Mihri Belli’nin Anısına…

1916 tarihinde dünyamıza gözünü açan Mihri Belli, 16 Ağustos 2011 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Cenazesi 18 Ağustos günü İstanbul Şişli Camiinde ikindi namazını müteakip Feriköy mezarlığında defnedildi.

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

Mihri Belli’nin Anısına…

 

1916 tarihinde dünyamıza gözünü açan Mihri Belli, 16 Ağustos 2011 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Cenazesi 18 Ağustos günü İstanbul Şişli Camiinde ikindi namazını müteakip Feriköy mezarlığında defnedildi.

Mihri Belli ve cenaze töreni hakkında her kesim kendi ideolojik, politik ve örgütsel konumuna uygun olarak bazı değerlendirmeler yaptı ve yorumlarda bulundu. Yapılan çeşitli yorum ve değerlendirmelerde nesnel gerçekliği yakalamak hiç de kolay değildi. Bu türden konuların değerlendirilmesinde ise öznel etmen öne çıkıyordu. Çünkü yaşadığımız coğrafyada hemen her alanda nesnel gerçeklik herkesin paşa gönlüne göre biçimlenmektedir.

  

Burjuva ve küçük burjuva solculuğunun egemen olduğu ve de bir türlü kırılıp aşılamadığı ortamlarda nesnel gerçekliğin çarpıtılması işi son derece doğaldır. “Sol Cenahımız” hesaplaşarak ayrışıp bütünleşip yeni bir kalıba dökülemediği süreçlerde bu durum misliyle devam edecektir.

Özlemini şiddetle hissettiğimiz ve bu uğurda mücadele ettiğimiz Sınıf Partisi eksikliğimizi Mihri Belli’nin cenaze töreninde de buruklukla yaşadık/gördük. Bu cenaze töreninde de birçok mücadele insanımızı doğaya teslim ederken gördüğümüz ve belgeleyip yansıttığımız gibi onlarca konu ve olay bir sinema şeridi misali gözümüzün önünden akıp gitmişti…

 

Bilmem Ki Hangi Birini Yansıtmalı.?

Komünistlerin cenaze törenleri komünist/örgütsel kimlik, kişilik ve geleneklerine göre yapılmalıdır. İdeolojik, politik ve örgütsel iddialarımızla Devrimci, Sosyalist, Komünist ve Bolşevik kimlik ve kişiliklerimiz öylesine birbirine karışmış ki…

Bir ve bütünlüklü olduğu gibi, biçim ve öz diyalektiğine uygun tutulması gereken; özel yaşamlarımız, işimiz, üretimimiz ve örgütsel ilişkilerimiz sosyal pratiklerimizde denenip sınanıyordu.

Devrimci kimlikler-kişilikler denenip sınırken kimlerin iddiasının arkasında tutarlı ve düzgün durduğu, hangi tez ve tahlillerin senteze kavuşturulmaya aday olduğu hususu önemli bir tartışma konusuydu. Komünist iddialı söylemler, isim ve sıfatlar öyle rastgele kullanılamazdı. Fakat ne hazin rahatlıkla kullanılıyor/kullanılabiliniyordu…

Hak edilmeyen komünistlik iddiaları sosyal pratiğin şaşmaz mihenginden hemen dönüyor ve tarihimize bir kayıt düşürüyordu. Umuyoruz bu durum düşülen kayıtlarla sınırlı kalmayacaktır.

Yalnızca lafza bağlı Komünistlik iddiası burjuva ve küçük burjuva solculuğunun katında çok kolay ve ucuzdu. Proletarya Devrimcilerinin katında ise Komünist olmak/olabilmek son derece zor, çetin ve riskli bir mertebeydi.

 

Komünist Kime Denir.?

Mücadelenin ateşinden sınav vere vere geçeceksin. Davana asla leke sürmeyeceksin. Hayatını işçi sınıfı ve emekçilerin sosyal ve enternasyonal kurtuluşu mücadelesine adayacaksın. Sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız, eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünya idealinden şaşmayacaksın.

Tutarlı, dengeli, ilkeli, somut, özverili, paylaşımcı, insancıl, cesur ve korkusuz olacaksın. Sınıf mücadelesine dayalı bağımsız bir duruş sergileyeceksin. Burjuva ideolojisine ve revizyonizme karşı Marksist-Leninist hattı tutacaksın.

“Sağ” ve “sol” teslimiyetçi oportünist akımlara karşı tavizsiz mücadele edeceksin. Poliste, işkencede, sorguda ve mahkemede sağlam çıkacak, örgüt sırlarını koruyacak ve arkandan adam getirmeyeceksin.

Fanatik, inkârcı, sekter ve dogmatik küçük burjuva avantürye takımının yıkıcılığına karşı uyanık olacaksın. Burjuvazinin beşinci kol misali Devrimci Harekete sızdırılmış spekülasyonlarına karşı uyanık ve mücadeleci olacaksın. İçimizdeki ve dışımızdaki bütün eloğullarının vereceği her türden zararı zamanında göreceksin ve önlemini alacaksın. Bireyci, benmerkezci, nemelazımcı, kariyerizme bulaşmış, sansasyondan medet uman ve magazinleşmiş olanlardan uzak duracaksın. Lafta keskin eylemde kaçak olanları doğru teşhis edeceksin.

 

Konspirasyona gelmeyecek ve buna özel özen göstereceksin. Son derece disiplinli ve örnek insan olacaksın. Planlı yaşayacaksın; yemene, içmene, üretimine, uykuna, sosyal ilişkilerine özel özen göstereceksin.

“Emaneti (sağlığını) koruyacaksın!..” En azından Kızılbaş-Alevi geleneğinin diri tuttuğu “Eline, Diline, Beline Sahip Olacaksın!..” Tarihselden-güncele, güncelden tarihsele tutarlı bir tarih ve sınıf bilinci kazanacaksın.

Bilim, politika, sanat, kültür, estetik ve etik bütünselliğine değer vereceksin. Öğretirken hem öğreneceksin hem de öğreteceksin. Sosyalizmin asıl sahibinin tüm kurum ve kurullarda söz ve karar sahibi olmasına çalışacaksın. Düzenli okuyup yazacaksın.

Dünyadaki tüm olay, olgu, veri ve süreçleri doğru takip edecek ve yorumlayacaksın. Emperyalist-kapitalizmi ve gündemini doğru kavrayacaksın. Stratejik amacından taviz vermeden zengin devrimci esneklikleri üreteceksin. Bilinç kaynağını “Marksizm’in yorumu ve pratikte yeniden üretimi” yönteminden alacaksın.

Sınıf mücadelesi ekseninde sürekli proletaryadan oksijen alacaksın. İlerici saflara sızmayı başarmış burjuva ve küçükburjuva solcu akımların görevlilerini teşhis, mümkünse tedavi, değilse tecrit ve teşhirinde kararlı olacaksın. Politik açığa vurma yöntemini doğru taktiklerle uygulayacaksın. Laçka, liberal ilişkilerden daima uzak duracaksın.

Liberalizm, ulusalcılık, nasyonal solculuk, postmodern solculuk ve benzerleri gibi Bilimsel Sosyalizm-Komünizm dışı akımlarla anladığı dilde mücadele edeceksin. Tarihsel iyimserliğini her şart altında koruyacaksın. Somut şartların somut tahlilinden şaşmayacaksın.

 

Kendi uzmanlık dalındaki insanlarımızdan öğreneceksin. Sınıfsal tevazuunu her koşulda koruyacaksın. Sürekli biçimde; Birleşik, ciddî, güçlü, güvenilir ve donanımlı bir partileşmenin gerekliliğini savunacaksın. Her zaman proleter devrimci örgütlülük için çalışacaksın. İşçi sınıfının siyasal ve sendikal birliği için mücadele edeceksin.

Tutarlı-somut-amaçlı bir iktidar (siyasal-sosyal devrim) mücadelesine sıkıca bağlı ve koordineli tutarlı-somut-amaçlı bir demokrasi mücadelesinden geri durmayacaksın. İşçi sınıfı ve emekçi halkların talepleri için hem mücadele edecek hem de hareketimizin yeni bir mevziiye yerleşmesine çalışacaksın. “Tek Parti, Tek Sendika, Tek Gençlik Örgütü” şiarımızı her koşulda diri ve yüksek tutacaksın.

İlerici saflardaki en büyük zehir olan “dar grup tapınımı” hastalığına tutulmuş olanların panzehrinin kolektif aklı, bilinci ve eylemi örgütlemek olduğu ilkeselliğinden şaşmayacaksın. İki devrimci birimin birlikteliği için arada harç olacaksın, “Komünistlerin Birliği” ile “Komünist Birlik” ilkeselliğini sulandırmaya aday olanlarla asla uzlaşmayacaksın.

İşçi sınıfı ve emekçileri kazanırken sürekli biçimde devrimci esneklik gözeteceksin, kır ve kent küçük burjuvazisi ile sınıf dışı katmanları öne çıkaranlarla ise asla uzlaşmayacaksın.

Kitlesel ilişkili; tutarlı İşçi-Kitle, Köylü-Kitle, Gençlik-Kitle ve Asker-Kitle bağı olan, fakat henüz farklı örgütsel formlarda duran devrimci kadrolarla/nüvelerle yapıcı, yaratıcı diyaloga gireceksin. “Komünistlerin Birliği bizatihi Komünist olmak demektir.!” şiarını daima yüksekte tutacaksın. “Marksizm’in yorumu ve pratikte yeniden üretimi” yönteminden şaşmayacaksın. Söze “Stalin, Troçki, Mao, Enver Hoca, Che Guevera ve Chavez dedi ki” diye söze başlayanlara karşı savaş açacaksın ve “Sen ne diyorsun.?” ya da “Biz şunu diyoruz.?” diyecek ve onları düşündürecek ve kazanmaya çalışacaksın.

Örgüt disiplinini sürekli gözetecek, verilen görevleri tartışmasız yerine getirecek, aidatını düzenli ödeyecek, sosyal pratikte edindiğin bilgi ve haberleri örgütüne düzenli rapor vereceksin. Örgüt içinde sosyalist demokrasi ilkesini sürekli gözetecek, parti normlarını işletecek, kurullarda demokratik tartışma, ikna ve alınan kararlara sonuna kadar uyma disiplinini gözeteceksin.

Kitap, dergi, gazete ve broşür türünden örgütsel yayın organlarını asıl sahibine özveri ve bilinçle taşıyacak, onların bilinçli/şevkli çabalarını sürekli harekete geçireceksin. Aşırı teorisizme, entelektüalizme ve dogmatizme kaymış, üniversite okumuş yarım-aydınların geçimsiz, huysuz, burnundan kıl aldırmayan rahatsızlıklarından proletaryayı uzak tutacaksın. İşçilerin aydınlaşmasına ve aydınların işçileşmesine büyük bir özen göstereceksin.

