Basın Ahlak İlkelerine uymaya söz vermiştir. Sitede yayınlanan yazılar ve yorumlardan yazarları sorumludur.
YAŞAM KOKUYOR TOPRAK
ÖNCEDEN GÖMÜLENLER FIŞKIRDI FIŞKIRACAK!..
Büyük şehrin gürültüsünden uzaklaşıp da sade bir köy yaşamının içine girdiğimde, yaşamın ertelenerek yok edilen; asıl yaşanılması gereken yanlarını arıyorum!… Hepsi de baştan aşağıya ‘insanca’ olan; bir özlem olarak geçmişte kalıp, önümüzden akıp giden; ‘rezerv’ leri bulunmayan; baş döndürücü bir hızla tüketilen değerleri arıyorum!... İlk bakışta göze çarpan bozulmalar: Hiçbir zaman bizden olmayan ‘usulen’ selamlaşmalar, sahte gülümsemeler!… Hepsi de siyaset denen rezillikten yaşamımıza katılanlar!...
Şöyle kucaklayıp da bir dostunu sıkıca saramayacaksan; sağ elini kürek kemiği üstüne yerleştirip sıvazlayamayacaksan sırtını; arkasından da ağız dolusu bir küfür sallayamayacaksan onu kandırıp insanlıktan çıkartanlara; yaşama ne katar senin selamın?.. Sadece kulak tırmalar boş zarftan farksız lakırdıların!…
Buralarda ‘fasulye hereği’ ile ölçülen tarlalar günden güne küçülüyor; bir çadır sığacak kadar toprağı çok görüyorlar yaşamını tamamlayıp göçenlere… Ayakuçlarından da bir miktar çalınıyor; ‘hayır-hasenat işidir, sevabı çok olur’ diyerek yola katıyorlar… Yeni ‘kuran kursları açmak’ için vatandaş birbiriyle yarıştırılıyor; bu yolda üstünü başını parçalayanlar var; yanı başlarında yoksulluk can acıtıyor!…
Bu şekilde Cennet kapısının aralanabileceği fikri satılıyor; öteki dünya için ‘Cennet garantili’ mezar yeri bile var!… Ölenlerin geriye bıraktıklarına: Canlarına-ciğerlerine, aşklarına karşı bir görevi olmadığına inananlar; yaşamını tamamlayanların son gününde ve tuhaf bir gönül rahatlığı içinde ‘son görev’ lerini yapıyor!… ‘Ölenle ölünmüyor’ ama, yaşarken “can ciğer kuzu sarması” diye tabir edilen ilişkiler, göz göre göre toprağa gömülüyor!… Yaşamın uç noktasında dahi, en yakında bir yerde olması gerekenler; birden bire buharlaşıp ‘gökyüzüne uçuveriyor’!.. Yaşama dair olan ama ufak-tefek gibi görünen, ‘çıkar’ a dayanan en ilkel ilişkiler, insanları küçülebileceğinden çok daha fazla küçültüyor!… ‘Sömürge reisleri’ nin ‘acımasızlık felsefesi’, körpecik beyinlerde yeşertiliyor!… İnsanları bu dünyaya ait olan yaşamdan kopartmak için adım başında kurulan ‘ihanet fidanlıkları’ insanca ve hakça olan her şeyi kara delik gibi yutarak bitiriyor!...
Sonunda kendi ellerimizle kocaman bir mezarlığa döndürdük dünyamızı!… Bekçi miyiz, yoksa gömülmeyi bekleyen sıradakilerler mi bilmiyoruz!… Doğal olarak da yaşama dair olan güzel şeyler üstüne konuşan kalmadı aramızda!.. “Cenaze levazımatçıları” ölülerden açıyorlar sohbetleri, ölülerle kapatıyorlar gündemi!… Geride kalanlarla bir türlü ilgilenemiyoruz, feryatlar gökyüzünü yırtıyor!… Sorsalar böyle yapmakla ‘maneviyatımızı’ güçlendiriyoruz… Gerçekte ise, kendi felsefesinden habersiz; küreselleşme saçmalığı içinde günden güne ‘madde’ olup çıkıyoruz!…
***(Aynı adamdan ‘alkollü’ iken gelen; DİKEN GİBİ ÖĞÜTLER!...)
Birinciler on dakika öylece beklerken buğulu bardaklarda; ellerimizi balkon demirlerinin korkuluklarına dayayıp ayakta; anlatılması zor bir saygı duruşuyla; bulutların arasından oluşan boşluktan yıldızları seyrettik… Çocukluk günlerimiz; özlemini çekip hiçbir zaman elde edemediklerimiz; kısaca tüm ‘keşke’ dediklerimiz; birerli sıra halende, tören yürüyüşüyle geçti önümüzden… Sonra, ‘akıl sağlığımıza’ diyerek bir bilinmeze kaldırdık kadehlerimizi… O
(Buradan itibaren yazılanlar; ikinci kadehleri doldurduktan sonra, sağ işaret parmağı ile bardağın ağzından ‘gıcırtılı’ sesler çıkartan adamın söylediklerinden aklımda kalanlardır.)
