIPLAMA TAHTASI DEĞİLDİR.. Özdeyişinin sahibi Gazeteci, Yazar, Araştırmacı, Yayıncı Özler Aykan Türkiye'nin şu an içinde bulunduğu sosyal, siyasal, sosyo-kültürel ve ekonomik dev aynayı tarihin derin gerçekliğine döndüren ve tüm yansımaları ile gerçekleri ve olayları tıpkı bir akademisyenin bilimsel ve tarafsız duruşu ile ortaya koyan son derece ilginç eserler yayınlıyor. Özellikle toplumsal hafızamızın bilerek ya da bilmeyerek zayıflığından ve affediciliğinden dem vuran yazar, Cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze dek ülkemizin yaşadığı tüm siyasal, sosyal ve dolayısıyla ekonomik geçişleri, resmi belgeler ve veriler ışığında olanca açıklığıyla ortaya koyuyor. Uzun zamandır kendisine rastlamadığımız Özler Aykan’a Çırağan Sarayında kahve içerken bulduk. SORULAR VE YANITLAR Sayın Aykan, oldukça uzun zamandır kayıptınız. Hayırdır nerelerdesiniz? Kayıp değildim. Bana kalırsa olmam gereken yerdeyim… Uzunca bir süredir yurt dışındaydım. Zaman zaman Türkiye’ye geliyorum ve mümkün olduğunca uzun kalmaya gayret ediyorum. İmkânlar dâhilinde tabii ki. Bildiğimiz kadarıyla aileniz burada… Hasret mi? Ailem yanımdayken dahi çok özlüyorum. Apayrı bir duygu… Tabii ki öncelik daima onlarındır. Hele anneme hasretim… Ne olur zaten sulu gözün tekiyim şimdi ağlatmayın beni. Evet, nerede kalmıştık.? Tamam devam edeyim zaman zaman Türkiye’de farklı illerde akademik çalışmalara, kongrelere, çalıştaylara, panellere, sempozyumlara, çalışma gruplarına, meslektaşlarım ile yürütmekte olduğum projelerimiz ile ilgili toplantılara vb.lerine katılıyorum. Bu arada ailemden yitimlerim oldu. Kimisi beklenen kimisi sürpriz… Bir yerde her şey üst üste geldi diyebilirim. Zor bir dönemden geçtim. Hayat işte… Arınma sürecindeyim. Başınız sağ olsun. Teşekkür ederim, dostlar sağ olsun. Biraz ailenizden söz eder misiniz.? Çok kalabalık bir aile yapım var. Soy ağacımı çıkarttım. Dilerseniz çekirdek ailemden söz edeyim. 68 kuşağı bir anne babanın çocuğuyum. Babam Şenel Aykan, İTÜ Kimya Mühendisliği Fakültesi mühendisi mezunu. Sonra lisan üstü falan. Aynı dönemde İTÜ konservatuar yılları var. Annem Hülya Aykan, öğretmen sonra pedagog. Bir ablam var. Bana göre dünyanın en iyi annesidir o. Çünkü Allah ömür verirse ileride gurur duyacağımız elif ve Zeynep adında iki mükemmel yeğen yetiştiriyor. Tabii bu arada sevgili eniştem Salih Arıman’a da müteşekkirim. Soyadım geçmiş dönemlerde T.C. Sağlık Bakanlığı görevini yapmış dedem Cevdet Aykan’dan gelir. Hayatınızda İdol olarak seçtiğiniz kişiler var mı.? Önce annem ve babamdır. Dedelerim. Sonra Rahmetli hocam Prof. Dr. Ünsal Oskay, Tabii ki sevgili hocam Prof. Dr. Vamık Volkan ve beni yaratıcılığımın her aşamasında bir Türk kahvesi içecek zaman kadar destekleyen Sayın Mehmet Dülger idollerimdir. Adını saymakla bitiremeyeceğim kişilerden özür diliyorum çok insan var. Haaa Sayın Betül Mardin. Üzüm tanem ailemden sonra diğerlerinden önce… Üzüm taneniz kim diye sormayacağız çünkü asla yanıt vermiyorsunuz.? Çok teşekkür ederim. Bu arada ilgimizi çekti, “arınma”dan neyi kastediyorsunuz.? Çok teşekkür ederim dostlar sağ olsun. Arınma psikanalitik bir kavram. En kısa tarifiyle her bireyin hatta toplumun dahi zaman zaman yaşadığı bir süreç. Farkına varabiliriz ya da varamayız ama doğal bir süreç. Ben farkındayım. Kendime kalma dönemindeyim ancak bu besleyici de bir dönem yine düşünüyorum yine yaratıyorum falan işte. Arınmak bizleri saf bir şekilde var eden yaratıcıdan, o büyük mutlak güçten, yaşamımızda bilinçaltındaki programlar ve bugünümüze tesir eden kodlar nedeniyle bağışlanma dilemek gibi… Bu fırsatı yakaladığımızda ve algımıza da yardım ettiği için o mutlak güce teşekkür ediyoruz. Şöyle diyelim; zihin evrenin ta kendisini barındırıyor, zaman ve mekân düzlemlerinde sıkışık değildir ve bu nedenle de çok güçlüdür. İlginç şeyler söylüyorsunuz. Şu kodları biraz daha detaylı aktarabilir misiniz.? Bakınız bilinçaltımızda biz farkında olmadan ki zaten olamayız-kodlanmış olan düşünce kalıpları ve programlar mevcut. Birim zamanda etkileşim halinde olduğumuz milyonlarca baytlık verinin sadece milyonda bir oranındaki veriyi bilinçli olarak algılayabiliyoruz, geriye kalan büyük kısım ise bilinçaltımızdaki belleklerde arşivleniyor. Tüm bu programlar ve hatıraların farkında olamayacağımız gibi bilinçle algılamamız ve değerlendirmemiz de mümkün değildir, tek bildiğimiz var olduğu ve bilincimizi yönetebileceğidir. İçinde bulunduğum koşullardan memnun kalmadığımda ben tamamen arınmayı yeğliyorum. Bunun yolu da koşulları kendimiz yarattığımız gerçeğini kabullenip farkında olamasak da bilinçaltında kayıtlı olan o programları ve hatıraları bertaraf etmekten geçiyor. Çok çeşitli arınma yolları var ben kendi kendime arınmayı tercih ettim. Zaten içinde bulunduğumuz durumları tezahür ettirmede sorumluluğun bizde olduğunu bilmek mucizevî bir farkındalık oluşturuyor. Düşünsenize deneyimlemek istediğiniz her şeyin çözümü bizde.! İşte arınırken şimdinin farkına varıyorum ve zihnimin gücüne teslim oluyorum. Dolayısıyla şimdinin gücünü daha iyi idrak ediyorum. Tüm yaşadıklarımızın aslında sebebi yine biziz. Geçmiş pişmanlıklarla, geleceği ise endişeli bir tutumla düşünerek, elimdeki tek gerçek olan “şimdi” yi görmezden gelemem. Kimden neyden ne için arınacağıma da ben karar veriyorum. Ayrıca en karanlık geceler bile güneşin ışıklarına yerini ya nazikçe “merhaba” diyerek ya da mahkûm olup bırakmak zorunda değil mi sizce.? Bu arada pat diye zamansız geldik yanınıza… Sorun yok. İyi de oldu. Uzun bir toplantı sonrası dinlenirken sizleri görmek gerçekten güzeldir. Hem zaten size çok gecikmiş bir sözüm de vardı. Dün telefonda konuşmuştuk ya hani ne güzel oldu şansım yaver gitti ve bugün ajandam bu söyleşiye uygun oldu ve tekrar