Aşınmış ve de aşılmış tez ve tahlilleri gündeme getirenlere karşı mücadele edeceksin. Tekelci sermayenin şımarık çocuğu bireysel terörizme, devrim simyacılarına karşı uyanık olacaksın. İşi gücü “Gelin tartışalım” mantığına bağlı olanların oyunlarına girmeyeceksin. Her koşulda “Kolektif olan her şey bize yabancı değildir.” düsturuyla hareket edeceksin…

 

Mihri Belli’nin Komünistliğinin Ölçütü

“Komünist Kime Denir.?” sorusuna yukarda özetlenen genel ilkesellikler açısından bakınca, bu ilkesellikler Mihri Belli katında nasıldı.? Bu türden bir soruyu her Komünist kendisine dürüstçe sormak zorundadır.

Mihri Belli arkadaşın şahsında buna göre bir test yapıldığında çıkacak sonuç özel ve öznel yorumların önünü kesecektir.

Mihri Belli arkadaş özel yaşamı ve işiyle tutarlı olmaya çalışmıştır. Arkadaş ve dost canlısıdır. Şakası ve esprisi boldur. Mizaha bayılır. İyi bir hapishane arkadaşıdır.

Sistemin baskı ve terörüne karşı direnmesini bilir. İllegaliteyi meşrebince kullanır. Sonuçlarına katlanır. Onunla keyifli yemek yiyebilirsin, iki kadeh keyifli rakı içersin, tatlı sohbetler edersin. O, Marksist Eleştiri, uyarı ve öneri yapanları sabırla dinlemesini bilir. Fakat MDD formülasyonlarının sonuna kadar savuna geldiği gibi yine bildiğini okur ve yapar. Sır saklar. Spekülasyona kapalıdır. Açıklığı ve paylaşmayı sever. Bütün bunlar gibi pozitif yanlarının yanı sıra iş Devrimci ve Marksist politika yapmaya gelince Mihri Belli arkadaş milliyetçi ve kemalist görüşlerden kopmadığı için onunla asla devrimci politika yapamazsınız…

Daha önceleri belgeleyip yazıp/söylediğim bu değerlendirmeyi cenaze törenindeki mücadele arkadaşlarımızla da bir kere daha paylaştık. Bu yazımızla da yeniden belgelemeyi uygun buluyorum.

Mihri Belli arkadaş; 10 Eylül 1920 tarihinde Komünist Enternasyonal’in ve Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Partisi’nin büyük dayanışması ve katkılarıyla oluşturulan Tarihî TKP’nin değil, Mustafa Suphilerin programı dışında ve sosyalizm ile kemalizmi kaynaştırma ( ! ) çabasındaki1 Dr. Şefik Hüsnü Değmer, Reşat Fuat Baraner kuşağının ve onlarla anılan TKP’nin kadrosudur. Mihri Belli işte bu geleneğe sadık kalmıştır. “Millî Demokratik Devrim” (MDD) formülasyonunun Bilimsel Sosyalizm-Komünizm ile hiçbir ilişkisi yoktur.

Harici Büro “TKP”nin “1973 Atılımı” ile örgütsel olarak sahne alışı sürecindeki İsmail Bilen’lerin, Nabi Yağcı’ların “UDC-Ulusal Demokratik Cephe”  formülasyonu da MDD’nin öztürkçeleştirilmesinden başka bir mana ifade etmemektedir.

13 Şubat 1962 tarihinde kurulan TİP’in ileri sürdüğü “SD-Sosyalist Devrim” lafzı da Marksizm-Leninizm ile uzak yakın bir ilişkisi olmayan, özsüz, köksüz ve iyi bir söz dizininden başka bir şey ifade etmemektedir.

Bilimsel Sosyalizm-Komünizm ilkeselliği doğrultusunda bir türlü ayrışıp, buluşup bütünleşemeyen “Sol Cenahımız” MDD-SD saflaşma ve tartışmalarıyla çok büyük bir zaman, örgüt ve kadro yitirmiştir.

Aradan yarım yüzyıl geçmesine rağmen ne MDD’ciler ne de SD’ciler iddialarından vazgeçmiştir.! Bu iki akımın temsilcileri Devrimci ve Marksist formasyondan uzak olduklarından her hangi bir özeleştiri de yapmamıştır. Onları buna zorlayacak ve üzerilerinde bir basınç uygulayacak devrimci çabalar da etkisiz kalmıştır.

İlerici-devrimci gençlik hareketi önceleri Mihri Belli’nin MDD tezlerinin etkisine girdi. Kayda değer Marksist bir eğitimden geçmeyen biz işçilerin konumu da gençliğinki gibiydi. Hepimiz TKP’nin ülkedeki kadrolarına büyük bir saygı duymaktaydık. Onları her açıdan dinliyorduk. Onları seviyorduk. Sınıf mücadelesinin sosyal pratiğinde daha sonraları Marksizm-Leninizm ile tanışınca ideolojik, teorik ve politik bilincimiz değişime ve dönüşüme uğrayacaktı…

THKO’nun önde gelen kadroları, özellikle de Deniz Gezmiş idam edilirken MDD’nin hangi manaya geldiğini kavradı. Burjuva resmî tarih anlayışı ile burjuva resmî ideolojisi kemalizmden kopuş demek olan ve ayrıca bir özeleştiri ve devrimci bir vasiyet yerine geçen şu sözleriyle tarihe bir kayıt düşürdü: “Yaşasın Marksizm’in-Leninizm’in Yüce İdeolojisi, Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği, Kahrolsun Faşizm!” İdamından önce bu sözleri söyleyenlere, artık geçmişte söyledikleri hatırlatılarak eleştiri yöneltilemezdi.!

Dev-Genç kadrolarının MDD’den kopuşu ise 15/16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi/Ayaklanması sürecine rastlamaktadır. İşçi sınıfının kendisi için sınıf olma bilinciyle öne çıkması ve “Politikada ben de varım. Sınıfsız devrimci politika yapılamaz.!” dediği bir zaman dilimini kapsamaktadır.

O dönemlerde siyasal-sosyal devrim konusundaki tüm görüşler net değildi. Emperyalist-kapitalizmin devrimci yol ve yöntemlerle aşılması, sosyalizmin tarihsel/sosyal haklılığı ve devrimin zorunluluğu, kanuniyetleri, devrimci durum, Sınıf Partisi’nin oluşturulması yerine Kemalizm’in ilericiliği ( ! ), darbe-cunta ilişkileri ve asker-sivil-bürokrasinin “devrimdeki rolü” tartışılmaktaydı. Ayrıca yoğun bir kafa karışıklığıyla, “öncü parti”, “kır-kent”, “ideolojik öncülük” türünden Marksizm-Leninizm dışı saflaşmalar ve tartışmalar ilerici gençlik çevrelerinde kol geziyordu.

TİP’ in legal politikada işlevsiz bir konuma evirilmesiyle bu boşluğu doldurmaya aday Parti ve Partileşme Sorunu yakıcı biçimde tartışılmaya başlanmıştı. Bu süreçte MDD tezleriyle Mihri Belli’ den kesin bir kopuş daha yaşandı: 28-29 Ekim 1970 tarihinde Ankara Hanef Tiyatrosunda düzenlenen ve “Sosyalist Solun Birliği” arayış ve yönelişlerinin hedeflendiği PDK-Proleter Devrimci Kurultayda bu kopuş gerçekleştirilmiştir.

2

15/16 Haziran Direnişi’nin bir kadrosu olarak ben de bu Direnişi tabanda örgütleyen örgütlerden KDİKB - Kocaeli Devrimci İşçi-Köylü Birliği’nin sorumlusu olarak sınıf bilinçli öncü işçi arkadaşlarımla birlikte katıldığım PDK’ da başkanlık görevini üstlenmiştim. Kolektifimiz Çalışanları dışında PDK deneyimini kendiliğinden örgüt kurup parti çağrışımı yapanlar hiçbir zaman ilkeli biçimde ne anmış ne de değerlendirmiştir.

TKP’ nin İç-Komünistler, Dış-Komünistler olarak resmen ayrışıp saflaştığı bir ortamda, yaşadığımız coğrafyada ve doğallıkla bu ülkedeki TKP kadrolarıyla organik ilişkiler içindeydik. O dönemlerde bırakalım “sosyalist” kelimesinin telaffuzunu “SOS” demek bile yasaktı.  

Harici Büro “TKP” sini ülkede kalan komünistler asla tanımadı. Onlara asla parti (TKP) muamelesi yapmadığı gibi siyasî mülteci ve örgüt muamelesi yapıldı. Harici Büro’daki siyasî mülteciler de memlekette kalan komünistlerden 169 komünisti sorgulamaya ve partiden ihraca yeltendi.!

Fizik yasasındaki gibi hareket neredeyse partisi de oradaydı… İçi bizi dışı eli yakmış olsa da, artısı ve eksisi ile TKP bu coğrafyadaydı. TKP: Fabrikalarda, tarlalarda, üretim faaliyeti olan her yerde, üniversitede, kırda ve kentte idi.

Ülkedeki TKP’ yi, kadrolarını ve örgütsel konumlarını ne dramatize ne de idealize edebiliriz…

Nesnel gerçeklik buydu. Ülkede komünizm düşmanlığı kol geziyordu. Faşist rejim Devrimcilere, Sosyalistlere ve Komünistlere değil örgütlenmek, yaşamak “şansı” dahi tanımıyordu.

3

Burjuvazinin baskı ve terörüne rağmen komünistler düşünme örgütlenme özgürlüklerini her koşulda kullanmayı bildiler ve bu yolda ağır bedeller ödediler…

Mihri Belli’nin TKP üyeliği dışındaki parti arayışları (TEP, ÖDP, SDP, SP vs.) onun komünistliğini tartışılır hale getirmiştir. Komünist Manifesto: “Parti varken başka bir parti kurulmaz.” diyor. Bu coğrafyadaki sınıf mücadelesinin örgütlendiği, tek bir komünist kadronun dışarda bırakılmadığı, çeşitli ve çok yönlü ilişki, iştişarî toplantı, konferans ve kurultaylardan sonra Kongre yöntemiyle partileştiği an 10 Eylül 1920 tarihidir. Ayrıca bu yöntem sınıf mücadelesi tarihimizde tek bir örnektir.

Mihri Belli arkadaş ise içinden ve dışından likide edilmek istenen Tarihî TKP’mizin yeniden oluşturulması çalışmalarımıza asla sıcak bakmamıştır. Bilimsel-Sosyalizm-Komünizm dışı görüşleriyle parlamentarizme yatkın, liberal, merkezci, özgürlükçü, postmodern, tasfiyeci, reformist ve revizyonist örgütlerin içindeyse rahatlıkla rol ve sorumluluk almış/alabilmiştir.