Yaşam denen tek perdelik, bu provası olmayan oyun da, özendiğimiz kişi rolünü oynamayı bırakıp da kendimiz olduğumuzda ‘kimlik’ bunalımından da kurtulacağız evvel Allah!... Aksi halde ‘kişilik sorunları’ çıkacak arkasından, o zaman daha çok yorulacağız!.. Tanrı’ya dua edip; sabah
Bu nedenle hafife almamalıyız öz gücümüzü, hepimiz tahmin edemeyeceğimiz kadar önemliyiz!…(İkinci kadehler bittikten on beş dakika sonra, üçüncü kadehe biraz fazla ‘dem’ koyan aynı adam, işaret parmağını birinci boğumuna kadar rakıya sokup, soluklanmadan konuşuyordu…)
Önce kendimizi sevmeliyiz… Bu birinci mesele… Bir de haksızlık ettirmemeliyiz kendimize… Hak ettiğimiz kadar da değer vermeliyiz her birimize… “Tevazu” denin illetin ‘iki kere övülmek isteğinden’ kaynaklanan bir ‘hafiflik’ olduğunu bilmeliyiz… Bu nedenle de boşuna yere eğilip bükülmemeliyiz!... Elmanın bir yarısını erkek diğer yarısını kadın, bütününü ise ‘insan’ gibi bilmeliyiz!… Bir yerde elmanın bir yarısı yoksa, orada ‘insanlığı’ boş yere aramamalıyız!... İnsanlığın ‘prototipi’(*) ilk insanın Adem gibi cinsiyetli olmadığına inanmalıyız!… Cinsiyeti ve ondan türetilen ‘namus’ gibi değerleri önümüze dizilmiş engeller gibi görmemeliyiz!... Tanrı’nın insanı yaratırken, ona özgüleyerek verdiği hiçbir şeyi kendimize yasak etmemeliyiz!… Alın size bir örnek: “erkekler ağlamaz”, “kadından imam olmaz” dememeliyiz!…(Yanı başımızda ölenin affedilmesi için dualar edilirken, dördüncü kadehler doldu kendiliğinden…) “Sağ iken şeytan gibi gördüklerimizi, nedendir bilinmez, öldüklerinde bizim gittiğimiz yerde (Cennet’te) görmek isteriz!...” (**) Bu nedenle onları acımasızca eleştirir, ‘gıybet’ (***) ederiz… Bu da ‘tebliğ etme’ (****) gibi bir diğer kutsal görevimiz!...
Aklınıza zar zor gelebilen en güzel sözleri, sakladığınız kişiye söyleyemezseniz; hiç yaşanmamış gibi dip diri duran duygularınızın muhatabına bir selam veremezseniz; sevdiklerinize, onları sevdiğinizi her fırsatta belli edemezseniz; paylaştıkça paylaştıklarınızın çoğalacağını da hissedemezsiniz!… Paylaşmanın keyfini çıkartamazsınız!... Hiçbir zaman ‘paylaşacak bir şeyim yok’ diye düşünmeyiniz!… En basitinden soluduğunuz havayı ikiye bölmeyi deneyiniz!…
(Bu arada bir sinek düştü bardağa… Rakı parmak boyundan
Yarın göçüp gittiğimizde, bizi yaşatacak olan neleri bıraktık geriye?.. Bu soruyu atlayarak devam edemeyiz bu sohbete… Kocaman bir dalga gibi bizi altına alacak kara toprağa, elbette günü geldiğinde borcumuzu ödeyeceğiz… Ama ‘yaşarken ölmek’ diye tabir edilen borç kimlerden miras kaldı bize?... Bir de bu soruyu irdelemeliyiz… Bir gün koynuna girip uyumayı düşlediğimiz yaşam kokan toprağın, bugün neden sarılamıyoruz boynuna?... Neden “Usta bir elin fırçasından süzülen boyanın, hüzünlü bir şarkının tınısını ile birleştiği yerdedir benim eserim!” diyemiyoruz… Bu nedenle de makineli tüfek namlusundan çıkan mermiler kadar etkili ve boyumuzdan oldukça büyük(!) sözleri ‘bu kafa’ ile söylemeliyiz!…
Ters çevirdiğimiz ‘kavanoz dipli’ bardağın altı ile darbuka çalınmıyor ama, Cumhuriyetin bütün ekonomik değerleri bir şekilde çalınıp satılıyor elin gavuruna… Kadehlerimiz bitti; üstümüzdeki açılan bulutlardan ‘göğün kapısı’ görünmedi daha!... Yıldızların şu parlak olanı Çoban Yıldızı mı bilmiyoruz!… Ama ‘çoban ateşleri’ nin Anadolu’nun her köşesinde yakıldığını, rüzgarın sıcaklığından hissediyoruz!…
Av. Cemil CAN -
DİPNOTLAR:
(*) Prototip: İlk örnek, model
(**) Bu doğru tespit; emekli edebiyat öğretmeni Yılmaz Özbay’a aittir…
(***) Gıybet: Dedikodu
(****)Tebliğ Etme: "Be-leğa" fiilinden gelen bu terim, peygamberlerin görevleriyle ilgili olarak, aldıklarını aktarma, bildirme, haber verme anlamında kullanılır.
Trabzonlular Birleşiniz. Trabzonlu İşadamları, İşkadınları, Çalışanlar, Genç Kızlar-Erkekler, Okuyan çocuklar Birlik ve Bütünlüğü Sağlamak Sizin Ellerinizde..!
Yazının devamı »Copyright 2022 - MEDYA GÜNEBAKIŞ
Designed by TELMAR
BACK TO TOP