karşılaşabildik. Ben size teşekkür ederim. Çalışmalarınızı izliyorum. Araştırmacı gazetecilik ilkelerine bağlı, başarılı, tarafsız ve cesaretli bir haber portalısınız. Lütfen tebriklerimi kabul edin. Müzik ile bağlantınızı açıklar mısınız.? Müzik sizin için kendinizi ifade biçimi mi yoksa bir egzersiz mi? İkisi de değil. Müzik benim için bir pınar, kendimi hissetmemi sağlayan bir tetikleyici. Müzik dinlerken hem ruhumu doyuruyorum hem de kendim ile baş başa kalıp, kendimi dinliyorum. Çalarken de dinlerken de. Müzik gündelik hayatımın bir parçası, sabah uyandığımda yüzümü yıkamak kadar doğal diyebilirim. Aynı zamanda hem hem Reggea, hem Klasik Türk Müziği hem de Klasik Batı Müziği, Orhan Gencebay, Türk Pop Müziği seviyorsunuz. Çok farklı müzik türlerini dinliyorsunuz. Bu kadar farklı türleri nasıl bir araya getiriyorsunuz.? Müziğin türünden ziyade, içtenliği, gerçekliği ve bende uyandırdığı hisler önemli. Ben dinlediğim müziğin ruhu ve o ruhun benimle olan etkileşimini önemsiyorum. Tabii ki dinlerken müziğin alt yapısının, notaların, profesyonel anlamda beni nereler alıp götürdüğü de önemli. Türk Müziğinde en sevdiğiniz eser, yabancı müzikte en sevdiğiniz eser.? Türk Sanat Müziği’nde Rahmetli Zeki Müren’in ‘Al Yazmalım’, Türk Pop Müziği’nde Kayahan Açar’ın ‘ Nasıl Ayrılacağız Biz Seninle.?’, Ozan Çolakoğlu imzalı diğer tüm eserler, Yabancı müzikte tabii ki Georges Moustaki - Le Métèque. Sadece iyi bir dinleyici olduğunuzu değil profesyonel olarak müzikle ilgilendiğinizi öğrendik.? Hangi enstrümanları çalıyorsunuz.? İyi istihbarat yapmışsınız tebrik ederim. Piyano, keman baş sıradadır. Sonra kanun… Bunlar profesyonel ve çok erken yaşta başladıklarım. Ancak amatör olarak çok sayıda enstrüman. Bu çok doğaldır. Genetik olarak kulak, genetik yetenek, büyük üstatlardan çocukluk yıllarımdan bu yana alınan dersler, şan eğitimim, sürekli ve düzenli provalar, vb. Ancak insanların sosyal bir ortamda kabaca kanunun, kemanı getirmelerinden, mikrofon uzatmalarından asla haz etmem. Her şeyden önce sahne alan sanatçıya ve sonra da benim özel ve sosyal hayatıma saygısızlıktır. Sahnedeki arkadaşım ağabeyim ya da ablam isterse, vokal ya da her ne ise nezaketen yaparım o ayrı… Kendi eserleriniz var mı.? Evet kendi bestelerim var. Ben de ve babamda saklı. Babamın sesine hayranım. O Türk Sanat Musukisi ile ilgilenir. Evde mırıldandığı tek bir mısrayı dahi kaydederdim. Müzik aile geleneğimiz. Çok net çocuğun isminden sonra müziğin hangi türü ile ilgileneceği ailemde çok önemli. Yani geniş aile bir araya geldi mi mükemmel bir orkestrayız ya da saz ekibi, solo, vokaller, enstrümanlar falan hepsi tamamdır. Babamın genlerinden gelen genetik bir yetenek diyelim. Annemin şiirlerini derlemekteyim. Çok kıymetli benim için. Beste için notalar falan filan uçuşur beynimde. Ancak bir esere dönüşecek ise kesinlikle profesyonel aranjör dostlarım ya da üstadların eline geçecek. Zamanı var. Şu an zaman ayıramıyorum ancak ablamın kızları sevgili Elif’in ve Zeynep’in o yaşta piyano çalarken ve eseri mükemmel çalarken aldığım haz tarifsiz… Hangi aranjör? Teknik bir soru. Patron aranjördür. O karar verir bu işi yapıp yapmamaya. Ancak benim için varsa da yoksa da Sevgili dostum Ozan Çolakoğlu. Derin bir konu aranjörden önceki süreçler var. Müzik konusunda en iyisi dışında her şeyi reddenlerdenim. Dolayısıyla büyük üstadlara, gerçek müzik adamlarına danışmadan böyle bir işe kalkışmam. Müzikten spora gelelim… Fanatik Galatasaraylısınız… Evet. Galatasaray’ı sadece bir futbol takımı ya da spor kulübü olarak algılamıyorum. Futbol taraftarı olarak gerçek Galatasaray bir fanatiğim. Ancak izninizle şunu vurgulamak isterim ki, GALATASARAY tarihimizde, 1481 yılında “Galata Sarayı Humayun Mektebi” adıyla kurulan kurum, Enderun (saray mektebi) üst düzeyde eğitimli görevli yetiştirilmiştir. Bu yüzden “Mekteb-i Sultani” olarak da anılır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselmeye başladığı o yıllarda devleti yönetecek filozoflar nasıl yetiştirilecekti.? Saray Okulu vardı ancak bu okula gelecek öğrencilerin ilk ve orta öğrenimleri nerede verilecekti.? İşte bu düşüncelerin neticesinde, II. Bayezid, babası Fatih'in idealindeki okulu "Galata Sarayı Ocağı” adıyla kurarak Osmanlı Saray eğitiminin önemli bir parçasını oluşturmuş oluyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda batılılaşma döneminin ve Tanzimat uygulamalarının bir sembolü olur. Çünkü bu kez de Osmanlı’da hukuksal, siyasal ve sosyal alanda gerçekleştirilecek yenilikleri yaşama geçirecek aydın kadrolara ve bu kadroların yetiştirilmesi için, geleneksel eğitimin dışında batılı programları da bünyesinde barındıran bir eğitim kurumuna ihtiyaç vardır. Yani bugünkü adı ile Galatasaray Lisesi ülkemizin tarihinde Osmanlı Devleti’nin Batıya açılmak amacına hizmet etmiş ilk ve çok önemli bir penceresidir. Galatasaray bu yıl Türkiye Süper Liginde şampiyon olacak mı? Evet. Nereden biliyor sunuz.? Yahu fanatiğim dedim ya… Fanatik ne demek? Olacaksa da olmayacaksa da olacak işte. Takımınızda en beğendiğiniz oyuncu.? Futbol mu? Kusura bakmayın çünkü Galatasaray’ın adının geçtiği her spor dalında fanatiğim de. Evet, futbolda… Başkanımız Sayın Ünal Aysal, Yönetim Kurulumuz ve Teknik Direktörümüz ve hocaların hocası Sayın Fatih Terim İmparatorumuz varken, tüm Galatasaraylı futbolcuların tamamı favorimdir. Küskünlükleriniz, kırgınlıklarınız var mı.? Ya da “keşke” leriniz.? Küskünlüklerim benden yana pek olmaz. Barışçıl ve affedicilik kotası çok sağlam bir insanım. Kırgınlıklarım var mutlaka ancak onları da konuşmayalım kalsın kaldığı yerde. Bilerek kimseyi kırmam ancak bilmeden kırdıklarım var ise buradan hepsinden özür diliyorum. Keşkeler… ASLA! Benim hayatımda ancak geçmişte yaşadıklarımdan ders almak ve