Mahut ve 1989 tarihindeki Kuruçeşme Toplantıları sonunda “Sosyalist Solun Birliği” iddiasıyla insanlarımızın “Birlik” özlemini kabaca kurutup/sömürenler ÖDP adında “garip” bir partileşmeye yönelince Mihri Belli’de bu yönelişi sahiplenmiştir. ÖDP’nin bir zamanki başkanı Ufuk Uras’ın bisiklete binişini kedileri sevişini ve tarz-ı siyasetini V. İ. Lenin ile mukayeseye kalkmıştır.! Tasfiyeci ve reformist ÖDP partisi onlarca hizipçi-hizayı bozucu örgütlere analık etmiştir…

Politika sahnesinde giderek işlevsiz bir duruma düşen SİP örgütü Mihri Belli’yi yanıltıp, hoppalacık yaparak kongresine götürmüş “alan kapatma” sevdasıyla ve onun gözlerine baka baka katıldığı ve ölüm orucuyla ilgili sözlerini sansürlediği kongrede SİP partisi adını “TKP” olarak değiştirip, bunu ilan etmiş/edebilmiştir.!

96 yaşına ulaşmış, “En Büyük Komünist” sıfatına kavuşturulmuş Mihri Belli arkadaşa çok büyük idealizasyon ve mistifikasyonlarla çeşitli payeler sunulmuş ve yakıştırılmıştır. Aynı yöntem 95 yaşında ölen Mehmet Bozışık (Boz Memet) için de yapılmıştır. “Sol Cenah” örgütlerimiz tarihsel kişilikleri yüceltme işinde dünyada birincidir.

95-96 yaşını ikmal etmiş ve de komünistliklerine halel getirmemiş ( ! ) olan insanlarımızı ise Marksist Eleştiri’den yoksun bırakmak istemiştir. Marksist Eleştiri yönteminin bu köye uğramayışı çok büyük bir eksikliğimizdir. Burjuva ve küçük burjuva solculuğunun eleştirisini yapan Proletarya Devrimcilerine, kendiliğinden kurulmuş grup, çevre ve örgütlerce daima ya “hor” bakılmış ya da “düşmanca” tavırlarla karşılaşılmıştır. Marksist Eleştiri silahımızı herkesin anladığı dilde yapmayı ilke edinen Kolektifimiz Çalışanlarına karşı da aynı yöntem uygulana gelmiştir.

4

Bir zamanlar Kıvılcımlı Yoldaşa uygulana gelen “Suskunluk Kumkuması” ve “Sinsi Kuşatma” yöntemleri, değişen zaman ve zemine göre bizlerin üzerinde de uygulana gelmektedir.

Bir hatırlayalım/bakalım: Uluslar ötesi tekelci sermaye güçleri pazar ve paylaşım için bütün insanlığa saldırıyor. Sosyalizmin bir daha yetkinleşmemesi için Marx-Engels-Lenin sürecinin bütün kazanımlarının kökünü kazımaya çalışıyor. Ekim Devrimi’nin bütün kazanımlarını toplumsal hafızalardan silmeye uğraşıyor…

Sahi biz ne yapıyoruz.? Nelerle uğraşıyoruz.?

Yaşadığımız coğrafyada sosyalizm ve devrim adına pek çok çam devirenlerin vukuatını dahi sorumluca tartışamıyoruz.  Bu memlekette daha Sınıf Partisi oluşturulamadı. Kişiye tapınma, dar grup kültü, “benim partim, sendikam, gençlik-kadın örgütüm, işçi kurultayım, gazetem, dergim, televizyonum, internet sitem vb.” diyen Marksizm-Leninizm dışı bireyci, benmerkezci anlayışlar henüz kırılamadı.

Kolektifimiz Çalışanları olarak, siyasî bir kararımızla tutarlı bir tarih ve sınıf bilincine sahip ve de Marksizm’den haberli insanlarımıza hitap ediyoruz. Bu politik düşünce ve davranışı çizgimiz -bağımsız sınıf tavrımız- her örgütün tabanında yankısını bulmaktadır. Eleştirel katkılara açık ve muhtaç olan tez ve tahlillerimiz yakıcı bir sorun olarak her birimde canlı biçimlerde tartışılıyor. TKP kadrolarından başlayarak tarihimizdeki artı ve eksileri sorumlulukla gündeme getirişimiz, sorunlarımızı nasıl aşarız diye arayışlarımız sebepsiz değildir. Mücadelenin ateşinden gelen kadrolar kendiliğinden örgüt kurup parti çağrışımı yapamaz.

Mihri Belli arkadaşı ona cenaze töreninde eşlik edenlerden ve de bu türden sorunlarımızı gözlerden kaçıranlardan daha fazla anlamaya çalışırız, ayrıca insan olarak daha fazla severiz. Bu ilişki ve diyalogumuz sır da değildir.

Mihri Belli arkadaş Tarihî TKP’den Orhan Müstecaplıoğlu Yoldaşımızın cenaze törenini Kolektifimizin kaldıracağını duyuran verdiğimiz ilanımızı okur okumaz telefonla bizi aramış ve şakayla karışık şunları söylemiştir: “Sırrı, aferin iyi yapmışsınız… Benim cenazemi de siz kaldırın… Orhan iyi bir yoldaşımızdı… Militandı… Sıkıydı… İnançlıydı… Deliydi ama erkek adamdı… Hangimiz akıllıyız ki…”

Mihri Belli arkadaş ile her görüşmemizde kendisi ile ilişki ve diyalog arayanların talepleri ile karşılaştığından bahseder ve şunları söylemeyi ihmal etmezdi: “Kim evimize ziyarete geliyorsa, hakkında herhangi bir bilgimiz de yoksa önce senin 12 Mart 1971’den Portreler ile 15/16 Haziran kitabını okuyorum, Sırrı bunlara ne demiş diye…”

Mihri Belli arkadaş 1979 yılında kalleşçe vurulduğunda da hastaneye ilk ziyarete giden ve kapısında nöbet tutanlar Kolektifimizin Çalışanlarıydı. Bu tavrımız ayrım gözetmeden bütün devrimci kadrolar için de aynıydı.

Mihri Belli ve eşi Sevim arkadaşı evlerinde ziyarete giderdik. Onları panel-söyleşi etkinliklerimize davet eder konuşmalarını sağlardık. Tartışırdık. Telif kitaplarımızı, dergi ve gazetelerimizi kendilerine iletirdik. Kendi hayat tarzı, deneyimleri ve meşrebince sosyalizme inanan, bu yolda direnip bedel ödeyen herkese olduğu gibi Mihri Belli’ye de saygıda kusur işlemezdik.

Lenin, Suphi, Kıvılcımlı ve

MB Arkadaşlığımızdan Hatırlatmalar

TKP’nin İç Komünistler-Dış Komünistler ayrışmasında, haliyle ve doğallıkla yaşadığımız coğrafyadaki sınıf mücadelesinde kimi rol ve sorumluluklar almış kadrolar akla gelir. Burjuva resmî tarih anlayışı ile resmî ideolojisi kemalizmi ile sosyalizmi eklektik ve bulamaç biçiminde kaynaştırma anlayışlarına karşı da olsak TKP isimli örgüt bu memleketteydi. Dr. Şefik Hüsnü Değmer’in genel sekreteri olduğu TKP’de Devrimci Kanat’ın önde gelenlerinden biri de Dr. Hikmet Kıvılcımlı idi. Kıvılcımlı kendi sentezimizin üretilmesi konusundaki tez ve tahlilleriyle anılıp tanınmaktaydı.

Yaş ve kıdem sıralamasıyla söylenecekse: Reşat Fuat Baraner’den sonra MDD tezlerinin devamcısı Mihri Belli, Şevki Akşit, Şaban Ormanlar, Sevinç-Vecdi Özgüner ve arkadaşları sıralanmaktaydı.

MB daha çok İstanbul Üniversitesi öğrenci kesimindeki faaliyetleriyle anılmaktaydı. “1968 kuşağı” olarak isimlendirilen ve üniversite gençlik hareketinden gelen Denizler, Mahirler, İbrahimler gibi, o da, döneminin militan, atak, özverili, cesur ve korkusuz nitelikleriyle öne çıkan kadrolardan biriydi. Ankara da ise aynı kesimlerdeki faaliyetleriyle anılan Zeki Baştımar ismi öndeydi.

Zeki Baştımar aynı zamanda Millî Eğitim Bakanlığı’nda Rus klasiklerini tercüme işinde çalışmaktaydı. Bu iki genç insan 1951 TKP Komünist Tevkifatından sonraki süreçlerde, özellikle de polis, işkence, cezaevi ve mahkeme sürecindeki tavırlarıyla TKP’deki iki hizbin temsilcisi olarak yerlerini almıştı.

Cezaevi yaşamını tamamladıktan sonra Zeki Baştımar siyasî mülteci kimliği ile SSCB’ye sığınmış, Mihri Belli ise burada kalmıştı. Bizler o günkü sınırlı bilgilerimiz ışığında siyasî mülteci gibi sığınanların yanında hiçbir şekilde yer almadık, Devrimci Hareketimizin tarihinin de bu tavrımızı doğruladığını 12’li darbeler döneminde ve çeşitli altüst oluş süreçlerinde gördük. Yaşım gereği bu süreci ve TKP’nin bütün kadrolarını yakından tanımaktayım. Önceleri bu memleketteki TKP kadrolarını tanımaktaydık. Onların etkisi altındaydık. İdeolojik, teorik, politik ve örgütsel seçimlerimiz henüz daha biçimlenerek yetkinleşmemişti. Sınıf mücadelesinde tutulacak Ana Halka’yı keşfettikten sonra hem Mihri Belli’den hem de MDD ile SD formülasyonlarının Marksizm-Leninizm ve Proletarya Enternasyonalizmi ile bir ilişkisinin olmadığını anlamış ve bağımsız sınıf tavrımızla politikadaki yerimizi belirlemiştik.