sorumlusunun da kendim olduğunu görmek söz konusu olabilir. Bu yüzden pişmanlık ya da “keşke” ler hayatımda söz konusu dahi olamaz. Sporla özel hayatınızda da ilgileniyorsunuz.? Binicilik, yüzme, ralli sporları öncelikli. Sonra tenis. Binicilik daima… Aldatıldınız mı hiç.? Hay Allah şimdi bu konuya nereden geldik.? Tabii ki aldatıldım. Gülerek yanıtladınız, acı çekmediniz mi.? Çok özel bir soru ama bu ya… Aldatılmayı her anlamda algılayarak sorunuzu yanıtlıyorum. Ne bileyim ben acı çektim mi çekmedim mi? Hatırlamıyorum. İnsanım illa ki acı çekmişimdir de çekmişimdir. Hem bırakalım onu aldatan/aldatanlar düşünsün. Hem belki de aldatan/aldatanlar benim hayatımdan çıkarak farkında olmadan bana dünyanın en güzel armağanını vermiştir… Ben apaçık ve medenice konuşmaktan yanayım ve HER ŞEYE RAĞMEN. İNSANLARIN DUYGULARINI İNCİTMENİN ÇOK BÜYÜK GÜNAH OLDUĞUNA VE YARATANIN ADALETİNİN BU FANİ DÜNYADA DAHİ OLDUĞUNA İNANIYORUM. Belli mi olur? Ayrıca insan her konuda acılarla olgunlaşır diyenlerdenim. “KAPALI OLMANIN MALİYET AÇIK OLMAKTAN ÇOK DAHA FAZLA” Kimin lafıdır bilemem ancak lise yıllarında babamın nasihati idi. Sevgi… Baktığım her yerde… Sadece “seviyorum” kelimesinin dahi evrene verdiği değişim dalgasının evrende uzanabildiği yerlere akıl sır ermiyor. Bu nenim inancım tabii. Adam gibi sevmeyi biliyorsanız ve sevginin değerini anlıyorsanız tabii ki.. Geçelim mi bu soruları ne olur… Çok özelim çünkü. Anlayışınız için teşekkür ederim. Ailenize düşkünsünüz. Kendi ailenizi kurmak istemediniz mi.? Ailesine düşkün olmayan kimse var mı sizce.? Kendi ailemi kurmak isteyip istemedim mi.? Yanıtım: Aile kavramı benim için çok kutsal. Boşanma oranlarına bir bakın dilerseniz… Ağlar mısınız.? Çok… Ne güzel bir duygudur. En çok ne zaman ağlarsınız.? Annemi düşündüğümde, sevdiklerimi çok özlediğimde ve burada söylemek istemediğim bazı müzik eserlerini çalarken ya da dinlerken. Yani ben sümüklü şövalyeyim. Zaten içinde yaşadığımız şu dünyada haber bültenlerine bakarsak ağlayacak o kadar çok haber var ki… Dostumun derdine de ağlarım. Ağlarım işte insanım yahu. Ağlamak çok olağandır. Öfke.? Kontrollü olarak. Tartışmadan evvel araya mutlaka 24 saat girmeli. İç görü, duygudaşlık/duygudaşlık yapabilmem için. Bağırma? Ses yükseltme.? Gırtlak ve diyafram çalışmalarımda müzik ile ilgili ve kıvamında. Sesin anlamsızca yükseltildiği ya da benim bundan nefret ederek zaafım üzerine oynandığını hissederim ve karşımdakine “şu an içinde bulunduğumuz tartışma zemini çok çirkin sakinleş sonra konuşalım” derim. Yükselme diyoruz biz buna. Hele kişi yükselen ben isem doğrudan duruma müdahale ederim. Dedim ya 24 saat süre gerekiyor. Kendinizde en sevdiğiniz ve en sevmediğiniz özellikleriniz.? Teybi ve kamerayı kapatırsanız daha açık söylerim ancak buradan sadece özetle. Çünkü özel bir soru soruyorsunuz. Saygı duyuyorum ancak apaçık anlatamam. Kendime öfkelerim de var, pişmanlık yok ancak kendime ceza da veririm. Karşımdakini değil benim tercihim hata benim derim. Sevdiğim özelliğim: Paylaşımcıyım, katılımcıyım, açık sözlüyüm. Sevmediğim özelliğim: Hafızam gereğinden fazla affedici. Kin.? Çok kötü bir duygu ve hayatımda asla yeri olamaz. Bunlar faydalı mı zararlı mı bilemem. Buyum işte. Bu kadar yeterli galiba… Elinizde tüm insanlığı ortadan kaldıracak ama hiç bir hayvan veya başka bir canlıya zarar vermeyecek bir virüs olsa ne yapardınız.? Öncelikle bu virüsün kesinlikle insanlar dışındaki canlılar üzerinde nasıl etkisiz kalabileceğini araştırım. Bulgularımla bu virüsün insanlar üzerinde nasıl etkisiz kalabileceği yolunu bulup istediğim insanları karantina altına alıp, geri kalanları ise pek sevdiğim ve neredeyse bağımlısı olduğum vanilyalı filtre kahvemden ikramla ağırladıktan sonra. Ve misafirlerime “Zahmet buyurduğunuz davetimi kabul ettiniz bu arada kahvem de helal olsun ve afiyet olsun ancak “ÖZÜR DİLERİM TANIŞTIĞIMIZA“ der ve o virüsü salarım. Sayın Bölükbaşı kabalık kabul etmeyin ama ciddi bir sorunuza samimiyetinize inanarak şaka ile yanıt vermek istedim. Bana zarar veren insan/insanlar bırakalım da kendileri/kendi düşünsün hatta mümkün ise hiç düşünmesin ve benden uzak dursun. Ben çok kırılgan ve duygusal bagajlarını taşıyan, insanlara çok güvenen ve inanan bir insanım. Ben insanlığa zarar veren bir virüsü dahi kabul etmem ki. Allah korusun! Bana zarar verenler hayatımdan çıksınlar yeter. Biraz kendimi ve biraz da sizi eğlendirmek için bu sorunuzu yanıtladım. Öfke, kin, yansıtma, intikam vb. duyguları istemiyorum hayatımda… Hani söyleşimizin başında kısaca “arınma” dan söz ettim ya onunla çözerim kırgınlıklarımı. Öz eleştirileri yapan, iç görü mekanizmasını çok hızlı devreye sokan ve yer değiştirme kavramına çok önem veren bir insanım. Ancak ben sadece kendimden mesulüm değil mi? Önemli olan da bu. Tabii ki kırmızı hatlarım fiziksel ve ruhsal hudutlarım var ancak onları da mesleğim gereği öğrendim. Şimdi siz bizi güldürdünüz… Çocukluklarınız var mı.? Şımarık mısınız ya da şımartılmayı sever misiniz? Oyuncak ya da herhangi bir şey.? Gülmenize sevindim. Kimin nasıl şımarttığı önemlidir. Fiziksel ve ruhsal hudutlarımı bilirim ve derhal koyarım. Benim kendimi şımartma yöntemim müzik ve binicilik. Sevdiklerimi şımartmayı severim. Yerinde zamanında yapamasam da… Griler az hayatımda. Siyah ya da beyaz var. Çocukluklarım vardı. Annemle ve babamla, Şimdi var mı inanın bilmiyorum. Oyuncaklar.? İmgeler.? Semboller.? Üzüm bibloları, inek… Özellikle inek ve hem de nasıl alın size oyuncaklarım. Ay ışığına bakmadan duramam örneğin. Yıldızım vardır hep ve o benimdir ulaşılamayacak yerde ye hani gökyüzünde. Sonra çiçeklerim. Ha bir de çam ağaçları. İzler çok önemli benim için. Değer verdiğim insanların çöpe atacakları sigara paketine dahi tarih atarım. Kaybetmenin değerini işin sonuna bırakmayanlardanım sanki. Ya da bana öyle geliyor. O yüzden çok haksızlığa uğramışlıklarım ve duygusal bagajlarım var. Ancak biraz fazla psikanalize girdik. Yani tüm şifrelerimi de vermesek iyi olur değil mi.? En sevdiğiniz çiçek.? Zambak ve annem için de kasımpatı. Ancak çocuklar en güzel çiçekler… Hüzünlüsünüz… Konuşurken gülümsüyorsunuz ama gözleriniz dolu ve sanki dokunsak ağlayacak gibisiniz… Evet. Doğal… Sebebi ben de kalsın. Ya biraz farklı konulara geçelim mi ne dersiniz? Ağlamak istemiyorum en azından şu anda. Hem annem hisseder ve çok üzülür biliyorum. Tamam. O halde son yaptığınız veya katıldığınız akademik çalışmalar nelerdir.? Uluslararası mı, Türkiye’de mi.? Tümü diyelim… Yurt dışında o kadar çok ki… Dilerseniz ben size Türkiye’de katıldığım ve benim için çok önemli olandan söz edeyim. İstanbul’da bir üniversitede 2011 Haziran ayında düzenlenmiş olan, ISPP Kongresi’ne katıldım. Çok ama çok önemliydi. Tabii ki Öncelikle bilimsel açıdan, Alanında dünya devleri yabancı ve Türk uzmanlar ya da çok önemli çalışmalar sunacak olan uzmanlar, akademik çalışmalarını izleyip de tanışmak istediğim ya da ve tanıştığım, özlediğim meslektaşlarım olan delegeler vardı. Zaten program kitapçığına bakarak o kongreye katılmaya karar verdim ve müthiş bir heyecanla atladığım gibi geldim. Bu kongre yararlı oldu mu.? Benim açımdan evet. Olmaz mı.? Hem de nasıl… Gerek mesleki ve gerekse kariyerim açısından inanılmaz bir deneyim oldu. Çok yararlandım. Bilgi alışverişinden daha güzel ne olabilir ki… Çok sayıda başarılı yabancı katılımcılar ile özel sohbet toplantılarımız oldu. Ancak tüm bunlara rağmen bir bilim kadını olarak çok üzüldüm de... Neden? Yıllarını bilime ve araştırmalara adamış ve bana göre ulaşılması çok güç olan bilim insanlarının çalışmalarını sundukları konferanslarda, panellerde ve oturumlarda moderatör dışında izleyici ve dinleyici olarak neredeyse sadece ben vardım da… Birkaç tanesinde başkaları da vardı tabii ki. Her şeyden evvel ya uluslararası bir kongrede o üniversitenin bir dekanı dâhil bir açılış konuşmasında “Hoş geldiniz” demez mi? Hangi birini anlatayım.? Yabancı konuşmacılardan öylesine utandım ki… Ancak lütfen rica ediyorum bu söyleşimizi deşifre ederken çok dikkat edelim. Bu ülkede herkesin her şeye söyleyecek ve mazeret bulacak mutlaka bir şeyi var ve ben kimseyi karşıma almak niyetinde değilim. Ayrıca haksızlık da yapmak istemiyorum. Örneğin çok başarılı çalışma gruplarını ve o üniversitenin kurumsal iletişim koordinatörünün özverili çabalarını ki son derece deneyimli bir medya mensubudur eleştirimin dışında tutuyorum. Sayın kıymetli Rektörünü de. Kendisi o dönem yurt dışında idi ve kongre öncesi elektronik posta kanalı ile yazışmalarımız oldu hakkını yiyemem. Eminim ki Rektörümüz olsa idi bazı sorunlar düzelebilirdi hatta yaşanmazdı bile. Kısaca şunu bir kez daha gözlemledim ki, politik psikoloji dünyada çok büyük bir devinimle ilerlerken maalesef ülkemizde tüm çabalara rağmen halen neredeyse sadece klinikte kalıyor. Bunu düzeltmek için çalışan çok kıymetli bilim adamları ve bilim kadınlarının çalışmalarını da izliyorum. Gerçekten canla başla çalışıyorlar. Dolayısıyla bu eleştirilerimde hani deyim yerinde ise “sözüm meclisten dışarı”. Öylesine önemli bir bilimsel program vardı ki politik psikoloji ve özellikle de ülkemiz ve Ortadoğu ile ilişkilendirilmiş çok önemli konular masaya yatırılıyordu. Hani “Ana Britannica Ansiklopedisi” vardır ya işte o derece kıymetli bir bilimsel program vardı. Bu denli ilgisizlik beni çok utandırdı. Etiketleme yapmak istemiyorum kim bilir belki de davet duyuru işleri aksadı vesaire. Delege katılım yaka kartları son gün hazırlanmıştı Allah’tan üniversitenin burada ismini açıklamak istemediğim kıymetli bir akademisyeni bir gecede yaka kartı hazırlamıştı ama nasıl yaka kartı? İsim soyadları yanlış, kim kimdir, hangi üniversiteden, hangi enstitüden, akademik unvanları ne belli değil? Bu çok önemli siz de biliyorsunuz? Ben kahve molasında bir konuşmacıyı tebrik edecek isem ya da bilimsel bir paylaşımım olacak ise yaka kartına bakmak zorundayım çünkü katılmadan evvel zaten kafamda kimlerle konuşacağımı çoktan belirlemişimdir. Eeeee gidip de affedersiniz ben Prof bilmem kimi arıyorum o siz misiniz mi diyecektim.? Şaka gibi… Yayın takip ediyorum ve yayınlarıyla ilgili görüşmek istediğim kıymetli bilim adamları ile konuşmak istemiştim. Kimlik sorununun, etnik kimlik sorunlarının masaya yatırıldığı bir akademik platformda yaka kimliğiniz yok! Ya da o bahsettiğim kıymetli koordinatör akademisyen Hanım öyle ya da böyle, eksik yanlış bir şeyler hazırlatmış. Belki de sabahlamak zorunda kaldı. Yan masadan maytaplı meyve tabağı mı bu ya.? Hani İstanbul Dünya şehri.? Bilim böyle mi tanıtıyor kendini.? Çok mu zordu.? Bırakın Allah aşkınıza dedim ya çok konuşmak istemiyorum çıkıp da laf edecek o kadar insan olur ki bu konuşmama hem de orada benimle aynı eleştirileri paylaştıkları halde iki yüzlülük yapacak olanlar da vardır elbet. Sosyal programlarda yabancı katılımcılardan özür dileyip lafı eveleyip geveleyeceğim diye oldukça mesai harcadım sanki sorumlusu benmişim gibi. Belki bencilce bir yaklaşım ancak iyi de oldu denilebilir çünkü onlarla daha yakınlaştık ve ortak çalışmalar için el sıkıştık, röportajlar yaptık falan. İşte hikâye böyle... Haydi, hayal edelim. Siz bir gazetecisiniz ve bir basın toplantısı izleyeceksiniz. Kim kimdir diye yaka kartına bakmak zorundasınız. Röportaj yapacağınız kimse de sizin kartınıza bakmak zorunda ki hangi medya mecrasını temsil etiğinizi kime röportaj verdiğini bilmek için ya da kameraların mikrofonlarındaki süngerlerin üzerine o TV kanalının adı mikrofonu korumak için mi yazılıyor.? Çok üzüldüm ancak her nedende şaşırmadım.