MB ve MDD tezlerinden ilk kopuş deneyimi PDK’da yaşandı. O dönem etle tırnak misali birlikte olan Dev-Genç ile çeşitli İşçi-Köylü Birliği ve benzeri yerel örgütlenmeler, Proleter Devrimci bir çizgide hızla gelişmekteydi. Söz yerindeyse bu türden örgütlenmeler bizim, yerli (asla ilkel değil), özgün komün geleneklerimiz idi. Tarihimizdeki Komün, Şura, Ocak, Sovyet ve benzeri örgütlenmelerin konumu neyse bizler de bu coğrafyadaki birimlerden/onlardan biriydik. Ayrıca Partimizi arıyorduk…

Kıvılcımlı’nın ABACI diye takılıp adlandırdığı TİP’in sağ teslimiyetçi oportünist merkez kliği kadroları Aybar, Boran, Aren (Sonradan Sargın) TKP’nin (Zeki Baştımar’ın) legal kadrolarıydı. TİP merkez kliği ve bu sürecin tüm uzantıları Kolektifimizin politik çizgisinin “düşmanı” nitelikleriyle tanınmaktaydı. Mihri Belli ile olan insani ilişki ve diyaloglarımız onlarla asla olmamıştı. Aybar, Boran, Aren, Sargın ekibiyle hiç yıldızımız barışmamıştı. Onlarla keyifli iki bardak çay içtiğimizi, ellerini dostça sıktığımızı hiç hatırlamıyorum.

Mihri Belli arkadaş ise pek çok “vukuatına” rağmen, onlardan daha “sevimli” bir arkadaştı bizlerin katında…

Mihri Belli’nin ideolojik, teorik ve politik çizgisini onaylamıyorduk, ama insan ilişkileri bakımından onlardan çok daha ilerde bir yerdeydi.

Mihri Belli arkadaşa yapılan eleştirilerimizin başında MDD tez ve tahlillerinin yanlışlığı başta geliyordu. Burjuva resmî tarih anlayışı ile resmî ideoloji kemalizm hakkındaki görüşleri bilimsel değildi. “Millî Mesele” ile “Milliyetler Meselesi” hakkındaki görüşleriyle de Kıvılcımlıdan çok gerideydi. Emperyalizmin gündemi, tekelci devlet kapitalizmi, uluslar ötesi emperyalist sistem ve proletarya konusundaki görüşleri yanlıştı.

TİP, tabanındaki militan ve özverili Proleter Devrimci kadrolara rağmen, izlediği sağ teslimiyetçi reformist çizgisi yüzünden işlevsiz bir duruma girmişti. TİP merkez kliğinin parlamentarizmi ve sendikalizmi/demokratizmi yücelten politikalarıyla sosyal muhalefet dinamiklerini seferber edecek, ideolojik, teorik, politik ve örgütsel birikim ve güvencelerden yoksundu. Legaliteyi en uzun süre kullanan TİP’in arkasında tutarlı bir iktidar projesi olan ve mücadelenin tüm biçimlerine aday ve her iki mücadele biçimini koordineli götürecek Sınıf Partisi ise yoktu. İç Komünistlerle Dış Komünistlerin de sosyal pratikte etkinliği kayda değer bir ölçüde değildi.

Bilimsel Sosyalizm-Komünizm ilkeleri dışında MDD ve SD tezlerini savunarak “Sol Cenahı” birbirine karşı konuşlandırıp saflaştıranları zamanında oldukça ağır bir üslup ve yöntemle eleştirmiştik. Bu akımlarla iç içe bulunduğumuz dönemleri bir hatırlayalım… Bu türden bilim ve akıldışı saflaşmaların Devrimci Hareketimize nelere mal olduğunu unutmayalım… “M. Belli, M. Ali Aybar, B. Boran, S. Aren (hatta B. Ecevit) Amerikan okullarında Amerikan sosyolojisi okudukları için ‘Marksizm’in Yorumu ve Pratikte Yeniden Üretimi’ sorunsalını ne anlayabilirler ne de yeniden üretimi gerçekleştirebilirler…” sözümüzü bu vesileyle tekrar ediyoruz. Bizlerin bu konudaki polemiklerimizden öylesine rahatsızlık duymuş olmalılar ki, bugün dahi bir yandan hayat ve mücadelenin asla doğrulamayıp reddettiği ideolojik, teorik, politik ve örgütsel duruşlarını içgüdüsel hamleleriyle korumaya yöneliyorlar, diğer yandan Kolektifimiz Çalışanlarına karşı hiçbir işe yaramayan “düşmanlıklarını” bir türlü dizginleyemiyorlar!..

Mihri Belli arkadaşın hiçbir zaman Modern Proletarya ile ideolojik/politik bir ilişkisi olmadı. Ona çok yücelttiği asker-sivil bürokrasisi proletaryadan daha yakındı. MB, ilerici-devrimci gençlik hareketlerini ve sınıfsal konumlarını yeterince değerlendirmeden yüceltmekteydi.

Mihri Belli’nin üniversite gençliğinin cılız omuzlarına Sınıf Partisi’nin ancak üstlenebileceği bir görevi yüklemeye kalkışması karşısında kendisine bunun yanlışlığını her hatırlatışımızda bize aynen şunları söylemiştir: “Çocuklar biz hiçbir zaman bu düzeyde kitleselleşememiştik… Hele bir yayılalım...” diyerek bizleri asla ikna etmeyen cevaplar verişi karşısında konuyu TKP’nin o dönemdeki genel sekreteri Reşat Fuat Baraner’e de iletmiştik. Gerek Baraner ve gerekse Kıvılcımlı Mihri Belli B’nin “Marksist Formasyon” konusundaki eksikliğini açıkça dile getiriyorlardı (Telif çalışmalarımızda belgelidir.).

MB arkadaş, siyasî mülteciliğe şiddetle karşı çıkmış, bu memlekette kalmayı tercih etmiş iken 12’li faşist askeri darbeler sürecinde daima yurtdışında kalmayı tercih etmiştir. 12 Eylül’ün perdesi kapanırken o da memlekete gelmişti. Kendisini havaalanında en yakın mücadele arkadaşlarından Muzaffer-İlhan Erdost ile Vahap ve Seyhan Erdoğdu’ların

5

karşılamasını bekliyordu. Onlar karşılamaya gelmediler ve kendisiyle ilişkilerini kestiler. Oysa Mihri Belli’nin Sol Yayınlarının kuruluşuna büyük emeği geçmişti. Havaalanında MB’yi Doğu Perinçek karşılamıştı.

MB memlekete geldi. Eski arkadaşlarını yokladı. Umduğunu bulamadı. Bu kez Kolektifimiz Çalışanlarından beni ve Orhan Müstecaplıoğlu’nu aramıştı. Randevulaşmış Kolektifimizin Yayınevi Büro’sunda buluşmuştuk. Sözüne sitemle başlamıştı: “Yahu ikinize de çok kırgınım… Beni havaalanında karşılamadınız.! Niçin.?” Ona cevaben: “Mihri Abi sen bizleri değil, eski arkadaşlarını, Erdostları, Erdoğduları ve Perinçekleri havaalanına çağırmıştın…” demiştik.

Ceremesini Orhan Abinin çektiği bir Kumkapı meyhanesinde birlikte akşam yemeği yemiş, bir-iki kadeh de rakı içmiştik. Daha sonra da bir halk kahvehanesinde uzun ve keyifli sohbet etmiş kahve içmiştik. MB, kahvedeki insanlarımızla çabuk halvet olmuş, onlara sorular sormuştu. Mihri Belli’ye Lenin ile Mustafa Suphilerin Parti ve Partileşme Sorunları üzerine ilkesel yöntemlerini hatırlatarak bu konudaki görüşlerimizi iletmiştik. O tarihlerde yoğunluklu olarak bu süreci bilince çıkaran yazılara ağırlık veriyor, çeşitli kadrolarla diyalog ve ilişkilerimizi geliştirmeye çalışıyorduk. Yönü proletaryaya dönük bizim insanlarımızı bir araya getirecek bir iklimi veya altyapıyı nasıl oluşturabiliriz.? diye hareket ediyorduk.

I. Tüm Türkiye Komünistleri Kongresi’ndeki yöntemleri yeniden nasıl gündeme getirebiliriz.? II. Tüm Türkiye Komünistleri Kongresi’ni nasıl örgütleyebiliriz.? Türünden sorularımıza cevaplar arıyorduk. Bu amaçla çeşitli hazırlık çalışmalarını yürütecek uygun bir Geçici Komite’yi nasıl işbaşı yaptırabilirdik.? gibi arayış ve yönelişler içindeydik. Mihri Belli arkadaş bu önerimizi ve bu yoldaki tavrımızı lafzen doğru buluyordu. “Kısa tutulmuş bir program ile…” bir başlangıç yapılabilir diyerek bizleri destekleyebileceğini söylemekteydi. Bizler aramızdaki derin ideolojik, teorik, politik ve örgütsel düşünce farklılıklarımıza rağmen, bu türden meseleleri tartışıp konuşabiliyorduk. Lenin ve Suphilerin çeşitli örgütsel formlarda duran Devrimci ve Marksist kadrolarla ilişki ve diyalog konusunda, devrimci esneklik gözeterek nasıl bir ilişki kurulması gerektiğini öğrettiği de bu idi.

Devrimci siyasî terbiye, devrimci ahlak ve devrimci diplomasi konusunda Lenin’in izlediği politikaları ve yöntemleri ideolojik süzgecimizden geçirmiş kadrolardık. Marksist-Leninist ilke, amaç, kural ve yöntemleri nasıl bilince çıkarabilirdik.? Parti normlarına nasıl işlerlik kazandırabilirdik.? Çerçevesini birlikte çizmek/oluşturmak şartıyla tüm devrimci kadrolarla her şeyi yapmaya adaydık. Yeter ki Bilimsel Sosyalizm-Komünizm ilkeselliğinin dışına itilmiş kadroları “dar grup tapınımı” hastalığından çekip kurtaralım. Yeter ki bağımsız sınıf tavrı gözeten kadroları bir araya getirelim. Yeter ki hayat ve mücadelenin reddettiği/doğrulamadığı programsız partileri, partisiz programları kolektif çabalarımızla aşalım. “Örgütler Anarşisi” hastalığına bir çözüm yöntemi üretelim… diyorduk.

Mihri Belli arkadaş, geçmişteki “vukuatı” (hepimizin vukuatı) bir yana yine lafzen bu tavrımızı doğru buluyor, fakat iş sosyal pratikte gereken adımları atmaya gelince MDD anlayışından bir milim geri adım atmıyordu.

Mihri Belli’nin Devrimci Hareketimizin bir potada harmanlanıp/kaynaşmasına, herkesin eski elbiselerinden çıkarıp atarak arınıp yeni bir kalıba dökülmesine ve yeni bir halita oluşturulması davasına hiçbir katkısı yoktu. 96 yaşına gelinceye kadar da MDD çizgisinden ne geri adım attı ne de özeleştirisini verdi. Fakat o, ideolojik, politik tavrına uygun gelen TEP, ÖDP, SDP, SP türünden örgütsel güzergâhlarda bulunmayı tercih etti.! SİP kongresinin davetine icabet etti. Onun gözünün içine baka baka sipliler sosyal pratikte açığa düşen ve işlevsizleşen örgütlerini “TKP” olarak ilan edebildiler.!