Neden şaşırmadınız.? Birçok şeye şaşırmamayı öğreneli çok oldu… Utandım ve üzüldüm. İstanbul gibi Cennet şehirde, çok kıymetli bir üniversitemizde, çok önemli bir uluslar arası kongre hem de dünyanın gündemi ile paralel bir bilimsel program. Ne yapmalıydım vals mı.? Tabi ki üzüldüm. Profesyonel hayattan akademik kariyerinize geçisiniz nasıl oldu.? Hiç anlatmayayım. Çok çileli. Oldu işte öylesine. Anneme verdiğim bir söz idi. “Akademik kariyer kavramı” ile ilgili bir içsel etkileşimim yok. Hayatımı olduğu gibi yaşamayı ve sevdiğim şeyi yapmayı severim. Öyle akademik amacını aşan saygısızca hiyerarşik erk ya da ironi kullanılarak yapılan tehditler, gözdağı vermeler ya da müdanasızlıklara asla eyvallah demem. Pazardan limon aldığım satıcı bayan ile benim aramda en ufak bir fark yok.! Saygı, hürmet, hizmeti alan ve veren arasındaki insani değerler temel noktam ve bence bu hayatta her yerde her şeyde olması gereken. Şuyum buyum benim onum var bunum var diyen insanlara görgüsüz dahi diyemiyorum. Beni de asla ilgilendirmiyor. Hayatın öznesi olmak önemli ve kendimi daima öyle görürümüm. Her geçen gün daha da şımarık, biçimci ve bencil bir toplum olduğumuzu gözlemliyorum. Ayrıca biliyorsunuz ki ilk formasyonum gazeteciliktir. “Gazeteci olunmaz doğulur” diyenlerdenim. Şöyle açıklamaya çalışayım. Mesleğinden nasibini almış ve etik şartlara ve mesleğinin kendisine yüklediği sorumluluklara gerçekten dürüstçe bağılı bir gazeteci için en azından bana göre tüm dünyanın tek bir imza almak için peşinde koştuğu insan ile o insandan haberi dahi olamayan ve en ilkel şartlarda yaşamını idame ettirmeye çalışan bir kişi arasında asla fark yoktur. Teknik olarak gazetecilik dersleri vermeye niyetim yok. Ben ok kıymetli hocalar tarafından yetiştirildim Onlara minnetim ölene dek asla bitmeyecektir. Dolayısı ile benim için özsaygım ve hayata, insanlığa, ülkeme katabileceğim bir atom parçası var ise bu da bana yeter. Ayrıca halen profesyonel hayatın içindeyim. Yakın gelecekteki plan ve programlarınız nelerdir.? Ülkemden uzakta kalmayı sevmiyorum. Zaten uzun yıllar yeterince kaldım. Bu ülkenin her karış toprağına aşığım. Her karış toprağını da gezdim. Ancak hayat size ummadığınız şeyler sunabiliyor. Her ne kadar inisiyatif ben de olsa da bu kez ben gitmeyi tercih ettim. Kısa bir süre için Türkiye’deyim ve uzunca bir süre yurtdışında olacağım. Pek tabii ki gelip gideceğim. Hangi ülkelerde olacaksınız ve neler yapacaksınız.? Şimdilik Amerika ve Avrupa vb. gözüküyor. Bir yandan akademik çalışmalarıma devam ederken bir yandan da sağlık problemlerim, sosyal hayatım vb. konularım var. Kitaplarımı yazmayı da sürdüreceğim. Bilemiyorum işte ya bekleyelim bakalım. Hayat! Ben de bilemiyorum. Aynı zamanda bir yazarsınız, kimleri ve neleri okur musunuz.? Öncelikle her nerede olursam olayım Türk medyasındaki tüm gazetelerin tümünü okuyorum ve internet medyasını izliyor ve inceliyorum. Yurt dışında ise Independent Daily, The Guardian, Le Monde, Le Figaro, Washington Post, The New York Times okuyorum. Yazar olarak ise Robert Fisk. Biliyorsunuz kendisi aynı zamanda köşe yazarı. Bana göre mükemmel bir Ortadoğu analisti. Diğer köşe yazarlarından söz edersek, gazetelerden çoğunu okuyorum ve yazar olduğum için tüm yazarlarımıza saygı duyuyorum. Peki, şu sıralar mürekkebin içinde ne var.? Yeni kitap.? Benim kitabım mı yoksa oa yayınevini’n mi? Her ikisi de… Bitirdiğim iki kitap var. Son okuma aşamasında ve tercümesi geç tamamlandı. Sanıyorum sürece tabi olmak kaydı ile yakın zamanda Türk ve yabancı okurlarım ile buluşacak. Yayınevimin yani yazarlarımın ki de hızla devam ediyor. Kısacası 2012 yılına yoğun giriyoruz. Çok şanslıyım mükemmel bir ekiple ve gerçekten takım ruhuyla çalışıyoruz. Yabancı yazarlarınız ile ilgili bilgi alabilir miyiz.? Hayır. Sözleşmelerimiz etiktir ve uluslararası yasalar ile de sınırlıdır. Raflara çıkmadan evvel zaten ilgili yerlere ve siz değerli medya mensuplarına da gönderiliyor tanıtım yazısı ile birlikte. Yayınevim lise yıllarımdaki bir hayaldi ve tam istediğim gibi gidiyor. Az öz yazar ve konular belli. Uluslararası şubelerimiz ve çözüm ortaklarımız ile dengeli işbirlikleri vb. konularda her şey olması gerektiği gibi. Popülist yaklaşımımız yok olamaz da. Kişisel kütüphaneniz… 9000 kitaba yaklaştı. Belgesel yapımcısınız ve sanıyoruz canlı yayın yönetmenisiniz de. Çalışmalar nasıl gidiyor.? Yeni belgesel.? Her şey yolunda, Son belgeselim bitmek üzere. Bunlar bana da sizlere de sürpriz olsun mu? Sayın Aykan, popülerlik konusunda ne düşünüyorsunuz.? Sizin böyle bir kaygınız var mı.? Bağışlayın ancak hangi anlamda popülerlikten bahsediyoruz.? Kafam bir an popüler kültüre kaydı özür dilerim. Kişisel anlamda popüler bir insan olma konusundaki görüşlerinizi öğrenmek istiyoruz. Hımmm… Bu anlamda popüler bir insan olmaktan ben hani tanınan, “ay bilmem kim geçiyor baksana” denilen orada burada fotoğrafları yazıları olan bir insan olup olmamak konusundaki fikirlerimi öğrenmek istediğinizi algıladım. Doğru değil mi.? Popüler kültür sandım çok farklı bir kavram da ondan takıldım birden. Bağışlayın gerçekten çok ama çok yorgunum. Evet, doğru kişisel olarak popüler bir insan olmaktan söz ediyorum. Popüler bir insan olmak mizacımdan çok uzaktır. Hayatla ilgili böyle bir derdim olmadı ve olamaz da. Hem kim kime göre popüler.? VIP, sosyete, ünlü vb. kavramlardan falan da uzağım. Ben bu kadar bir insanım. Malzeme budur kadar işte. Rekabete olgu olarak önem veririm özellikle işletme de ve biraz da tahsilim gereği bir şeyler bilirim ancak yok böyle dertlerim. İstesem de olamam zaten. Her şey yalın ve sade olmalı. Takdir karşı tarafındır. Özel çabalar maskeler falan filan ayyy çok fena. Yok, böyle bir kaygım ve olmayacak da. Bu nedenle böyle bir kaygım yok ve de olmayacak. Biçim özü değiştirmez. Biçimi de özü de bir insan olayım bu da bana yeter. Ha bir de popüler olmak eğer topluma örnek olmak ise o insanlarında topluma hele de genç kuşaklara güzel örnekler sunmasını diliyorum. Yakın zamanda ismini açıklamayacağım ve ülkemize başarıları ile çok büyük katkılarda bulunan bir iş adamımız beni birkaç kez bu konudaki düşüncelerimi açıklamama rağmen kırıcı bir şekilde eleştirdi. “Özler Aykan çok önemli yerlerde olmalı” işletme teorileri, “şu kadar banka hesabı olmalı” falan filan diye. Sustum ve dinledim. Çok saydığım bir kişidir. Ancak kırgınım hem de çok. Ukalalık yapıp da kendisinin zikrettiği ekonomik, iktisadi, işletme, pazarlama kuramlarını ezbere bildiği dahi söylemedim. Laf ebeliği ve ukalalık gibi gelir bana bu konuda polemiğe girmek ve kendimi ispatlama çabaları. Gerek de yok. Bilgim bana kalsın. Çok emin konuşuyorsunuz. Peki diyelim ki hayat size bir sürpriz yaptı ve bir anda çok popüler bir insan oldunuz.? Haklısınız. Belki de büyük konuşmamak lazım. Ancak ben pedagojik ya da gelişimsel açıdan olması gereken yaşta hayattaki rolümü keşfettim ve tercihimi yaptım. Değişecebilecek tercihlerimi de kırılma noktalarımı da neyi başarıp neyi başaramayacağım da narsistik süreçlerimi de vb. hepsine hâkim olduğumu sanıyorum. Tabii ki şu anda bilimdışım ile sorunuzu yanıtlıyorum. Neyi isteyip neyi istemediğimi algıladığım yıllardan beri benim hayatımda her sorunun bir yanıtı vardı. Olmalı da. Popüler olup olmayacağıma ya da sürprize gelince onu da bir zahmet hayat düşünsün. Bazı şeyler bizlerin dışında gelişir değil mi? Kişileri değil süreci kontrol etmek gerekir kanaatindeyim. Onu da o zaman düşünürüm. Bir de Allah bilir her şeyi. Kaderci kişiliğim de var da... Eğer bir rol alıp oynama sansınız olsaydı, hangi filmde, hangi karakteri oynardınız.? Dizi filmler mi.? Sinema filmi mi.? Belgesel mi.? Fark etmez.? Peki. Ben kamera arkasını severim ve iyi de bilirim yıllarımı harcadım. Hem teorik hem de pratik. Kendimle de gurur duyuyorum. Ancak sorunuza yanıt vereyim. Önce diziler için hangi karakter? Yerli dizi için ise bir kere karar mekanizması senarist ve yönetmenin inisiyatifindedir. Söz hakkı bana verilir ise dönem filmi ve benim başarabileceğime karar verilen karakteri oynarım. Yabancı dizilere gelelim… İngiltere’de yeni ancak Amerika’dan telif hakkı alınmış ve Amerika’da uzun yıllardır izleyicisi ile buluşan “LAW AND ORDER”(KANUN VE DÜZEN” dizisindeki detective inspector, Natalie Chandler rolünde oynamak isterdim. Dizide Natalie Chandler şahısın suçlu mu suçsuz mu olduğunu mesleğinin hakkını vererek ve hayatını ortaya koyma pahasına yapan bir dedektif. Prosecutor’ların (Savcıların) baş belası. Sinema filminde oynasa idim: Türk Sineması’nda Sayın hocam Metin Erksan’ın 1963’te yaptığı “Susuz Yaz” filminde, yabancı sinemada ise 1997 İtalyan yapımı Belgeseller: Daima kamera arkası. Haydi, zorlandım belgeselin sunumu. Peki, TV ekranlarında bir program dersek.? Kesinlikle haber tartışma programı. Güncel. İstediğim soruyu istediğim özgürlükte soracağım öyle tepeden patrondan oradan buradan yayın yönetimden baskı almayacağım bir program ya da çok güzel bir eğitim programı. Bu arada bana göre “sinema hayatımız, hayatımız da sinema.!” Son dönemde ki Türk sinemasının yükselişi hakkında ne düşünüyorsunuz? Alt yapısı olan bir yükseliş mi yoksa çok yetenekli bir jenerasyonun yarattığı bir donem mi? Temeli sağlam olmadan yapılan inşaat ne olur sizce? Tabi ki yükselişin cesaretini alt yapıdan aldığına inanıyorum. Ancak yaratıcılık ve sizin yeni jenerasyon benim yeni kuşak olarak tanımladığım yeteneklere de saygım sonsuz. Ancak ülkemizin sorunları üzerinden prim yapılarak önemli yapıtlara imza attığını zanneden ve her şeyi yalan yanlış çarpıtarak dünya jürilerine sunan ve ödüllerini muzaffer bir edayla kameralara gösterenlere diyecek TEK BİR LAFIM BİLE YOK.! Ne tür filmlere ilginiz var ? Dönem filmleri. Ancak senaristini, yönetmenini öğrendikten sonra izlerim. Sinemayı da sinemada izlerim. DVD’den ancak akademik sunumları izlerim. Hiç mi korsan DVD almadınız.? Asla. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası’nı okudum, anlattım, dersini verdim ve sonuna kadar da peşindeyim. Bir arkadaşımdan hediye yada ödünç dahi almadım, almam da. Kitaplar da buna dahil. Bir de arkadaşıma cör cör ayıp yaptığın falan diye çene çalarım. O gün zihnim dingin ve az yorgun isem o korsan DVD’yi tek bir hamle ile kırarım ve hop çöpte. Kitabı da alırım o da ilgili şikayet birimine gönderilir bu kadar basit. Sosyal medya sayfanızda 04 Mayıs 2012 de yapılması düşünülen Lösemi hastalığı ile ilgili bir kampanya duyurusu var. Bu konuyu biraz açar mısınız.? Sayın Bölükbaşı; Bu bir geleneksel sosyal kampanya duyurusu değil. 2006 yılından bu yana şu ya da bu şekilde içinde bulunduğum yüzleşme toplantısı olacak. Nasıl yani biraz açıklayabilir misiniz.? Öncelikle araştırmacı gazeteciliğiniz için tebrik ediyorum. Yüzleşmeyi kısaca açayım. Şu an itibariyle bu konuda çok konuşmak benim için öncelikle kişisel ve duygusal olarak hala çok yıpratıcı. Ancak bu açıklama toplantımda sizi görmeyi çok isterim. Türk kamuoyunun lösemi-kemik iliği hastalığı taşıyan çok sayıda insanlarımızın konuyla ilgili olarak hala vicdanları nasıl ve nasıl rahat uyuyabiliyorlar şaşırıp kalıyorum. Bu toplantı sözde tedavi ekiplerinin konuyla ilgili ülkemiz yetkililerinin ve benzeri kimselerin yüzleşeceği bir toplantı olacak. Yüzleşme derken gerildiğinizi ve hüzünlendiğinizi fark ediyorum. Sayın Bölükbaşı 2006 yılı Temmuz ayından beri neredeyse hiç uyuyamıyorum. Konu yargı aşamasında ve tüm davaları izliyorum. Ayrıca bu konu uluslararası ilgili tüm platformlara taşınmış durumda ve yargı sürecinde. Türkiye’de bulunduğum zamanlarımın çoğu adliyelerde konuyla ilgili davaları izlemekle geçiyor. Şu an yargıyla sınırlıyım o yüzden dilerseniz 04 Mayıs 2012 tarihini bekleyelim. Yalnız bu arada formasyonumun gazetecilik olduğunu hatırlatmak ve kendime göre o dönemlerde araştırmacı ve başarılı olduğumu biliyorum. Bu toplantıda slâytlar eşliğinde bir sunum yaparak belgeli olarak her şey açıklığa kavuşacak. Peki, sonra.? Ben