 

Sınıf mücadelesinin keskinleştiği, devrimci durumların kendini hissettirdiği ve “Sosyalist Solun Birliği” meselesinin yakıcı bir sorun olarak kendini dayattığı 1962-1970’li yıllarda, Kıvılcımlı Yoldaş da ilerici-devrimci gençliği onun MDD tez ve tahlillerinden kurtarmak yolunda büyük çabalar sarf etmişti. Mihri Belli’yi benzeri bir projeye çekmek için çok uğraşmıştı. Kıvılcımlı Yoldaş Lenin’in Parti ve Partileşme Sorunu konusundaki Bolşevik taktiklerini ideolojik süzgecinden geçirmeyi başarmış biriydi. Mihri Belli B’yi kitap ve makalelerinde çok şiddetle eleştirmesine rağmen, MDD tez ve tahlillerine “Demokratik Zortlama” demesine rağmen, MB’ yi çerçevesini birlikte çizmeye aday “Devrimci Oturum”lara getirmeye zorlamak, hayatı ve mücadeleyi kucaklamaya aday bir programı üretmeye ve sonuçlarına katlanma ilkeselliğine razı etmek için çok uğraşmıştı. Kıvılcımlı TKP’ nin Devrimci Kanat’ından gelen kimlik ve kişiliği ile kendi yerli sentezimizin üretilmesi için çok yönlü bir çalışma içindeydi. Tez ve tahlillerine katılalım/katılmayalım o, işçi sınıfı ve emekçi halklarımızı var eden dil, tarih, coğrafya, din, inanç, kültür, gelenek/görenek vb. orijinal sınıfsal ilişki ve çelişkilerimizi araştırıyordu. Kıvılcımlı Yoldaşın bu Bolşevik tavrını ne o dönemin TKP kadroları ne de MB anladı.

Günümüzde “Doktorcu” geçinenler de Kıvılcımlıyı anlama, özümseme, tezlerini tartışma, senteze kavuşturma, eleştirel katkı getirme ve yorumlama konusunda ondan öğrenmemiz gerekenlerin önünü kesici ve çizgisi çok tartışmalı siyasî örgütler kurma kolaycılığına düştü. “Doktorcu” geçinenler, Kıvılcımlı’nın “sinekten yağ çıkarma” türünden taktiksel esnekliklerini stratejik amaç olarak tanıtmaya yöneldi ve her ne hikmetse “nasyonal solcu” bir kulvara girdi!.. “Devrimci esneklik” konusunda Kıvılcımlının da önemli hataları vardır. Bolşevik kimlik ve ahlakını taşıyan Kıvılcımlı Yoldaşı, heyhat ne hazindir ki; hayatının 22,5 yılını kemalist rejimin zindanlarında geçiren birini özel/öznel/keyfî yorumlarıyla kemalist yapmayı becerdiler.!

İnsanî İlişkiler…

İdeolojik, Teorik, Politik Ayrılıklar

Sosyalizmin 150 yıllık tarihinde ve bu memleketteki sınıf mücadelesinin 100 yıllık tarihimizdeki gerek insan ilişkileri gerekse düşünce/davranış arkadaşlığı ilişkileri daima çok tartışmalı bir seyir izlemiştir.

Emperyalist-kapitalist sistemin ve üretim, mülkiyet, paylaşım ilişkilerinin büyük ölçüde belirlediği ilişkilerimizi günümüzde yeniden gözden geçirmek durumundayız.

Kapitalizmin 450 yıllık tarihinin sonunun geldiğini artık kapitalist teorisyenler bile dillendirmekten geri durmuyor. Marksistler kapitalizmin kendini yok edecek sürece girdiğini, haksız ve kirli savaş yöntemleriyle sistemini bir süre daha ayakta tutmasının artık mümkün olmadığını söylemektedirler… İnsanın ve insanlığın sosyal/enternasyonal kurtuluşunun mutlaka gerçekleşeceğini, sosyalist kuruculuğun tarihsel/sosyal bir zorunluluk olduğunu hegemonlar dahi söylemekten geri durmuyor.

Kapitalist özel mülkiyet, paylaşım/bölüşüm ilişkilerine ve uluslar ötesi tekelci sermayenin yerli bir ortağı, işbirlikçisi ve taşeronu olan günümüzdeki iktidar partisi AKP’ye kölece angaje olup sosyalist geçinen liberal solcular, sivil toplumcular dahi kapitalizmin tarihsel sonunun geldiğini yarı mahcup pozisyonlarıyla tartışmaya başlamıştır!

Yakın Doğu’da, Afrika’da ve Asya’da yaşayan fukara ve saf Müslümanlar da talepleriyle ayağa kalkmaya başlamıştır. Onlar da özünde sınıfsal fakat henüz donanımsız/örgütsüz güçleriyle emperyalist-kapitalist sistemi sorgulamaktadır.

Yaşadığımız coğrafyadaki samimi ve saf Müslüman insanlarımız da dinlerin sosyal mücadeleler tarihindeki yerini ve konumunu görmeye çalışmakta, yeni yorumlar getirmekte ve AKP’nin tekelci sermayeden, zenginlerden yana olan konumunu şiddetle eleştirmeye başlamışlardır. Bu türden arayış ve yönelişleri nesnel gerçekliği içinde değerlendirerek ne idealize ne de dramatize edebiliriz.

Devrimci, Sosyalist, Marksist kadrolar arasında olması gereken insanî-beşerî ilişkiler ile ideolojik, teorik, politik ayrılıklar da artık iyice sorgulanmaya başlamıştır.

Mihri Belli’nin cenaze törenine hemen her kesimden insanlar gelebilmiştir. Bizim gibi Mihri Belli’nin ideolojik, teorik, politik ve örgütsel konumunu hiçbir zaman onaylamayan/doğru bulmayan Kolektifimiz Çalışanları gibi birey, çevre, grup ve “Sol Cenah” örgütlerin tamamı cenazeye çeşitli niyetlerle de olsa gelmiştir. Bu bir yanıyla olumlu bir tavırdır. “‘Sol Cenah’ ancak cenazelerde bir araya gelir.” sözü Mihri Belli’nin cenazesinde de doğrulanmıştır.

Topraklarını bazı şartlarla dağıtacağını ilan eden Tolstoy, bu şartına uyarak daha fazla toprak edinmek için koşup/çırpınan ve nihayetinde çatlayıp ölen bir insanı, hemen oracıkta toprağa gömdükten sonra: “İşte bir insana bu kadar toprak lâzımdır.!” diye boşuna söylememiştir.

Yaşıyorken beş para dahi etmeyen tavırlarıyla, çeşitli hırs ve kinlerle birbirlerini yiyip bitirenler, hayat ve mücadelenin asla doğrulamadığı program, örgüt, strateji/taktik, tez ve tahlillerinin yanlışlığını göremeyenler, “Sol Cenah” örgütlerimizin bugünkü insan malzemesiyle nasıl da düşmanımızın işini kolaylaştırmaktan öte bir şeye yaramadığını acaba ne zaman anlayacaktır.? Böylelerinin geride bıraktığı her türden kalıtımlarını ve tortularını “Benim sadık yârim kara toprak...”  dahi bir türlü örtemiyordu…

Mihri Belli öylesine bir MDD mayası çalmıştı ki, kuruluş sırasına göre; TİİKP, THKO, THKP-C örgütleri ve bu süreçten koparak ayrışan yüzlerce hizipçi-hizayı bozucu örgütlerimiz kemalizm iksirinden bir türlü kurtulamamıştı. Kürt ulusal hareketinin kendi göbeğini kesmeye yönelen çıkışını ve yine TKP/ML ve İbrahim Kaypakkaya’nın TC devleti, M. Kemal konusundaki sınıfsal tahlil ve tezlerini, yine sınırlı ve görece de olsa parti arayış ve yönelişlerini saymazsak. Tam ulusalcı, yarım ulusalcı, çeyrek ulusalcı örgütlerin birinci elemanları hâlâ Mihri Belli’nin Marksist Eleştirel katkıyla değerlendirmesini yapamıyordu/yapmıyordu. Kimileri hâlâ Marksist Eleştiri diye söze başlayan Kolektifimiz Çalışanları gibi “münafıkların” neden, nasıl ve niçin Komünistlerin Birliği sorunsalını sürekli biçimde gündemimize inat ve ısrarla taşıdığını göremiyordu. Bu bir yana ahmakça ve “düşmanca” tavırlara kolaylıkla giriyordu.! Daha tam olarak ifade edeceksek: Aslında görüyor, fakat “Dar grup tapınımı”nın keyif verici rehavetinden bir türlü kurtulamıyordu… Küçük burjuva kariyerizmi sınıfsal dersini mutlaka alacaktı. O günler de gelecekti…

“Tek Parti, Tek Sendika, Tek Gençlik Örgütü” şiarımızın arkasında düzgün ve ilkeli durmamıza rağmen, bizler de henüz devrimci, sosyalist, komünist hatta bolşevik geçinenler üzerinde anlamlı bir basınç kuramamıştık.

Şimdi ifade edeceğimiz bir tespitimizin çeşitli ve faydacı çağrışımlara yol açmamasını diliyoruz. Fakat sınıfsal tevazuumuzu koruyarak şu gerçekliği de dost okurlarla, devrimci kadrolarla paylaşmak da istiyoruz: Elimizdeki telif kitaplarımız, dergi, broşür ve gazete türünden yayın organlarımızda dillendirmeye çalıştığımız tez ve tahlillerimizi Marksizm’den haberli bütün namuslu, ilkeli ve iyi yürekli insanlarımız, devrimci kadrolar kendi örgütlerinde hararetle tartışmaktadır. Bununla da kalmayıp çeşitli ilişki ve diyaloglarla Büro’muzu ziyarete gelmektedirler. Komünistlerin Birliği sorunsalını gündemden kaçırmak, savsaklamak artık mümkün değildir. Kolektifimiz Çalışanlarının sınırlı imkân ve bilgileriyle gündeme taşıdığı: Birleşik, ciddî, güçlü, güvenilir ve donanımlı bir Sınıf Partisi’ni oluşturma bilincini kimi örgütlerin şefleri ya da birinci elemanlarının,  çarpıtarak da olsa, dillendirmek zorunda kaldığı da bir gerçekliktir. Çünkü bu sorun daha fazla savsaklanamayan yakıcı ve acil bir sorundur. Bu sorunu bizler de keşfetmedik.