nefes aldığım sürece 2006 dan bu yana içimden bir an bile gitmeyen acım dinmeyecek ancak öncelikle Yüce Adalete ve sonra da Allah’ın Adaletine ve mutlaktır ki temel misyonu kamuoyunu bilgilendirmek olan siz meslektaşlarıma güveniyorum. Bir çözüm bekliyor musunuz.? Buna yanıt veremem. Bahsettiğim çirkinliklerin çözümü için koskoca 5 yılda bir arpa boyu yol alınmamışken, çok sayıda ve hepsini kendi evladım gibi gördüğüm hastalarımızı kaybettik. Ülkemin tüm yetkili makamlarına yasal yollarla konuyu belgeleriyle aktardım. Hangi düzeyde.? Hiyerarşik olarak Cumhurbaşkanımızdan, Başbakanımızdan itibaren aşağıya kadar her kademedeki yetkililere belge ve bilgileri ulaştırdım. Sonuç.? Ben de sizinle birlikte göreceğim. Bu derece önemli bir konuda çok dikkatli ve kelimeleri seçerek konuşuyorsunuz. Çekinceleriniz mi var? Tek çekincem bu hastalığı taşıyanların ve hasta yakınlarının üzülmeleridir. Çünkü esas muhataplarının rahat uyudukları ortada… Hatta size ilginç gelecek bir şey söyleyeyim; Devletime endişelerimi belirttikten sonra Türkiye’nin çok saygın profesörleri tarafından hakkımda tazminat davaları, iftira davaları açıldı ve suçlular tarafından çok tehditler aldım. Bir de adını sanını bilmediğim bir dolu insandan. Sonra.? Adalet Makamları hakkımda açılan davaların Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunlarına göre açılmamasına karar verdiler. Açılmak istenenleri de reddettiler. Savcılık mütalaasında olanlar ise takipsizlikle sonuçlandı. Korkmuyor musunuz.? Ben sadece ALLAH’TAN korkarım. Kızgınsınız ve kırgınsınız… Olmamam anormal. Bir yıl öncesine kadar çok daha kızgın ve kırgındım. Şimdi değilim. Sadece gazeteci meslektaşlarıma kırgınlığım bitmedi. Çünkü her şey gözlerimizin önünde yaşanırken, sağlık ve eğitim muhabiri olan meslektaşlarım ve genç meslektaşlarımın duyarsızlıklarına kırgınım. Mücadeleci bir kişiliğiniz var. Harcadığınız emeklerin, verdiğiniz mücadelenin hak ettiği yerlere ulaştığını düşünüyor musunuz? Dünya’da en çok neyi değiştirmek isterdiniz.? Kimin verdiği mücadele hak ettiği yeri bulmuş ki.? Kağnıyla, nice imkânsızlıklarla, yüreğini ortaya koymuş çoluk çocuk kadın erkek demeden onurumuzla bağımsız bir ülke kurulmuş, binlerce esaret için ocaklar sönmüş ve belki şu an oturduğumuz yerin altında dahi benim özgürlüğüm için hayatını feda etmiş şehitlerin varlığında ve şuursuzca geçmişini unutarak hala Cumhuriyet’in, Yüce Ata’mızın tartışıldığı bir toplumda hangi emek, hangi hak edilmek hangi yer ulaşabilmek.? Siyaset konuşmayı sevmem ve daima tarafsızım. Ancak “TARİH ZIPLAMA TAHTASI DEĞİLDİR.!” Gelelim ikinci sorunuza… İnsan Hakları ile ilgili tüm süreçleri. HAKLIYI HAKLI, HAKSIZI HAKLI ÇIKARAN SİSTEMLERİ VE O SİSTEMLERİN TÜMÜNÜ.! VARSA EĞER.! Öncelikle sorunuzu bilimsel açıdan açıklamaya çalışayım. “Dengelerin bozulması teorisi” ile örnek vermek istiyorum. Bu teori en basit şekliyle, herhangi bir canlının üzerine ne kadar çok gidilerse ya da kötüye kullanılır ise (abuse) ki burada sohbetimizin konusu canlının ta kendisi “doğa” olduğuna göre, o canlı bir gün hastalanır. Rahatsız olan bir canlı örneğin kusar. Dolaysısıyla metabolik dengeleri bozulur ve acı çeker. Kısacası ben, doğal felaketlerin, afetlerin vb. bu acı çekmenin bizlere yansıyan izdüşümü olduğuna inanmaktayım. Teolojik açıdan düşündüğümde ise “Doğa” nın insanlıktan intikam aldığına ya da ikaz ettiği sonucuna varılabilinir. “Doğa” aşığı bir birey olarak ise Özler Aykan için “Doğa” yı ne kadar da güzel ve stratejik planlar eşliğinde ve menfaatler uğruna mahveden. Ve hatta utanmadan doğanın bizlere sunduğu nimetlerden faydalanan bir de yetmezmiş gibi doğadan çalıp çırpıp “doğa” adına kampanyalar, “sosyal sorumluluk projeleri düzenliyoruz” diye kameraların önünde şov yapan ve kendini alkışlattıran bir toplumuz. Ancak kader ve doğal afetlere ile ilgili söyleyecek sözüm olamaz zira ben medyum değilim. Hazır yeri gelmişken “Din” kavramı sizin için ne ifade eder.? Ne güzel bir soru sordunuz teşekkür ederim. “Din” öncelikle vicdandır benim için. “En büyük vicdan yastıktır” diyenlerdenim. Belli başlı dinlerin Kutsal kitaplarını yaşamım boyunca çeşitli zamanlarda hatta bazen defaten ve kendime göre karşılaştırmalı ve analitik tarafsız gözle okudum. Kur'an-ı Kerim’in bizlere aktardığı İslam Din’indeyim. Bana göre Kur'an-ı Kerim, insanlığa Hz. Muhammed (sav) aracılığıyla gönderilmiş olan insan olma yolunda mucizevî ışık tutan muazzam bir felsefi bir yaşam tarzı anahtarıdır. ALLAH’ ın varlığını, yüceliğini, birliğini ve TEK olduğunu kabul eden diğer tüm Dinlere de sonsuz saygı duymaktayım. Dünyanın hangi coğrafyasında olursam olayım bir önceki cümlede belirttiğim ve benim için BİR MUTLAK OLAN söz konusu kavramlar dâhilinde, o coğrafyadaki kabul edilen ALLAH’IN evine gider ve ibadetimi de getiririm. Sayın Aykan, sizce Türkiye dünyada hak ettiği konumda mıdır.? Kime göre ve neye göre.? Kendi adıma ancak şu kadarını söyleyebilirim ki, benim ülkem dünyaya neyi hak edip neyi hak etmediğini ispatlamak durumunda asla değildir. Ancak maalesef toplumumuzun tarihsel kalıtımı olan göçebeliğin getirdiği alışkanlıklardan ve dolayısıyla göçebelik kültüründen hala kurtulamadığı için çok sayıda sancılar çekilmektedir. Kaldı ki zaten göçebe kültürünün var olduğu bir platformda yerleşik, homojen ve herkes tarafından harfiyen uyulan bir yapının varlığından söz edilemez. Bunlar sosyoloji, antropoloji vb. çok derin konular ve ihtisasa saygı duyan bir kişi olarak bu konuda ancak bu kadar konuşabilirim. Haddimi de bilmem gerekir. Şu an ülkemizdeki mevcut siyasi irade hakkındaki görüşünüz.? Siyaset konuşmayı sevmem demiştim. Makama ve başarıya saygım vardır. Gerisi de benim özelim. Ancak size de saygım çok ve kısa yanıt vereceğim. Sayın Başbakanımızı çok başarılı buluyorum. AKP’ye oy vermediğim halde… Günün birinde politikaya girmek.? Hayır! Hayatın öznesi olmayı ve öyle yaşamayı tercih etmişseniz politikanın zaten içindesiniz demektir.
Evde mutfağa girer misiniz.? Çok sık. Yemek yapmayı ve konuk ağırlamayı seviyorum. Özenli pişirilmiş yemek ve özenle hazırlanmış sofraya düşkünümdür. Giyim kuşam.? Yerine ve zamanına göre giyinmek benim için çok önemlidir. Hangi sezon, ne moda hiç ilgilenmem. Gündelik kıyafetlerimde spor ve rahat giysiler tercihimdir. Hatta çoğu zaman arkadaşlarımın “salaş” tabir ettiği şekilde giyiniyorum. Ancak diplomatik davetlerde ve akademik çalışma ortamlarında ya da benzeri yerlerde, biraz müsriflik düzeyinde olsa dahi özel tasarım giysilerimi kullanırım. Özellikle akademik ortamlarda olması gerektiği gibiyimdir. Giyim tasarımcınız var mı.? Var. En başarılı tasarımcım hayallerim. Kendimi ne tarz giysi içinde iyi hissettiğim çok önemli. Özel giysilerimi ve tayyörlerimi vb.lerini gazetecilik yıllarımdan bu yana her yönüyle çok saygı duyduğum ve çok yetenekli bulduğum sevgili Sibel Turnagöl ve bana göre Türk moda tasarımcılığında yakın gelecekte adını dünyaya yazdıracağına inandığım, Nişantaşı’nda “Charmante by Nazlı” markasını kullanan genç moda tasarımcısı sevgili Nazlı Menekşe hazırlıyor. Onlara teslimim. Benim ne istediğime değil bana ne uygun olduğuna onlar karar veriyorlar. Hele Nazlı Menekşe… Azarlar, kızar ancak ne tasarladı ise benim için onu hazırlar kısacası benim söz hakkım yok. Kişisel bakım ve makyaj.? Makyajı sevmiyorum ve yapmayı da bilmem. Makyaj yapmam. Ancak bazı kostüm ve tayyörlerde bütünlüğü sağlamak ve giyim görgüsünü tamamlamak için çalıştığım bir makyözüm var. Kişisel bakım işlerine gelince, sadece dinlenme amaçlı olarak ailemin işlettiği “Bebek Day SPA” da otantik Türk hamamını seviyorum. Burada isem tabii ki Öyle maske şu bu ile uğraşamam. Sevmem de. Bepanten ya da Arko krem kullanıyorum hepsi o kadar. En büyük hayaliniz.? Hayal kurmayı ve hayallerle vakit geçirmeyi sevmem. Ancak ideal diyebileceğim bir düşüncem var. O da kısmet olur mu bilmem ama büyük bir proje bu. UNICEF ile işbirliği yaparak Türk ve Müslüman dünyası UNICEF’ i diyebileceğim bir oluşum üzerinde çalışıyorum ve hızlı yol aldım. Bu konu da görücüye çıkmak üzereyim. Nasıl yani.? Sürpriz olsun mu.? Sürprizleri çok mu seviyorsunuz acaba.? Yanıldınız! Sürprizleri sevmem. Projelerimin olgunlaştıktan sonra ortaya çıkması gerektiğine inanıyorum. Hiç sürpriz yapmadınız mı ya da yapmaz mısınız.? Ben sürpriz yapmayı severim ancak bana yapılmasından hoşlanmıyorum. Hayatımdaki özel insanların sürprizleri hariç kalmak kaydı ile. Asla yapmayacaklarınız… 1000 Euro’luk kahve makinesi almayacağım diyelim ki aldım asla görgüsüzce 50 kez ben de böyle bir makine var demeyeceğim. BMW 320 serisi araba almayacağım, bir bayanın arkasından konuşup yüzüne sahtece göklere çıksın diye maskeli şık cümleler kurmayacağım, evimi beğendiniz mi diye sormayacağım? Zaten yapmadım ve yapmam da. Görgüsüz insanlara tahammülüm yok.! Hayal kırıklıkları… Beklenti yok, hayal yok! Realite şartları belirlemiş ise realiteyi entrümanteze edebilirim belki, emin değilim. Düzene uymak önemlidir. Kurallara saygı duymak zorundayım. Ancak Macar Çardaş (Allegro) ile Türk Musikisi’nin en sevdiğim makamlarından olan Nihavend Peşrev’i kemanda notaların uygun yerinden birleştirip çalmanın eşsiz hazzı gibi… Reenkarnasyon… İlgilenmiyorum. İlgilenenlere saygı duyuyorum. Bir daha dünyaya gelseniz.? Önce ALLAH bilir bir gideyim de… Demek ki hiç romantik değilsiniz.? Size öyle geliyor. Etiketleme yapmayınız. Güldürmeyin beni. Bir dakika vazgeçtim beni hele de bugün güldürdüğünüz için size samimiyetle teşekkür ediyorum. Romantiğim. Sizinle söyleşimiz süresince bir yandan da şu muhteşem denizi, inci gibi dizilmiş boğaz köprüsünü seyrediyorum. Biraz daha devam edersek de yakamoza yakalanacağım ve beni ağlatmış olacaksınız. Romantizmin ta kendisi bu değil mi.? Çok zamanınızı aldık, teşekkür ederiz. Ben teşekkür ederim. Zamanı ortak paylaştık. Daha huzurlu ve dingin günlerde buluşmak dileklerimle ancak bu kez röportör ben olacağım anlaştık mı.? Anlaştık... Sağ olun. Günün geri kalan kısmını güzel geçirmeniz ve yoğun çalışmalarınızda kolaylıklar dileklerimle. http://www.medyagunebakis.com/ -http://www.tdfajans.com/ TDFAJANS – Toplum Dinamikleri Fikir Ajansı Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda; Düşünce Üretimi. Paylaşımı. Toplum Yararına kullanımı.! Bilgi Sahibi Olunmadan Fikir Sahibi Olunamaz.! Olunsa olunsa;
Fenowomen Özler AYKAN’dan Kendisini İfade Eden Birkaç Özdeyiş; “FARKLILIK ZENGİNLİKTİR” “EN BÜYÜK BAŞARI SABIR” - “EĞİTİM ŞART.!” “FANATİK’İM AMA HİÇ BİR ŞEYİ KÖTÜLEMEM” “GELECEK SÜRPRİZLERLE DOLU” “İNTERNET, TEKNOLOJİ VE BİZ’den oluşuyor. “CİNSİYETÇİ OLMAYAN, EŞİTLİKÇİ BİR EĞİTİM” “TEK TEK OLGULAR YERİNE SİSTEMİ DEĞİŞTİRMELİ” “KADIN ÖRGÜTLERİNİN TALEPLERİ DİKKATE ALINMALI” “DÜNYAYI KADINLAR BESLİYOR” “KADIN KADINI DESTEKLEMİYOR” Ökkeş Bölükbaşı – http://www.medyagunebakis.com/ Çağdaş, Güvenilir, Objektif, Güncel, Doğru, Haber, Portalı, İLETİŞİM: 0532. 357 72 29 - 0532. 213 52 30 - Ökkeş BÖLÜKBAŞI |
FENOWOMEN ÖZLER AYKAN RÖPORTAJI okkesb" title="YouTube video player" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen>
Trabzonlular Birleşiniz. Trabzonlu İşadamları, İşkadınları, Çalışanlar, Genç Kızlar-Erkekler, Okuyan çocuklar Birlik ve Bütünlüğü Sağlamak Sizin Ellerinizde..!
Yazının devamı »Copyright 2022 - MEDYA GÜNEBAKIŞ
Designed by TELMAR
BACK TO TOP