Marx-Engels-Lenin sürecinin iyi bir takipçisi/öğrencisi olarak onlardan öğrenmeye çalıştık. Şimdi yüksek sesle söylemek zorundayız: “Sol Cenah” örgütlerimiz bugünkü konumlarıyla devlet tekelci kapitalizmini, hâkim gerici sınıfların faşist/faşizan, ‘küçük’ emperyalist girişimlerini asla göğüsleyemeyecektir. Çevre, grup ve örgüt yapılarıyla her birimin tabanından yükselen “Birlik” özlemleri ise uzun boylu engellenemeyecektir. Kürt ulusal hareketine, Alevi hareketine tutunarak politika yapma kolaycılığı ciddî kadroları ikna edemeyecektir. “Çatı, Seçim, Geçim Partisi” uvertürleriyle kitlelerin talep ve ihtiyaçları asla karşılanamayacaktır. Kapitalizmin krizi haksız ve kirli savaşları tetiklerken, iç savaşlar sürüyorken, oluşan devrimci durumlarda ve tutarlı-somut-amaçlı İşçi-Kitle, Köylü-Kitle, Gençlik-Kitle, ayrıca Asker-Kitle çalışmaları yapan birimler ancak anlamlı ve ileri bir adım atacaktır. Bunun bütün işaretleri her olay ve olguda kendini hissettirmektedir. Mihri Belli’nin cenazesinde de görünen budur.

Cenaze Töreninde Yaşanan Olaylar ve Eleştiriler

Komünistlerin cenaze töreninde hâlâ son sözü imama bırakan, dini törenlerden bir türlü ayrışıp kopamayan anlayışlar hâkimdir. Kimi TKP geleneklerini sürdürenlerin dışındaki bazı devrimci gruplar cenazelerini kendi anlayışlarına göre, dini kuralların dışında ve son sözü imama bırakmadan yerine getirmektedirler.

Bizim insanlarımızın cenaze törenlerinin yapılmasında; Cem Evleri devrimcilerin bu mekânları kullanmasına ve kendi geleneklerini gerçekleştirmesine asla şaşı bakmamakta ve bazı kolaylıklar göstermektedir.

Camilerdeki cenaze törenlerinde ise imamlar komünistlerin bu tavrına bıyık altından gülmekte, idealist/metafizik anlayışlarının propagandasını yaparak sevinmektedirler…

Bazı Devrimci gruplar yalnızca cenaze törenlerini değil, avukatlık konusunu/kurumunu da örgütlü bir düzeneğe sokmayı başarmıştı. Zira “Avukat Milleti” sistemin bir kurumu olarak “İddia+Yargı+Savunma” sacayağının mütemmim bir cüzüydü. Bizlerin de bu sacayağına asla bir güvenimiz yoktu/kalmamıştı.

Avukatlık kurumunu örgütsel güvenceler biçimde değerlendirenleri takdir etmeliyiz. Örgütsüz ve de ilerici-devrimci geçinip de Sıkıyönetim, DGM, vb. siyasî mahkemelerde devrimci tutsakları para karşılığında savunanlara hiçbir zaman güvenmedik. Böyleleri onulmaz “hatıralar” bırakmıştı cenahımıza…

 

Bu konudan rahatsızlık duyan A İ Bodrum’dan yazmış;

Mihri Belli'nin ardından;

Yaşarken dirimiz, ölünce ölümüz eziyet görüyor.

Bu uygulamalar inananlara da, inanmayanlara da hakaret.

"Her gün bir komünistin cenazesi daha camiden kalkıyor

Öğle namazını müteakip, çelenkler TEV'na bağışlanıyor

Karşıyaka mezarlığındaki imam, bütün şevkini bugünlere saklamış

Sesinin yankısı bile sol kaburgalarını kıracak."

(Ahmet Erhan’ın şiirinden)

  

KOMÜNİSTLERİN CENAZELERİNİ KALDIRACAKLARI CAMİ, CEM EVİ DIŞINDA BİR YER.!.!.! BULUNUNCAYA KADAR KOMÜNİSTLERİN KEMİKLERİ SIZLAYACAK...

Bu mektuba bir arkadaşımızın cevabı ise şöyledir:

(…) Gelelim komünistlerin cenazesi meselesine;

Hatırlarsın sadece Aziz Nesin vasiyeti ve oğullarının dirayeti sonucunda dini tören yapılmadan gömüldü. Mezarının yeri belli bile değil. Mina Urgan'ın vasiyeti vardı, ama kızı dini tören yaptırdı!

Geçen yıl İstanbul Kitap Fuarı'nda Ermeni yayıncı bir dost ile (Aras Yayınlarının sahibi) bu meseleyi konuşuyorduk, o şöyle demişti: "Akbarik (ağabey) sizi cami ve imamdan, bizi kilise ve papazdan kurtaracak bir mekanizma yaratmamız lâzım! Vakit geçiyor!"

Mekanizma örgüt ile olur. Örgüt, Sınıf Partisi’dir, bizim (komünistlerin) hâlâ partimiz yok…

*   *   *

F. Engels; “ölüsünün yakılmasını ve küllerinin Okyanusa atılmasını…” vasiyet etmişti. Onun bu anlamlı devrimci vasiyeti yerine getirildi. Yurtdışında ölen kimileri de bu vasiyetin özünü ve mahiyetini kavramadan, ölüsünün yakılmasını, küllerinin Marmara Denizinin (kirli) sularına atılmasını vasiyet ediyordu!..

 

MB’nin Cenazesinden Bazı Notlar

- MB’nin cenaze törenine gelenler Şişli Camii avlusunu saat: 15.00’ten itibaren doldurmuştu. Törene yaklaşık 4-5 bin kişi gelmişti. İkindi namazını müteakip, bin kişi civarındaki cenaze korteji, saat: 18.30’da Feriköy Mezarlığına çeşitli slogan ve örgüt pankartları eşliğinde ancak getirilebilmişti. Buradaki dini tören ve yapılan konuşmalardan sonra tören saat: 20.00’de sona erdi.

- MB’nin cenazesine gelenlerin büyük bir bölümü, sosyalizme inananlardan oluşuyordu. Fakat farklı örgütsel formlarda duran, durduğu yerin de sağlamlığı konusunda işkilli bulunan, bağımsız sınıf tavrıyla bir arayış/yöneliş içinde olan, sistemin baskı ve terörü karşısında, her şeye rağmen, birlik ve dayanışmanın gereğine inanan, bu yolda meşrebince mücadele eden, yüreğindeki koru henüz sönmemiş ve kapitalizme teslim olmamış olan, ayrıca 96 yıllık bir ömre olan saygının bir ifadesiydi diye düşünüyoruz. Ancak “bulunmak” için gelenlerin olduğu da reddedilemez bir gerçekti.

Sosyalist Sol Cenahımız özellikle 12 Haziran 2011 milletvekili genel seçimlerinde büyük bir yenilgi ve darbe almıştı. Dünyada ve yaşadığımız coğrafyada sosyalizmin tarihsel bir zorunluluk olduğu yeniden bilince çıkarılıyordu. Henüz daha ayrışıp, buluşup yeniden harmanlanamayan “Sol Cenah” örgütleri yerine nasıl bir örgütlenmeye ihtiyaç duyulduğu cenazeye gelen kütlelerin kafasında filizlenmeye başlamıştı.

- MB’nin sağlı “sol”lu burjuva basınında, hatta kimi “sol” basında “Kapatenos” yakıştırmalarıyla magazinleştirilmesi Devrimci Hareketimizin nasıl ve hangi örgütsel durumda olduğunun en belirgin ifadesiydi. Birleşik, ciddî, güçlü, güvenilir ve donanımlı bir Sınıf Partisi’nin henüz oluşturulamadığı, kurumsal merkezi disipline bağlı Bilim Kurulu, Akademi ve Enstitü gibi gerekli kurumlarımızın işbaşı yapamadığı bir ortamda sansasyonun ve magazinleşmelerin önü de kesilemiyordu. Desteksiz atışlar serbestti… Hareketimizin düzenli ve güvenilir bir arşivi de yoktu. Böylelikle tarihimizin, özellikle de yakın tarihimizin tahrifi olayı da bir türlü engellenemiyordu. Küçükburjuva solculuğunun keyfilik, öznelcilik gibi rahatsızlıkları “özgürce” öne çıkıyor/çıkabiliyor/çıkartılabiliniyordu...

- Gerici basın MB’yi MDD çizgisinden ötürü olsa gerek “Ergenekoncu” olarak rahatlıkla yaftalayıp konuyu çarpıtabiliyordu!.. AKP’nin şemsiyesine sığınık liberal solcular da MB’nin geçmişteki milliyetçilikten, kemalizmden kopmayan yazılarını yayımlayarak reyting yapıyordu!..

- MB’nin hiçbir zaman ciddiye dahi almadığı, fakat zaman zaman, özellikle de DDD döneminde birlikte hareket ettiği MDD’ci, I. TİP, II. TİP, TBKP, şimdiki nevzuhur “TKP” durak ve güzergâhlarından geçip gelen, 92 yaşındaki “tarihçi” Rasih Nuri İleri de iyice ilerlemiş yaşına ve rahatsızlığına rağmen cenaze törenine erkenden gelmiş, açılan mezar yerinin yanı başındaki yerini almıştı. Bizlerle göz göze gelemeyecek kadar “vukuatından” haberliydi. Muzaffer İlhan Dost’da aynı yöntemi izledi. Önümüzden selamsız, sabahsız geçti ve o da MB’nin mezarı başındaki yerini aldı…

- MB’nin mezar çukurunun yanı başında bulunmaya yönelenlerin, buna özel bir özen gösterenlerin galiba en büyük özlemi fotoğraf karelerinde yer almak güdüsüydü…

- MB’nin defin işleminde imam efendi mikrofondan bağıra bağıra kuran okudu, duasını ve dini vecibelerini büyük bir özenle yerine getirdi… Bazıları, daha fazla uzatmaması için “biri şu imamın cebine iki kuruş sıkıştıramıyor mu?” demekten kendini alamamıştı. Cenahımız bu kadar pratik bir işi bile yapacak şekilde organize değildi. 

- Genellikle cenaze törenlerinde konuşmayı hak edenler kısa ve özgün bir konuşma yapar. MB’nin cenaze töreninde ise, bu geleneğe uyulmadı. Gereksiz, hamasete varan çok uzun konuşmalar yapıldı. Özellikle yeni bir kariyerizme soyunmaya meraklı olan Celal Beşiktepe, aklınca SSCB’nin çözülmesi konusunda MB’nin kimi “öngörülerinin” (SSCB’deki bürokrasinin) doğrulandığını söyledi!6 Bu yanlış bir değerlendirmedir. Hiçbir özel/öznel yoruma gerek duyulmayacak ölçüde yaşamı boyunca MB’nin yazıp söyledikleri belgelidir.

- Cenaze töreninde “pankart solculuğu” olarak tanımladığımız veya söze “benim partim, örgütüm, sendikam, gazetem… vb.” diye başlayanların çoğunluğu damgasını vuruyordu. Herkes kendi flamasını açmanın ve yarıştırmanın “özgürlüğünü” yaşıyor ve de bununla yetiniyordu... Üstelik bu çok kolay ve ucuza mal olan bir iştir; en fazla 5 kişi yeter!.. Bu tavrı çeşitli gerekçelerle eleştirenler ise şakayla karışık ve kinayeli biçimde; “küçük dükkâncı geleneğimize dokunmayalım… Onlarsız olmaz…” demekle yetiniyordu.

- Daha önce, yaz aylarında katıldığımız cenaze törenlerinde de fark ettiğimiz bir hususu da anmadan geçmeyelim: Burjuva ve küçük burjuva solcusu bay ve bayanların yaz günü cenazede giyebilecekleri, tiril-tiril siyah esvapları bulunmaktadır. Kim bilir belki de bu esvapları aynı zamanda yaz partilerinde de giyilebilen cinstendir!...

- Cenaze töreninde eleştirel katkı geleneğine inanan ve de sözünü sakınmayan bazı arkadaşlar ise; “MB böyle bir cenaze törenini asla hak etmiyor. O MDD tezleriyle sola ve ilerici gençlik hareketine en büyük darbeyi vurmuştur…” demekten kendisini alamıyordu.

“Gençliğin Yolu İşçi Sınıfının Yoludur” diyen ve bu iddiasının arkasında ilkeli ve tutarlı durarak çizgisini şaşmadan sürdüren Kolektifimiz Çalışanları ve tezlerimiz kuşatılmak isteniyordu. Devrimci Hareketimiz hayatın doğrulamadığı MDD tezleri yüzünden bir türlü proletarya ile buluşamıyordu. Kolektifimiz’in burjuva ve küçükburjuva “sol” akım temsilcilerince neden bu düzeyde kuşatılmak istendiğini bilince çıkarabiliyor muyuz?!

- Bu arada camide ve mezarlıkta yaşanan “izdiham”dan (ya da buna kuşatma deyiniz) Sevim Belli arkadaşa ve oğullarına yaklaşıp, bir iki çift söz edemediğimizi de belirtmek istiyorum.

 

Dipnot Açıklamaları:

1- Marksizm-Leninizm dışı milliyetçilik ve kemalizm gibi akımların yaşadığımız coğrafyada günümüze kadar yaygınlaştırılmasında Dr. Şefik Hüsnü Değmer ve o dönemin TKP kadrolarının “Marksizm’in yorumu, pratikte yeniden üretimi” sorunsalını doğru okuyamayışları, özümseyemeyişleri, kendi sentezimizi üretemeyişimiz ve benzeri eksikliklerimizin yanı sıra SSCB’nin dış politikasının da bunda büyük bir rolü vardı. SBKP MYK’sının Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’ni korumak, emperyalist-kapitalizmin bin bir kuşatmasını kırmak için giriştiği politikalarını kimilerinin yaptığı gibi Stalin ve Sovyet düşmanlığına endeksli sözüm ona eleştirel politikalarla değil,  günümüzde daha serinkanlı biçimde değerlendirmek durumundayız. Komün Geleneğimize, Ekim Devrim’ine zarar vermeyen değerlendirmeler yapıcı ve ilerleticidir. Komünistlerin sorumluluğu bu meselelerde de sorgulanmaktadır.

2- Ayrıntılı bilgi için bakınız: S. Ö., Partileşme Sorunu III. Cilt, s. 41-123, Sorun Yayınları, Ekim 1988.

3- AKP lideri R. T. Erdoğan; “Dünyadaki 16. büyük ekonomiye sahibiz.”, “Dünyadaki kalkınma hızı yüzde 11 olan biricik ülkeyiz.” demekte ve bu durumun yaratılmasından kendisine/partisine pay çıkarmaktadır! Burjuva ekonomistlerinin yaptığı kalkınma hesaplamalarına karşı olsak da, bu durum AKP’nin bir zaferi değildir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Komünistlerin siyasal ve sendikal alanda örgütlenmesi resmen yasaktır. Parti yok. Sendika yok. Grev yok. Hak arama yok. Ayağa kalkmak temel hak ve özgürlükleri kullanmak zinhar yasaktı!..

Devlet eliyle burjuva yetiştirme plan ve projeleri her şeyin önüne geçmişti... İnkâr, imha, asimilasyon, göç ve göçe zorlama politikaları hâkimdi… Komünistler darağaçlarını süslüyor, işkencelerden geçiriliyor, hapsediliyor, işsizliğe ve açlığa mahkûm ediliyordu…

Oysa TC’nin böyle bir cennet ortamında değil yüzde 11 büyümesi, yüzde 111 büyümesi gerekirdi. Demek ki avantalar ve yağmalar cennetinde finans-kapitalin gelişip güçlenmesi geç, fakat güç olmamıştı. Günümüzde Te-Ka-Pe’cilik oynamaktan bıkıp usanmayan, kariyerizm hastalığını yenememiş birileri büyük bir küstahlık ve ukalalıkla Harici Büro “TKP”nin “1973 Atılımı” yöntemiyle kendi dar grubunu hemencecik “TKP” olarak ilan etmesini hiç utanıp sıkılmadan savunabilmektedir! Hayatları boyunca maddî, manevî hiçbir sıkıntı çekmemiş, işkence görmemiş, hapis yatmamıştılar. Fakat ahkâm kesebiliyorlardı! Elbette bu türden bir hayatı yaşamak komünist olmanın şartı değildi. Bizler onların yerine de kâfi miktarlarda burjuvazinin tezgâhlarından geçmiş, hapis yatmıştık.

Kimileri ise kırk çarşambadan atlayarak içlerinde rol aldığı örgütleri, “Niçin ülkede TKP diye bir örgüt kurmadınız?” diye sorgulamaya yelteniyor!

Te-Ka-Pe diye titreşen bilcümle küçükburjuva avantürye takımının Tarihî TKP’mizin adını, devrimci geleneklerini bozuk para misali kullanıp/harcamaya cüret etmelerini ve kendi vukuatını savunmaya yeltenmektedir!..

Harici Büro’nun devrimci hizayı bozan kendi hizbini “TKP” olarak ilan etmesinden sonra acaba günümüze yansıyan olumlu bir olgu var mıdır? İlkokul kitaplarındaki okuma dersindeki “İnek-Su-Dağ-Ağaç-Balta” öyküsündeki gibi; “Yandı bitti kül oldu!..” özdeyişinden başka geriye ne kalmıştır?

Böyleleri ne Bilimsel Sosyalizm-Komünizm ilkeselliğinden haberlidir ne de tutarlı bir tarih ve sınıf bilincine sahiptir. Fakat büyük bir aymazlıkla Laz İsmailgil’lerden ancak alabildikleri “komünistçilik” sıfatlarını hâlâ savunmaya yeltenmektedir!..

Tarihî TKP diye söze başlamak ne heves, merak işidir ne siyasî tatmin aracıdır ne de bir nostaljidir.

Harici Büro “TKP” atılımından -macerasından- geriye/günümüze ne kalmıştır? Toplumsal hafızanın köreltilmek istendiği, herkesin paşa gönlüne göre TKP tarihi yazdığı, siyasî akıl-baliğ olmayan küçükburjuva kökenli öğrenci gençliğin kolayca kandırıldığı/yönlendirildiği, işçi sınıfı hareketiyle sosyalist hareketin içinden çıkılmaz bir duruma sokulduğu, örgütler anarşisi hastalığının yaygınlaştırıldığı bir ortamda böylesine destursuz atışların hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.

Harici Büro’nun örgütlü oportünist kadroları Te-Ka-Pe’cilik oynamış, bu oyunlarını da yüzlerine gözlerine bulaştırmış, veba mikrobu misali girdiği her yeri kurutmuştur. Günümüzdeki “Sol Cenah” örgütlerinin ayrışamayışının, işlevsizliğinin, politika üretemeyişinin, işçi sınıfının politika dışında tutuluşunun, politikasızlığın baş müsebbibi Harici Büro’nun kendisini “TKP” olarak ilan etmesidir/vukuatıdır. Burjuvazinin komünist kadrolara uygulayageldiği baskı ve terör burjuva ve küçükburjuva solculuğunun vurduğu/vurabildiği darbelerin yanında daha hafif midir?

4- Bunun en somut örneği MB’nin cenaze törenine bazı Yayın Kurulu Kadrosuyla ve de herkesçe bilinen isimleriyle katıldığımız halde hiçbir solcu basın-yayın organında ve de TV’lerde yer almamıştır. Bu türden kuşatmalardan asla yakınmıyoruz. Küçükburjuva solculuğu elbette ve doğallıkla en büyük “düşman” olarak Proletarya Devrimcilerini görmektedir. Onlar; “Çatı-Seçim-Geçim örgütleri” uvertürleriyle idare-i maslahatçılık yapmak dururken, Sınıf Partisi’nin oluşturulmasını, Komünistlerin Birliği’nin gerçekleşmesini ve iktidar projesine sahip “Tek Parti, Tek Sendika, Tek Gençlik Örgütü” şiarımızın ete kemiğe bürünmesini asla istemez, bu nedenle de adımızı anmazlar…

5- PDK’daki MDD ve MB’den ayrışma tartışmalarında Seyhan Erdoğdu: “Acele hareket ediyorsunuz. Proletarya Devrimcileri bir süre daha MB ile bu işi götürmek zorundadır. Tezlerinizde haklısınız, fakat unutulmasın MB Devrimci Hareketimizin Plehanov’udur. Onu tasfiye etmenizi doğru bulmuyorum.” demişti. PDK’da Proletarya Devrimci kadroların yapmaya çalıştığı tasfiyecilik değildi. Hayatın ve mücadelenin doğrulamayıp reddettiği MDD ve MB’nin tezlerini, tavır ve tutumunu eleştirip aşmaktı. Seyhan Erdoğdu arkadaş Bayram Meral’in başkanlığını yaptığı Yol İş Sendikasında çalışmaya başladı; 12 Haziran 2011 milletvekili genel seçimlerinde de CHP’den milletvekili adayı olmuştur.

6- SSCB ve öteki sosyalist ülkelerdeki uygulamaları hangimiz doğru biçimde değerlendirebildik ki? En başta: Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, V. İ. Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Partisi ve SSCB olmak üzere Dünya Sosyalist Sistemi’ne çok büyük saygı ve hayranlık duyuyorduk. Sistemin çözülme yoluna girişi karşısında ise, Anadolu halk özdeyişindeki gibi; “Kan kustum” demiyor, “Kızılcık şerbeti içtim” demeyi yeğliyorduk. Böyle eğitilmiş/yetiştirilmiştik. Sosyalizm dışı uygulamaları öğrendikçe “Lâ Havle” çekip nedenlerini ve nasıl aşılacağını düşünüp tartışıyorduk. Emperyalist-kapitalist sistemin yetiştirmesi batılı Marksologlar, Frankfurt Okulu’nun dönek Marksistleri, troçkist ve anarşistler gibi “Sosyalist Uygulamaları” en başta Stalin ve Sovyet düşmanlığına yükleyip nehrin karşı yakasına düşenlerden değildik. Dünya Sosyalist Sistemi’nin çözülmesinin nedenlerini MB arkadaş da, bizler de önceden göremedik. Görebilir miydik? Hayır göremezdik. Çünkü o günkü örgütlülüğümüz, bilgi ve sezgilerimiz son derece sınırlıydı. Neden sonra sosyalist uygulamalarda önemli hata ve yanlışlıkların yapıldığını öğrenmeye başlamıştık. SBKP 26. Parti Kongresi’ kitabını -belgelerini- tercüme edip yayımlayarak sistemin çözülmesini nasıl değerlendirdiklerini öğrenmeye çalıştık. Daha sonra ise SBKP 27. Kongresi kitabını -belgelerini- tercüme ettik. 26. ve 27. Kongre belgeleri Marksizm-Leninizm’den kopuşun önemli işaretlerini vermektedir. Bu kitaba yazdığımız önsöz ile Marksist Eleştirel tavrımızı daha da netleştirdik. Gorbaçov’un ne biçim “açıklık ve yenilenme” sevdalısı olduğunu tüm çıplaklığıyla öğrendik. Bilimsel Sosyalizme-Komünizme daha sıkı bağlanmanın önemini kavramış olmamız geç fakat güç olmamıştı…

Dünya genelinde emperyalist-kapitalist sistemin dışarıdan, angajmanları çok öncelerden yapılmış yeminli komünizm düşmanlarının da içeriden kuşatması altında Sosyalist Sistem çözülmüştü. İç dinamiklerini harekete geçirerek bu çözülmeyi engelleyemeyen Sosyalist Sistem’in çözülmesi çok ağırımıza gitmiş olsa da kaçınılmazdı. Daha sonraları bu çözülmenin geçici bir süreç olduğunu öğrendik. Bu süreçten geleceği kazanmak yolunda çok yönlü derslerle sonuçlar çıkardık. Siyasal-sosyal devrimlerin nasıl olacağını ve nasıl korunacağını öğrendik. Sınıf Partisi’nin önemini ve Sosyalizmin zaferi için daha çok çalışmamız gerektiğini kavramış olduk. Bu gün eskisinden daha donanımlı biçimde insanın ve insanlığın sosyal/enternasyonal kurtuluşuna olan bilincimiz daha da bilenmiştir. “Gelecek Bizimdir.! Biz Kazanacağız.!” Şiarımızı şimdi daha yüksekte tutuyoruz…

 

Mihri Belli’nin Yayımlanmış Başlıca Kitapları:

- Rigas’ın Dediği, Türkçe-İngilizce

- Eine nalyse der türkischen Linken, Almanca -Türk Solu-Dün Bugün, Türkçe

- Türkiye: Yapı-Ulusal Sorun, Türkçe-İngilizce

- İnsanlar Tanıdım, Türkçe 1997, 1999, 2002, 3. Baskı

- Gurbetten Notlar, Türkçe, 1998

- Gerilla Anıları, Türkçe, 2000

- Asıl Mesele O Kiraz Ağaçları, Türkçe, 2002

Sorun Yayınları Kolektifi - SORUN Polemik Dergisi

Akbıyık Değirmeni Sk. No: 33/B Sultanahmet-İstanbul

Tel: 212 638 81 82   Fax: 212 638 81 72

www.sorunyayinlari.net - www.sorunpolemik.com

www.sanatcephesi.org - www.avnimemedoglu.com

www.kirmanciye.org - www.iscibirligi.info

 

MİHRİ BELLİ'NİN CENAZESİNDE NELER TARTIŞILDI

26.08.2011 - 17.08

Mihri Belli'nin cenaze töreni, naaşı camide beklerken bile kendisine yakışır tartışmalara vesile oldu.

Türkiye'de solun tüm çeşitlerinin katıldığı cenaze töreninde ilginç konuşmalar yaşandı. Kürt kökenli ve Kürtler için siyaset yapan BDP milletvekillerinin yanında MDD siyasetinde ona yoldaşlık yapmış eski "ulusalcı"lar da cenaze törenindeydi.

Bir köşede tartışmaya dalmış küçük bir grubun, ancak yarısından sonrasını dinleyebildiğimiz konuşmaları şöyleydi:

- Ama o zaman da orduyla yan yana düşmüyor muyuz?

- Bu denli general düşmanlığı, ordu düşmanlığı bilimsel bir anlayışı içermiyor...

Yurtseverlik yalnızca sivil elbise giyenlere mahsus durum değil ki... Tayyip ve şürekası da sivil giyimli...

- Tayyip Erdoğan'ı iktidara getirenler generaller değil mi.? 12 Eylül, solun yanında tüm demokrat güçleri içeri attı, devlet dairelerinde çalışmalarını, terfilerini engelledi. Tüm tarikatlar üniversite ve devlet dairelerinde, doğal olarak da iş yaşamında güve gibi çoğalıp gelişti...

- Biz ordunun halkının ordusu olmasını istiyoruz... ABD ve emperyalizmin ordusu değil... Ordu da hanyayı konyayı anlıyor... Bu dediklerinizi, yani fena kullanıldıklarını anlayanlar şimdi çok... O harita ve çuval olayından sonra tek bir subay ABD'de eğitim almaya gönderilmiyor...

- Yakışmıyor orduculuk hocam... Ne halleri varsa hesaplaşsınlar Tayyip'le...

- Ne halleri varsayla olmuyor arkadaş... Dünyanın bu tarihsel durağında ordusuz bir Türkiye ne kadar dayanabilir... Biz ordunun varlığına değil ABD'nin politikalarının aleti olmasına karşıyız...

- Hiç yakışmıyor hocam hiç... Sola bu laflar yakışmaz...

- Sesinizi niye yükseltiyorsunuz ki... Bugün AB ve ABD de ordu düşmanı... Solcu olmanın ölçütleri ordu düşmanlığı ve etnik kimliklere özgürlüğe indirgenemez... Somut durumun somut tahlilini yapmadan, 1980'lerin kafasıyla farkında olmadan Tayyip destekçisi oluyorsunuz... Bu operasyonları, bu general kellelerini Tayyip Erdoğan'ın tek başına almasına gücü yeter mi.? Buna inanıyor musunuz? Arkasında büyük güçler var. CIA var vs. Bunu kavramayarak dümdüz bir ordu düşmanlığıyla ABD politikaları destekçisi konumuna düşüyorsunuz.. Asıl bu yakışmıyor...

- Ha Tayyip ha Erdoğan... Fark etmez... Her ikisi de Kürt halkının özgürlüğüne karşı... Emperyalizmle birlikte Kürt halkını eziyorlar...

- Anlaşıldı, sizin derdiniz Türkiye'yle, Türkiye'nin özgürlüğüyle değil, Kürtlerin özgürlüğüyle...

- Kürt halkı özgür olmadan biz de özgür olamayız...

- Siz Mihri Belli'yi okumamış, anlamamışsınız o zaman... O MDD teorisiyle yarım kalmış ulusal devrimden söz ediyor ve sosyalistlere bu devrimi yapma görevi veriyordu.

- Ama Mihri Belli Kürt ve PKK siyasetini destekliyordu... Bak etrafına BDP'li herkes burada...

-Son bir yıldır, önceden desteklediği Kürt siyaseti temsilcilerinin Türkiye'ye ihanet etme aşamasında olduğu tespiti yapmıştı, bizzat bana yeni bir dergi çıkaralım önerisinde bulunmuştu bu yaşında... Ama ömrü vefa etmedi...

- Doğru söylemiyorsunuz... Mihri Belli Kürt dostuydu...

- Ben de Kürt dostuyum arkadaş... Ama Mihri Belli'yi okumadığın anlaşılıyor. Bari anılarını okuyun. Daha 1970'lerde bir yazısında Barzani'nin Türkiye'deki Kürtleri etkisi altına almaya başladığının altını çizmişti...

- Kürt düşmanısınız... Neoliberal politikalara destek veriyorsunuz...

- Siz kendinize bakınız... Neoliberal ekonomi politikalarının kültürel ayağı etnikçilik ve mezhepçiliktir... Türkiye'yi emperyalizme satarak her iki halka da zarar veriyorsunuz... Arap alemine, çevremize bir bakınız, aklımızı başımıza alalım hocam, lütfen...

*

Bu ateşli tartışmaya bizzat ben tanık oldum. Kim bilir diğer köşelerde ne tartışmalar yapılıyordu.

Mihri Belli ise musalla taşında mutlu bir şekilde gülümseyerek tartışmaları dinliyordu; biliyorum.

*

Cenaze töreninde ilginç bir durum "medya"mızın cahilliği üzerineydi. Onlarca kamera BDP'li vekillerin çevresindeyken, Sevim Belli sessizce bir kaç aile dostuyla kenarda bekliyordu.

Sevim Belli'yi tanımayan ve onunla konuşun diye cahil müdürlerinden de bir talimat almayan, cahillikleri dillere destan muhabirlerimiz en sonu uyandılar ve Sevim Belli'nin çevresini sardılar. Sorabildikleri soru, "Mihri Belli için neler söyleyeceksiniz?"di!

Sevim Belli de, "Onu öğrenmek istiyorsanız yüzlerce külliyatını okuyunuz! tek bir sözcük söylemem!" dedi.

*

Onlarca çelengin arasında, parası ÇYDD'ye bağışlanmış, "Asker Yoldaşları" çelengi bilinmezliğini korudu ve herkesin dikkatini çekti?

Ahmet Yıldız-Odatv.com

  

http://www.medyagunebakis.com/ -http://www.tdfajans.com/

TDFAJANSToplum Dinamikleri Fikir Ajansı

Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda;

Düşünce Üretimi. Paylaşımı. Toplum Yararına kullanımı.!

Bilgi Sahibi Olunmadan Fikir Sahibi Olunamaz.! Olunsa olunsa;

Ancak Başkalarının Fikirlerini Tekrarlayan Papağan Olunur.

Diğer Haberler

  • DARBE KİMDEN GELİRSE GELSİN KARŞIYIZ..
  • TRABZONLULAR BİRLEŞİNİZ
  • SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI…
  • KUL VE MAHLÛKAT HAKKI..
  • ADAM OLMAK–OLAMAMAK VE GAZETECİLİK
  • SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI..
  • DERNEKLER KANUNUNA MUHALEFET
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP